31 Mart Seçimleri: “Kutsal Dava” Kimliği Parçalandı

İktidardaki faşist koalisyonun uzun iktidar dönemi boyunca her önemli olayda/olguda sorulan ve her seferinde beklenti içerisindeki soru sahibini tatmin etmeyen cevaplara mazhar olan o meşhur soruya çok daha net bir cevabımız var artık: Evet 31 Mart seçimleri iktidar açısından sert bir kırılmadır.

7 Haziran ya da 15 Temmuz’da da benzer cevaplar verilmesi olasıydı ama iktidardaki güçlerin bu kırılmaları bertaraf etme kapasiteleri vardı. Devreye koydukları planlar bırakın iktidarda bir kırılma yaratmayı aksine zorunlu olarak daha militan ve gözü kara bir faşizm iklimine yol açtı. Planlarını uyguladılar, iktidarlarını faşistleşmeyi ivmelendirerek süreklilik içerisinde kopuşlar/kırılmalar yaratarak ve büyük riskler alarak iktidarlarını sürdürmeyi başardılar.

Bu uzun yürüyüşteki her kritik noktada sistemin mimarisinde geri dönüşü zor ya da imkânsız dönüşümler yaşandı. Uzun bir sürekliği olmakla birlikte devlet aygıtı özellikle son dokuz yılda dönüştü. Her şey iktidar sahiplerinin iktidarlarını sürdürebilmeleri için dizayn edildi. Bu arada olmaz denilen her şey oldu, yapılamaz denilen her şey yapıldı.

HÜDA-PAR, Zafer Partisi, İYİP gibi partilerin kelimenin tam anlamıyla madara olmaları manidardır. Seçimin yerel seçim olması nedeniyle belki gerçek oy oranlarına ulaşamadıkları iddia edilebilir ama gerçek oy oranlarıyla 31 Mart’ta aldıkları arasında devasa oy oranları olmadığı rahatlıkla iddia edilebilir. Toplumsal mücadeleyi içten içe çürüten bu virüslere karşı toplumun kendisini dezenfekte etmesi ve şimdilik bu partilerin sadece kuru gürültüden ibaret hale gelmeleri bu seçimin en önemli kazanımlarından biridir.

Nüfusun büyük bir bölümünün proleterleşmekte olduğu, bu sürece aynı anda ekonomik saldırıların eşlik ettiği, emeğe ve doğaya karşı neoliberal saldırıların tarihin en yüksek ve en çılgın düzeylerine ulaştığı bu momentte egemen sınıflar devreye Şimşek planını soktular. Seçimlerde ortaya çıkan tablo geniş halk yığınlarının bu saldırı planına verdiği tepkinin ürünüdür. CHP gibi burjuva muhalefet partisini yükselten de Yeniden Refah gibi bir başka marjinal partinin yelkenlerine rüzgâr taşıyan da bu birikmiş sınıf öfkesidir. Bu birikmiş sınıf öfkesinin CHP’nin oy oranlarında emaneten durduğunu peşinen söyleyelim.

Bu dip dalgasının neden sosyalist solu yükseltmemesi ile ilgili birçok sav ortaya konulabilir. Biz şimdilik sosyalist solun kriziyle alakalı bir durumdur ve başka bir yazının konusudur diyelim.

Kimliğin Çözülüşü

AKP’nin yoksul halkta inşa ettiği kimlik onun uzun iktidarının alameti farikası oldu. Yoksulluğu bertaraf edici ve sınıf kimliğini aşındırıcı yer yer paternalist/iyiliksever sosyal ilişkiler sınıfsal aidiyeti görünmez kılıyordu. Yoksulları kutsal dava kimliğinde egemen sınıfların çeperine hapseden bu politikaların yarattığı bu hayali kimlikler AKP’yi uzun süre birinci parti yaptı. Sınıf mücadelesinin siyasal öncülerinin zayıflığının doğrudan etkili olduğu bu inşa sürecinde emeğe ve doğaya yönelik saldırılar belki de ülke tarihinin en yüksek noktasına ulaşmış, tırpanlanan tüm hakların yerini sadakacı/yardımcı sözüm ona sosyal politikalar almıştır. Elbette bu politikaların gelip çarpacağı yer ülkenin iktisadi yapısının zaafları olmuştur.

Dışarıdan sıcak para girişinin dünya genelinde etkili olan ekonomik bunalımlar nedeniyle sekteye uğraması uyuşturucu bağımlısı gibi sürekli girdiye ihtiyaç duyan Türkiye kapitalizminin dengelerini sarsmıştır. İthalata bağımlılık yükselen döviz kurları nedeniyle daha da içinden çıkılmaz bir duruma soktu, enflasyon milyonları daha da yoksullaştırdı. Devreye Şimşek’in planı girmeliydi. Aslında geçtiğimiz mayıs seçimlerini muhalefet kazansaydı aynı planı devreye sokacaklardı ve belki de yerel seçimlerde hezimete uğrayanlar kendileri olacaktı.

Yerel seçimlerin bu şekilde sonuçlanmasının ve kitlelerin bir burjuva kliğinden diğerine yönelmelerinin temel nedeni tam da burada yatıyor. Mayıs seçimleri sonrası uygulanan acı reçete ve kemer sıkma politikaları halkı kısa sürede daha fazla yoksullaştırmıştır. Bu yoksullaşmanın etkilerini hafifletici sosyal politikalar daralan ekonomik kapasite ve Şimşek’in mali disiplin diktası nedeniyle uygulanamamıştır. Muhalefetin İstanbul ve Ankara’daki yerel yönetim pratiğinde uygulamaya koyduğu kimi sosyal yardımlar ve yine aynı pratiğin ürettiği güçlü İmamoğlu figürü arayış içindeki halkın tercihini belirlemiştir.

AKP’nin inşa ettiği ve sınıfsal çelişkileri dışarıda bırakan “kutsal dava” kimliğinin çözülüşünde etkili olan şey çıplak sınıf gerçekliğidir. Bu anlamda geçmişte çok fazla belirleyici olan “terör ve terör destekçiliği” söyleminin bu seçimlerde hemen hemen hiçbir karşılığının olmaması anlamlıdır. Ekmek davası tüm davaların önüne geçmiştir.

Bu noktada Anadolu’da, İstanbul’da, sınıf havzalarında güçleri oranında ısrarla sınıf mücadelesini yükseltmeye çalışan komünistlerin ve sınıf sendikacılığı yürüten sendikacıların katalizör rollerini unutmamak gerekir. Son iki üç yıla yayılan işçi direnişlerinin biriktirdiği öfke ve bilinç söz konusu dava kimliğinin aşınmasında belirleyici düzeydedir. Korkunç iş cinayetlerinin ve takip eden dönemlerde işçi direnişlerinin yaşandığı bölgelerde, Urfa’da, Antep’te, Soma, Bartın, Ermenek, Zonguldak gibi yerlerde AKP’nin sert bir düşüş yaşaması bu ısrarlı ve militan duruşun etkisiyle olmuştur. Söz konusu oyların büyük oranda CHP’ye akmış olması başka bir tartışma konusudur ve çetrefillidir.

Peki, Şimdi ne Olacak?

Şair bir yerde “Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi” diyordu. 31 Mart seçimleri faşist AKP-MHP koalisyonuna sert bir tokat indirmiştir. Bu ölüm gibi bir şeydir. Ama neticede kimse ölmemiştir. Faşizmi AKP-MHP siyasal alanına hapsetmek bir hata olacağından faşizm icracısı faşist koalisyonun seçimlerde yediği bu tokadın ardından halk güçlerinin ne yapacağı önemlidir. Bundan sonrası bir siyasal öncülüğe bakar. CHP’nin geçen mayıs seçimlerinden bu yana (ya da son 100 yıldır) halkçı bir partiye evrilmediğini, halk tarafından ele geçirilmediğini hepimiz biliyoruz. Halkın CHP’ye teveccühüne CHP’nin bile şaşırmıştır. Halkın öfkesi CHP saflarında emaneten durmaktadır. Bu öfkenin bağımsız bir hatta ifade edilmesi gerekiyor.

En zayıf anlarında devlet şiddetini kullanacaklarını gösterdi iktidar. Bu yazının yazıldığı zamanda Van belediyesi seçimleri şiddet yoluyla çalınmak istendi. İktidarın yaptığı bu yoklama/deneme halkın direniş duvarına çarptı. Bu denemelerin oluşan boşlukların önüne geçilemezse bu devlet şiddetinin tam bir faşist diktatörlük yoluna götürülmek istendiği anlaşılıyor. Van’a sahip çıkmak ve saldırıyı püskürtmek için hızlı bir seferberliğe ihtiyaç vardı. İlk sınavı iyi verdik. Ama durmamak gerekiyor. Aksi takdirde açığa çıkan halk enerjisi hem bası altına alınacak hem de sönümlendirilecek. Bu anlamda halkların kader birliği kendisini bir kez daha hatırlatıyor. Bu rejim sürdükçe Şişli’deki patlamada görüldüğü gibi hiç güvende olmayacağız. Bu rejim sürdükçe Kürt halkı hiçbir zaman özgür olamayacak.

“OVP’ye hayır, halkın bütçesi için mücadele, halkın programı için mücadele, kayyum değil demokratik yönetim” gibi ayrıştırıcı sloganlara ihtiyacımız var. Bir cephe inşası ihtiyacı vardır, yapılmalıdır. Zaman azdır, geri duran hesabını vermelidir. Aksi takdirde ne olacağını hepimiz biliyoruz.