Antonio Gramsci, eski dünyanın yıkılıp gitmekte olduğu, yenisinin ise bir türlü doğmadığı ara dönemi İnterregnum olarak tanımlamıştı.

İşte tam da şimdi, eski dünyanın yavaşça batmakta, yeni bir uygarlığın ya da düzenin henüz kendisini güçlü bir şekilde göstermediği bir ara dünyanın içerisinde yer aldığımız anlaşılıyor.
Evet, iki dünya arasında araftayız.

Daha doğrusu, çözülen kapitalizm ama yenisi ne, nasıl kurulacak, hatta yenisi olacak mı, tartışılıyor; hepimiz olup biteni, olası yönelim ve inşa çabalarını anlayıp çözümlemeye  çalışıyoruz.
Dünya genelinde yeni bir uygarlık kurmak ile uygarlığı kapitalist yıkım düzenine kurban etmek arasında tercih yapacağız.

1.Dünyamız

Evet, eski dünya bazen ivmelenen, kimi zaman da yavaşlayan, ama her seferinde daha köklü bir biçimde değişime zorlanan bir biçimde çözülüyor. Yeni dünya, yani 21.yy komünizmi ise henüz bir oluş ve kimlik arayışı halinde. Başta işçi sınıfı olmak üzere, iç içe geçen zengin toplumsal dinamiklerin birbirlerini etkileyip besledikleri, ancak henüz onları ileri taşıyacak bir politik özneyle buluşamadıkları bir zeminde büyümeyi ve gelişmeyi bekliyor.

İşçi sınıfının artan niceliğinin ve küresel yayılımının yanı sıra, kapitalist dünyanın iç çelişkilerinin gezegenin her yanına yayıldığı bir zaman dilimindeyiz. Mülkiyetin bölüşülmesindeki adaletsizliklerden, toplumun derinliklerine nüfuz eden yabancılaşmaya, toplumsal çürümeden patriarkal egemenliğin saldırılarına, ekolojik krizden emperyalist savaş dayatmalarına, kitlesel göç dalgasından yükselen faşist ideolojilere kadar, bugüne dek hiç olmadığı kadar büyük ölçekte bir krizler yumağıyla sarılıp sıkıştırılıyoruz. Bilinen tarihin en büyük toplumsal-ekolojik yıkım tehlikesiyle yüzleşiyoruz.

Artan iç çelişkiler bir yandan yeni bir uygarlığın maddi olanaklarını ortaya çıkarırken, bir yandan gezegen üzerinde yaşayan tüm canlıların varlığını tehdit ediyor. Gidişatın nereye doğru olacağını insanların politik yönelimleri belirleyecek.

2.Bölgemiz

Emperyalist hegemonyanın, Sovyetler sonrasında tek bir odakta (ABD) toplanarak, dünyanın bir “İmparatorluk” tarafından yönetilebileceği fikri bir dönem çok rağbet görse de, hem ABD’nin dünyanın her yerine güç dayatması onun sınırlarından dolayı mümkün olmadı, hem de emperyalist dünyanın iç çelişkileri ona “dur” dedi. Sovyetler sonrası oluşan yeni dünya düzeni, emperyalistler arası rekabetin belirleyici olduğu, yalnızca ABD’nin değil, dünyanın başkaca büyük güçlerinin (Rusya, Çin, Almanya vs.) de “güneşin altındaki yerlerini” talep ettikleri bir şekilde kuruldu.
O çelişkilerin en büyük mücadele alanı Orta Doğu coğrafyası oldu. Afganistan sonrası Irak ve Suriye savaşları bir yandan yüz binlerce insanın ölümüne, diğer yandan milyonlarcasının göç etmesine neden oldu. Ancak olay tek boyutlu gelişmedi; emperyalist saldırganlığın amaçlarının önünde pürüzler oluşturan irili ufaklı halkçı dinamik ortaya çıktı ve emperyalist güçlerin bölgede istikrar sağlamalarının önünde engel teşkil ettiler. Bu halkçı güçler, henüz sınıfsal devrimci bir zeminle buluşmasalar da, taşıdıkları halkçı-direnişçi içerik, nesnel olarak bir Orta Doğu halk devrimini mümkün kılıyor.

Halkçı direnişçi güçlerin bu direnişçi içerikleri, komünist/devrimci dinamiklerle buluşarak, Orta Doğu’nun tarihini yeniden yazacak bir potansiyel taşıyor. Bu olasılığın devre dışı bırakılması ise, tamamıyla yıkım ve kaosun önünü açacaktır. Orta Doğu coğrafyası, iki dünya arasında salınıp duruyor.

3.Ülkemiz

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, üstlendiği gelenek ve kurduğu rejim itibariyle bir tür despotik burjuva cumhuriyeti olarak katıldı modern dünyaya.  Onun doğuşu ve gelişim,  çarpık ve gerici oldu. Bu gelişim modelinde, Osmanlı’dan devralınan otoriter/baskıcı nitelik olduğu gibi korundu. Devlet ve rejim halkın üzerinde, halka karşı bir nitelikle, hemen hemen hiçbir halkçı içeriğe izin vermeyen bir yapıda var etti kendisini. 

Bu yapı, çözmekten imtina etiği kriz dinamikleri ile sürekli zorlansa da, günümüze dek kendisini sürdürebildi.

Yine de krizler her daim yakasını bırakmadı. Rejimin üzerine oturduğu kriz dinamikleri (Kürt sorunu, Alevilik sorunu), devlet içerisinde bir türlü nihayete eremeyen krizler, halkın siyasete katılımının ketlenmesinden doğan temsiliyet ve meşruiyet krizleri, bir bütün olarak siyasal sistemi zorluyor.

Uzun bir tarihe sahip olan bu baskıcı-despotik devlet iç çelişkilerinden dolayı sarsılıyor, baskılanıyor, zorlanıyor. Muktedirler, eskisi gibi yönetemiyor, gemilerini yürütemiyor, iktidarlarını yasal ve daha da önemlisi meşru bir zemine oturamıyorlar. Sallanıyorlar, çatırdıyorlar.

Ama eskinin yerine neyin geleceğine dair bir işaret yok. Türlü olasılıklar bir arada, eskiyi sallıyor, onu değişmeye zorluyor ve ama eski dünya kadim zamanlara dek uzanan tarihselliğiyle direniyor.
Onun yerini alacak olan şey, asalak egemen sınıfların siyasal iktidarına son verecek bir demokratik cumhuriyet olabilir. Demokratik Cumhuriyetin var olan durumu ortadan kaldıracak yegâne maddi güç olduğunu düşünüyoruz. O bir tercih değil, var olan durumu ortadan kaldırabilecek bir gerçeklik.
Diğer olasılıklar ise düzenin despotik niteliğinin çeşitli zamanlarda restorasyona uğramaları ya da tamamen faşist bir düzenin kurumsallaşması olacaktır.

4.Sitemiz

El Yazmaları dünyamızın, bölgemizin ve ülkemizin içerisinde nefes alıp verdiği bu ara dönemi derinlemesine tanımlamayı; 21. Yüzyıl devrimci hareketlerinin bütünlüklü ve derinlikli koşullarını ortaya koymayı, ülkemizin ve bölgemizin bu ara dönemden demokratik cumhuriyete geçişlerinin koşullarını ortaya koymayı önüne koyan bir politik yayındır. 

İşçi sınıfı hareketinden, kadın kurtuluş hareketine, ekolojik hareketten savaş karşıtı harekete, yoksulların isyanından sanatın başkaldırısına, gençlik hareketine tüm toplumsal dinamiklerin sesidir.

El Yazmaları bu geniş toplumsal muhalefetin yalnızca düzeni teşhir ettikleri platform değildir. O aynı zamanda yeni dünyanın gündelik yaşamda ilmek ilmek kuruluşunun tanıklığını yapmak için yola çıkıyor.

El Yazmaları, “Asıl olan dünyayı değiştirmektir” düsturundan hareketle, dünyayı değiştirici gündelik eylemlerin ve gündelik yaşamın politik tahlili ve politik yorumunu yapacak.

El Yazmaları yerel ve küresel ölçekte birbirleriyle iç içe geçmiş olguların “geçmiş”te ne olduklarını, “şimdi”nin içerisindeki durumlarını ve “gelecek”te neye evrileceklerini anlamaya çalışacak. El Yazmaları, emeğe, doğaya, emek ürününe, öteki bireylere karşı yabancılaşmaya karşı çıkışların kendisini ifade platformudur.

El Yazmaları son olarak neoliberalizmin, kapitalist tahakkümün ve baskıcı iktidarların, toplumsal alanda baskı altına aldıkları, güdükleştirdikleri ya da tamamen yok ettikleri umut, yeni bir toplum tahayyülü ve “başka bir dünyanın olanakları”nı inşa etme platformudur.