Güncel Mücadele İhtiyacı Olarak Siyasal Program

İşçi sınıfının, kadınların, gençlerin, doğa savunucularının karşı karşıya kaldıkları temel sorunlara çözüm önerileri getirme iddiası olarak bir yenilenmeci programa ihtiyacımız var. Bu saydıklarımız birbirlerinden ayrı toplumsal kategoriler değiller, kaderleri kapitalizmin somut gündelik işleyişi tarafından belirlenmiş ve bu yüzden birbirlerine içsel bağlarla bağlı olan toplumsal güçler.

Yukarıda bahsedilen yenilenmeden kasıt, 150 küsur yıllık bir mücadele deneyimine sahip olan komünistlerin bu süreklilik içerisinde bir güncel kopuşu başarmalarıdır. Yıllara yayılan teorik yenilenme çabası komünist hareketi yer yer Marksizm’den uzaklaşan yorumlara ve düzen içi savrulmalara götürse de, bu orijinden kopmamakta ısrar eden genel olarak kabul görmüş eğilimlerin bugün köklü bir devrimci zemini inşa etme olanağı beliriyor. 2008 ekonomik krizi sonrası dünya kapitalist sistemin içerisine girdiği kriz, içinden çıkılması şöyle dursun derinleşerek ve kökleşerek sürdü, sürüyor. Bu krize eşlik eden, burjuva araç ve kurumlarının, yasalarının ve siyasal partilerinin, onların programlarının alt sınıfların ve tüm ezilenlerin ihtyaçlarının hiçbirini temsil etmemelerinden kaynaklanan burjuva temsil krizi gündelik yaşamın çok sıradan bir öğesi haline geldiği için ve her gün bu havanın içerisinde soluduğumuz için olsa gerek çok fazla tanıyamıyoruz. Aşina olan şeylerin bilinmesi daha zordur da ondan. Gündelik yaşamı yabancılaşmış/şeyleşmiş ilişkilerin üretimiyle her gün yeniden ve yeniden kuşatmak için çok güçlü aygıtlara sahip olan burjuvazinin yarattığı bu normatif bilinçten ne kadar azadeyiz?

Nesnel olarak, yani kapitalist birikimin neden olduğu tüm sayısal verilere bakın, ek olarak bunların kitlelerde yarattığı yıkıma bakın, komünizm daha önce kitleler için ne zaman bu denli bir ihtiyaç ve pratik bir zorunluluk haline gelmişti? Bu bizi bir program tartışmasına götürmüyor mu? Burjuvazinin partilerinin birbirlerinin birer kopyası olan serbest piyasa temelli programlarının kapitalist krizlerin altında inim inim inleyen geniş halk kitlelerinin dertlerine derman olmayacağını öğrenmemiz için bir restorasyonun gerçekleşmesini ve yıllara yayılacak bir hegemonya kurmasını beklemek zorunda değiliz.

Yalnızca ekonomik kriz değil. Ondan tamamen ayrı bir kategori olarak ele almak elbette yöntem olarak çok doğru olmayabilir ama pandeminin yarattığı bir dizi sosyal yıkım da aynı biçimde gündelik yaşamın birer öğesi haline gelerek yerleşikleşti, kalıcılaştı. Belki de yaşadığımız şoktan dolayı bunu başta kavramakta zorlandık.

Evet, biraz kendimize projeksiyon tutmak iyi olacak. Yıllardır hareket(ler)imizin herhangi bir toplumsal sorun karşısında istikrarlı bir pratiği yok. Örneğin barınma sorunu ile ilgili istikrarlı bir pratiğimiz yok. Yoksullukla ilgili istikrarlı bir pratiğimiz yok. İşçi aristokrasinin işveren sınıfıyla uzlaşısının bir ürünü olan sendikal bürokrasi hükümranlığı karşısında işçi sınıfı hareketinin içerisinde istikrarlı ve sendikalizmin her türlüsünün ilerisine işaret edecek programatik bir çizgi oluşturulabilmiş değil. Demek istediğim, çoğu ekonomik temelli direnişler bir şekilde bitiyor ve herkes gündelik yaşamına dönüyor. İrili ufaklı bir sürü işçi direnişinde mücadele eden işçi sınıfı kahramanlarının emeklerinin göz ardı edilmesi değil bu. Bu çabanın programatik bir çizgiye aktarılmamasından kaynaklanan büyük boşluğa dikkat çekmek niyeti sadece.

Bugün sosyalist hareketin kriziyle doğrudan bağlantılı olarak, kitlelerin şunu görmeye çok ihtiyaçları var: “Sosyalistler kapitalist dünyanın yarattığı tüm krizlere ve yıkımlara karşı protest bir tarzda yaklaşmaktan daha ilerisine sahip. Gündelik sorunlara kalıcı çözümler üretebilecek vizyona sahipler.”

Bu niçin önemlidir? Bu soruya cevap verebilmek için sosyal devrimin geçirdiği süreçleri hatırlamamız gerekiyor öncelikle. Elbette bir devrimin gerçekleşmesi için öncelikle bir devrimci durum tespiti yapmak gerekir. Bu devrimci durum Lenin tarafından şöyle formüle edilmişti: Yönetenlerin eskisi gibi yönetmeyi hiçbir koşulda beceremeyecekleri, yönetilenlerin ise hiçbir koşulda yönetilmeyi istemeyecekleri durum devrimci durumdur.

Lenin’in bu saptaması çoğu zaman istismar edilen bir husustur. Çünkü bu durumun olmadığı tespiti yapılarak devrimci hazırlık göz ardı edilir. Ne de olsa Lenin gibi bir devrimci liderin referansı söz konusudur. Oysa aynı Lenin devrimci durumların henüz ufukta belirmediği anlarda bile devrimin güncel ihtiyaçları için çalışır ve deyim yerindeyse savaş hazırlığına girişir. Çünkü üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki vardır, aslında sürecin her anında işlemektedir ve kimi işaretlerle gelecekte olacak olanlar konusunda ipuçları sunar. Kitlesel siyasal grevler ve öğrenci eylemleri, dünya savaşı, savaş esnasındaki ulusal kurtuluş mücadeleleri… Bunların her biri gelmekte olan alt üst oluşun işaretleridir 1917 Ekim devriminden önce. 1905 devrimini takip eden gericilik yıllarından çıkış 1911 yılındaki öğrenci eylemleri ve ardından siyasal grevlerle sürmüştü. Savaşın da patlamasıyla devrimci durum git gide kendisini hissettirmeye başlamıştır.

Bugünkü kitlesel eylemler ve savaş hali ile o dönemki durum arasındaki şabloncu bir ilişki kurma niyetinde değiliz. Bugün kitlelerin yönetilmek istemediklerini de iddia edemeyiz. Egemen sınıf bloğunun da yönetmekten bütünüyle aciz olduğunu iddia edemeyiz. Yine de bütün bu gerçekçi yaklaşım başka bir gerçekliği barındırıyor. Büyük sayılabilecek alt üstlükler yaşandı, yaşanmaya devam ediyor ve yaklaşmakta olan şey bir istikrar dönemi değil. Yaklaşmakta olan şey istikrarsızlığın süreceği bir dönem. Çünkü önemli kırılmalar yaşandı ve bu kırılmalar toplumsal-siyasal alanda geri döndürülmez niteliksel süreçler yaşattı. Kapitalizmin genelleşmiş krizi bu süreçleri hızlandıracak, çünkü bir tarihsel krizden bahsediyoruz.

Bir devrimci dönemde değilsek de, an an işleyen ve devrimcilerin etki alanlarını güçlendirme olanakları barındıran o çelişkinin git gide derinleştiği bir dönem içerisindeyiz. Bu çelişki sınıfsal saflaşmayı ve diğer tüm ezen ezilen ilişkilerine dayalı saflaşmayı arttırıyor. Bunca şiddet ve kaotik durum tam olarak bu yüzden yaşanıyor. Burada katalizasyonu arttıracak bir devrimci konumlanma gerekli olduğu kadar tarihsel bir görev de. Erken devrim dönemi diyebileceğimiz bu dönemde başta işçi sınıfı olmak üzere ezilenlerin kutup yıldızını yaratmaktır esas görev.

Aksi bir konumlanma ve aksi bir hareket tüm iyi niyetlerine rağmen düzenin içerisine sıkışmaya yazgılı. Sınıfsal çelişkilerin git gide daha fazla hissedildiği, proleter kimliğin daha fazla keşfedildiği, kadınların isyanının bir toplumsal harekete dönüştüğü ve ekolojik denge ile sermaye/devlet ortaklığı arasındaki çelişkinin gün yüzüne çıktığı bu dönemin ihtiyacı bütünleştirici bir çıkış programıdır. Geri kalan her türlü mücadele biçimi (parlamenter mücadele, ücret talepleri, 6284’ün uygulanması, zamların geri alınması talepleri vd.) bu odak tarafından dışlanmaz aksine içerilir. Bu bir mücadele zenginliğini de yaratır. Bu mücadelelerin mutlaklaştırıldığı her yaklaşım ise düzen siyaseti tarafından içerilmeye mahkûmdur.

Bu programın odağı tek bir siyasi parti ve hareket mi olmalıdır? Günümüz dünyasındaki parçalılık ve zenginlik bunu bir zorunluluk olmaktan çıkarmıştır. Toplumsal alanın her bir yerini tutmakta olan parti ve hareketlerden oluşan çoklu bir siyasal özne olabileceği gibi, tek bir tüzükte bütünleşmiş ama kendi gündemleri etrafında fraksiyonlara ayrılmış bir biçimde de olabilir. Veyahut bütünleşik bir siyasal özne de olasıdır. Nasıl bir programa ihtiyaç duyulduğuna gelince, bu, başka bir yazının konusudur.