Operasyonlar Faşizmi Zayıflatıyor mu?

Her şey yeni başlamadı. Bu noktaya adım adım geldik. Ama seçim sonrasında ülkenin taşra teşkilatlarını doğrudan belirleyen bakanlık olan İçişleri Bakanlığı’nda meydana gelen değişiklik beraberinde bir dizi operasyonu tetikledi. Önce valiler kararnamesiyle bir dizi değişiklik yapıldı. Osmanlı’dan kalma bir devlet geleneği olarak cumhuriyete devredilen ve sürekli uygulanarak bugüne kadar gelen vali (beylerbeyi) rotasyonu seçimden hemen sonra bir kez daha uygulandı. Osmanlı’da valilerin yerelde nüfuzlarını arttırmaları, yerel eşraf, egemen sınıf temsilcileri ile ittifaklar kurmaları, yerelde palazlanmaları ve böylece merkezi otoriteye karşı güçlü konuma gelmelerini önlemek amacıyla valilerin yerlerini zaman zaman değiştirdiği bilinir. Cumhuriyetle birlikte taşranın sömürülmesi son bulmadığına göre aynı uygulamanın devamı zorunluydu.

Yeni İçişleri Bakanı’nın fazla zamanı yoktu ve işe koyulmalıydı. Ağustos ayının başında yapılan atamalarla 52 ile yeni emniyet müdürleri atandı. Bir kısım muvazzaf emniyet müdürü ya da üst düzey emniyet elemanı merkeze çekildi. Peşi sıra gelen valilik kararnamesiyle 57 ile yeni valiler görevlendirildi. Bazı valiler merkeze çekildi. Bir önceki dönem İçişleri Bakanı olan Süleyman Soylu’ya gönülden bağlı kimi valilere merkeze çekildi. Böylece yeni İçişleri Bakanı’yla uyumlu idari kadrolar görevlerine başladılar. Soylu döneminden beri devam eden Soylu-Yerlikaya çekişmesinin bir ürünü olarak yapılan bu atamalar sürpriz değildi elbette. Böylece merkez-taşra uyumunu sağlayacak bir teşkilatlanma ortaya çıkmış oldu.

Yeni İçişleri Bakanı’nın tek yeniliği bu kritik atmalar olmadı. Deyim yerindeyse yeni bakan operasyon düğmelerine art arda bastı. Gündemdeki yerini halen koruyan ve halen devam eden operasyonların genişlemesi olası. Selefin teslim bayrağını açarak halefe biat etmesi de bir diğer olasılık. Yasal güç nasıl olsa tek bir elde toplandı şimdilik.

Ayhan Bora Kaplan Olayı: Çetelere Aman Yok (!)

Göreve geldikten sonrası sayısını binlerle ifade ettiği sayıda uyuşturucu operasyonu düzenlediğini açıklayan yeni İçişleri Bakanı, sonunda operasyonun hedefine her seferinde Süleyman Soylu ile yakınlığı ve bağlantılarıyla gündeme gelen Ayhan Bora Kaplan’ı da koydu. Ayhan Bora Kaplan bir suç örgütü lideri olarak tanımlanıyor.

Üst düzey bir yüksek yargı mensubuna hediye olarak lüks ev ve araba hediye ettiği de iddia edilen Ayhan Bora Kaplan’a yönelik başlatılan operasyon genişletiliyor. Polisler açığa alınıyor, yargı mensupları soruşturuluyor, kimi şirketlere el koyuluyor. Ayhan Bora Kaplan ve çetesinin Soylu sayesinde geldikleri bir konum var. Örneğin firari olan ve aranan Fethullahçıların evlerindeki büyük miktarda paraları polisin yardımıyla yağmaladıkları iddia edildi. Sadece bir evden 100 milyon dolar kaldırdıkları da ifadelere geçen bir detaydı.

Ayhan Bora Kaplan’ın uyuşturucu işinde de aktif olduğu biliniyor. Dünya genelinde Batı ile Çin arasında cereyan eden ticaret koridorları ve meta dolaşımı mücadelesi gündemi epey meşgul etmişken teşbihte hata olmaz. Limanlara yanaşan gemilerde ortaya çıkan uyuşturucunun sık sık haber konusu olması ülkemizin bir uyuşturucu koridorunun ortasında olduğunu gösteriyor. Bunu kimin organize ettiğiyle ilgili herkesin bir tahmini vardır.

Her detayda soruşturmanın ucu bir biçimde Süleyman Soylu’ya dokunduruluyor. Henüz kendisine dokunulmuyor tabi ki. Büründüğü dokunulmazlık zırhı belki de onu şimdilik koruyordur. Ama bu operasyondan kazasız belasız çıkıp çıkmayacağını muhtemelen vereceği tavizler belirleyecektir.

Operasyona eş zamanlı olarak yargı mensuplarına yönelik Adalet Bakanlığı merkezli bir rüşvet operasyonu da yürütülüyor. Sızan bilgiler birçok hâkim ve savcının suç işleyenlere beraat ettirme, cezaevindekileri tahliye etme karşılığında rüşvet aldıklarını ortaya koymuştu. Bu çerçevede Adalet Bakanlığı da harekete geçerek iddiaları araştırmaya başlamış!

Dilan-Engin Polat Olayı: “Bu Kadar Parayı Sana Kim Verdi”?

Yargı ve emniyete uzanan operasyonlara bir de evlere şenlik bir magazinsel olay eklendi ki sormayın gitsin. Her şey bir biçimde politiktir tabii ki, magazin de bunlara dâhil. Niçin ve ne şekilde ünlü olduğunu bir türlü anlayamadığımız Dilan Polat ve onu deliler gibi seven, kendisine jet hediye eden eşi Engin Polat da operasyonların hedefindeydiler. Zengin oldukları için hedefte olduklarını, kıskanç odakların kendilerini çekemedikleri hedef tahtasına oturduklarını söyleyen çiftimizin bu iddiaları pek tutmuşa benzemiyor.

Yorumlara göre görgüsüzlüklerini ortaya saçtıkları, suçlarını gizlemeyi başaramadıkları, hızla zenginleşerek dikkat çektikleri için malî polisin dikkatini çekmişlermiş. Türk polisi yakalar! Öyle kısa yoldan zenginleşmek hukuk devletine uyar mıydı hiç?

Gerçekten öyle mi? Kara para akladığı, dolandırıcılık yaptığı, burjuva hukukuna göre usulsüzlükler yaptığı, yasaları tanımadığı, kamu ihalelerini cukkaladığı, birçok suç işlediği kabak gibi meydanda olan, kısa sürede zenginleşen ve sosyal medyada yaptığı görgüsüz şovlarla lüks yaşantısını açık eden tek çiftimiz Polat çifti miydi? Öyleyse onların günahı neydi?

Kurdukları kozmetik şirketi aracılığıyla mail order adı verilen bir kredi kartı yöntemiyle kara para akladığı iddia edilen çiftimiz hızla zenginleşince, ülkede kimse kara para aklamadığından dolayı işsizlikten uzun süredir pek bir iş yapmayan ve otur otur artık canı sıkılan Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK)’ın dikkatini çekmiş. Belki de bu yönde bir talimat gelmiştir. Belki de yeni İçişleri Bakanı’nın doğrudan bir talimatı söz konusudur.

Peki, bu kadar iddiayı neye dayandırıyoruz? Elbette ceza kanununa. Türk Ceza Kanunu’nda kara para aklamanın pek dişe dokunur bir cezası yok. Bu suçu işleyenleri 7 yıl hapis cezası bekliyor (tamamı yatılmıyor) ve aklandığı tespit edilen paraya el koyuluyor. Bu nokta önemli. Eğer iktidar sahiplerinin kara paranın aklanmasıyla ilgili bir derdi olsaydı yapılacak şey bellidir: Ceza kanunda sert önlemler almak, sıkı denetimler getirmek, MASAK’ı sıkıcı işsizlikten kurtarmak olurdu. Burada operasyonun asıl amacı ayın on dördü gibi meydana çıkıyor: Ranta el koymak.

Türkiye’de kara parayı doğrudan yasal olarak aklayan devasa bir kurum varken, Dilan ve Engin Polat’a operasyon yapılmasını bir tür temizlik operasyonu gibi görmek/göstermek ileri derecede saflıktan başka bir şey değil. Gün gün gelişmeleri sosyal medyadan takip ederek Polat çiftinin acı sonu (!) ile coşkuya gelmek bizi içinde bulunduğumuz devasa gösterinin saf seyircisi yapıyor.

Ülkede kara parayı doğrudan yasal olarak aklayan kuruma gelince. İstanbul Finans Merkezi’nden bahsediyoruz. 2022 yılında faaliyete geçen finans merkezinin mevzuatında yatırım konusu olan paraların kaynağı önemsenmiyor. Üstelik ilk on yılda belki de dünyada eşi olmayan bir vergi affı düzenlemesi mevcut. Dünya genelinde ölçeği artan ve burjuva retorikte “kara para” olarak adlandırılan (hangi parası ak ki?) devasa paraların ülkeye çekilmesi hedefleniyor. Operasyonlar mı? Belki de birileri kara paranın merkezileşip bir ya da birkaç noktada yoğunlaşması için operasyon düğmesine basmıştır, ne dersiniz?

Hakkını arayan işçi eylemleri dâhil olmak üzere bütün halk muhalefetinin ve sosyalist hareketin hukuksal düzenlemeler ve devlet şiddetiyle baskılanarak inisiyatifinin daraltılmaya çalışıldığı bir ortam içindeyiz. Faşizm böyle yol alıyor.

Soylu ile fotoğraf çektirmeyi ihmal etmeyen suçlular kataloğundaki bu yeni yetme çiftin operasyonu yasa dışı bahis oynatan ve adı halen gizlenen birilerini hedef alıyor olabilir mi? Yasa dışı bahis sektörü bu kadar büyümüşken birileri tıpkı uyuşturucu pazarında olduğu gibi bu pazara da el koymak istiyor olabilir mi? Olabilir.

Sonuç: Faşizm Zayıflamıyor

Çete lideri Ayhan Bora Kaplan’a, vurguncu Polat çiftine, rüşvetçi yargı mensuplarına karşı girişilen operasyonlar genelde bir iyimserlik havası yarattı. Suç işleyenlerle, çetelerle amansız mücadeleye girişeceğini açıklayan yeni İçişleri Bakanı’nın bu yönelimi epey takdir toplamışa benziyor.

Oysa bu konuda iyimser olmak şu noktada mümkün değil. Uyuşturucu, bahis ve kaynağı belirsiz para operasyonlarının ve bunların tezahürü olduğu çok belli olan, genelde üçüncü sayfa haberi olarak karşımıza çıkan çete hesaplaşmalarının arkasında göründüğünden daha karanlık bir gerçek var: Faşizm bu gelişmelerle zayıflamıyor. Herkesin kendi hukukunu uyguladığı ilginç ve bir o kadar da soğuk bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Yasaların askıya alındığı bu özel dönem, gücü diğerlerine yetenin ayakta kalacağı, diğerlerinin eleneceği bir dönem.

Ülkenin taşrasında hemen hemen her şehirde bürokrasi-cemaat-parti-çete bileşenlerinin hep birlikte kurduğu suç şebekeleri gizlenemediği gizlenme ihtiyacı da duymuyor. Suçları hem aleni bir biçimde işleyen hem de güvenli kollar tarafından himaye edilen bu oluşumların iç mücadeleleri bir ileri düzeye sıçramıştır. Faşizmin cangıl yasaları devrede. Suç işleyenlerle hesaplaşma falan yok. Suç temerküzü gerçekleşiyor, suç merkezileşiyor. Devlet içerisinde konumlanmış kliklerden güçlü olanlar, zayıf düşenleri eliyor. Onların kaynaklarını kendi kaynaklarına katıyorlar. Para kaynakları merkezileşiyor, daha dar oligarşik yapıların elinde toplanıyor. Orta ölçekli baronlardan büyük baronlara, tekelleşen baronlara geçiyoruz. Bahsi geçen kavga dövüşü bir zayıflık ya da zayıflama değil de faşist koalisyondaki kimi odakların büyüme belirtileri olarak görmek lazım.

Soylu gibi sert-şahin bir figürün devre dışı bırakılması, yargı, emniyet ve idari bürokrasisindeki ilişkilerinin tasfiye edilmesi görünüşte herkese oh çektiren bir gelişme gibiydi. Ne de olsa döneminde her kesimi bir biçimde terörize eden bir bakandı. Şimdi o odağın ortadan kalkmasını normalleşme adımı olarak okumak, faşistleşmeyi kişi kültüne bağlama hatasına neden olur. Önemli olan bir mücadele alanı olarak devletin bu mücadeleler sonucunda evrilerek geldiği yeni durumdur. O yeni durum halkların tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıp durmaktadır.