İsrail – Filistin Savaşına Rusya’nın Bakışı

Filistin’deki 14 örgütün ortaklaşa gerçekleştirdiği Mescid-i Aksa Tufanı Operasyonu Gazze Şeridi’nden İsrail’e yönelik yoğun roket ateşiyle 7 Ekim sabahı başladı. Militanlar ülkenin güneyindeki sınır bölgelerine harekât başlattı. Roket saldırısının sorumluluğunu Filistinli İslamcı hareket Hamas üstlendi. İsrail Savunma Bakanı Yoav Galant yedek askerlerin askere çağrılması emrini verirken, İsrail tarafı da karşılık olarak Gazze Şeridi’ndeki hedefleri vurmaya başladı. Aynı gün Galant, Filistinli militanların başlattığı savaşı duyurdu ve ilk aşaması tamamlanmış olan Demir Kılıç Operasyonu’nun başladığını açıkladı. 8 ve 9 Ekim tarihlerinde İsrail Savunma Kuvvetleri Gazze Şeridi’ni vurmaya devam etti.  

İsrail Filistin çatışmalarının tarihçesine inecek olursak, bu çatışmaların ilk kez ve muhtemelen son kez de olmadığını anlarız. Ancak 1967 savaşı itibariyle SSCB’nin ortaya koyduğu çözüm yöntemi bugünkü Rusya tarafından da sürdürülüyor. Bu yaklaşımın temelinde BM Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararı[1] yatıyor. Bu kararın genel çerçevesini çizmek gerekirse, İsrail’in günümüzde uyguladığı yerleşimci politikasından vazgeçmesi, 1967 savaşında işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve iki devletli bir çözüm sürecinin başlatılması olarak sıralanabilir. Bunlara ek olarak deniz ticaretinin serbestleştirilmesi ve mültecilere adil davranılması gibi konuları da bu karar ele alıyor. Ama İsrail 1967’den günümüze tüm savaşlarda bu kararları uygulamadı ve ABD’nin başını çektiği diğer destekçileri ile bugün soykırıma varan bir işgal politikasını savundu.  

Olaylara İlişkin Kısa Tarihçe 

1922 yılında İngiltere Filistin’i yönetmek için bir manda oluşturdu. 1947’de BM, mandanın sona erdirilmesini ve Filistin’in Arap ve Yahudi olmak üzere iki bağımsız devlete bölünmesini ve Kudüs için özel bir uluslararası rejim oluşturulmasını önerdi. 1948 yılında bir Yahudi devleti olan İsrail ilan edildi, ancak komşu Arap devletlerinin orduları tarafından derhal saldırıya uğradı. Bu savaş sırasında İsrail kuvvetleri, Kudüs’ün büyük bölümü de dahil olmak üzere Mandater Filistin’in %77’sini ele geçirdi. Geriye kalan topraklar Mısır ve Ürdün’ün kontrolündeydi, ancak 1967’de Altı Gün Savaşı sırasında bunlar da İsrail’in kontrolüne geçti (Gazze Şeridi ve Batı Şeria). 1974 yılında BM, Filistin halkının kendi kaderini tayin etme, ulusal bağımsızlık, egemenlik ve mültecilerin geri dönüşüne ilişkin devredilemez haklarını yeniden teyit etmiştir. 1988 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Filistin devletinin kuruluşunu ilan etti ve bu devlet kısmen tanındı. 

Şimdi Filistin toprakları ikiye bölünmüş durumda: Gazze Şeridi ve Batı Şeria. İlkinde İslamcı hareket Hamas iktidarı ele geçirdi ve bu bölge, politikaları Filistin’deki en büyük siyasi parti olan El Fetih (“Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi”) tarafından belirlenen Filistin Ulusal Yönetimi’nin yetki alanı dışındadır. El Fetih’in lideri Mahmud Abbas Filistin Devlet Başkanıdır. 

Son Çatışma Sürecinde Rusya’nın Tutumu 

Filistin konulu BM barış zirvesinin katılımcıları sonuç bildirgesinde sivillere yönelik şiddet kullanımını kınayarak çatışmaların sona ermesi için çağrıda bulundu. Sivillere yönelik saldırıların, insanların bireysel ya da kitlesel olarak zorla yerlerinden edilmesinin kabul edilemez olduğuna dikkat çekildi. Toplantıda ayrıca mevcut çatışmanın Orta Doğu’daki diğer bölgelere yayılması ihtimaline ilişkin endişeler dile getirilmiş ve tüm taraflara azami itidal çağrısında bulunulmuştu. Aynı gün Rusya’nın Birleşmiş Milletler Daimî Temsilci Yardımcısı Dmitriy Polyanskiy, Rusya’nın Filistin-İsrail çatışmasının çözümünü görüşmek üzere BMGK’dan yeni bir toplantı talep etmeyi planladığını söyledi. 

Filistin-İsrail çatışma bölgesinde acilen ateşkes sağlanması ve ihtiyacı olan herkese acil yardım ulaştırılabilmesi için insani koridorlar oluşturulması gerektiği 21 Ekim’de Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov tarafından dile getirildi. Bogdanov, çatışmanın siyasi çözümü için ortak bir eylem stratejisi üzerinde anlaşmaya bir an evvel başlanması çağrısında bulunurken, geçmişte bunun Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği (AB) ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yapıldığını hatırlattı. Tarafların, Filistin topraklarının yerleşime açılması ve Kudüs’ün kutsal mekânlarının statüsünün zedelenmesi gibi tek taraflı adımlardan vazgeçmesi gerektiğini kaydetti. Bogdanov, çatışmanın siyasi çözümü için ortak bir eylem stratejisi üzerinde anlaşmaya bir an evvel başlanması çağrısında bulundu. Bogdanov’a göre gündemdeki görev, bölge devletlerinin aktif rol oynadığı bir arabuluculuk mekanizması oluşturmak ve bu pozisyonu Suudi-İran normalleşmesi, Suriye’nin Arap Birliği’ne yeniden entegre olması ve Suriye ile Türkiye arasındaki devletlerarası ilişkilerin kademeli olarak iyileşmesi gibi olumlu eğilimlerle savunmaktır.  

Rusya Devlet Başkanı Putin, BDT Devlet Başkanları Konseyi toplantısında yaptığı konuşmada Filistin’in kendi bağımsız devletine ihtiyacı olduğunu söyledi. Putin, Filistin-İsrail çatışmasına müzakere edilmiş bir çözümün alternatifsizliğinden hareket edildiği ve hedefleri, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını öngören BM’nin iki devletli formülünün uygulanmadığı takdirde Orta Doğu’da kalıcı bir barış ortamının mümkün olmadığının altını çiziyor. Rusya’nın Filistin sorununun çözümündeki tutumu sürekli iki devletli bir yapı üzerinden konuşulmuştur. Bugün de Rusya bölgesel çıkarları doğrultusunda ABD’ye karşı bu tezi destekliyor. Bu bağlamda Orta Doğu’daki olayların, çatışmanın çözümünü tekeline almaya çalışan ve her iki taraf için de kabul edilebilir uzlaşmalar aramayan ABD politikasının bir başarısızlığı olarak nitelendiriliyor. 

Askeri Yorumlar ve Ukrayna Savaşı 

Rusya Devlet Duması’nda savunma komitesi üyesi olan Korgeneral Andrey Gurulev’e göre İsrail’in Filistin’de gerçekleştirdiği bombardımanların askerî anlamda bir etkisi yok. Filistin’de direniş gösteren militanlar sığınaklarda konuşlanırken, vurulan insanlar konutlarda yaşayan siviller. Öyle ki uluslararası hukuka göre vurulmaması gereken hastanelere siviller korunmak amacıyla sığınırken, İsrail ordusu bu noktaları da bombalamaktan çekinmediği gibi yasaklı fosfor bombası da kullanıyor. Suriye savaşında Rus ordusunun Şam’da karşılaştığı tünelleri örnek gösteren Gurulev, Gazze’de Hamas’ın bu taarruza hazır bir şekilde başladığını ve silah, gıda gibi rezervlerinin bu tünellerde mevcut olduğunu ifade ediyor. Bu saldırı taktiklerinde gerektiğinde açığa çıkan militanlar gerektiğinde de geri çekilerek mevzilerini koruyabiliyor. Kentsel alanlarda tanklar etkisiz kalıyor, çünkü müstahkem alanlarda hazırlığını yapmış gerilla gücü gerektiği zaman araziyi mayınlayıp kent içinde manevra alanı dar olan bu savaş araçlarını imha edebilir.  

ABD Orta Doğu’da savaşı geniş bir alana yayarak silah ticaretini arttırmak niyetindedir. Putin bu konuya BDT zirvesinde kendisine sorulan Ukrayna’ya verilen silahların Hamas’ın eline geçmiş olabileceği sorusu üzerine değinmiştir. Putin, 1990’ların ortasında Rusya’nın Kafkaslarda yürüttüğü savaş sırasında silahların karaborsada alınıp satıldığını, düşmana verildiğini trajik olarak ifade ederken, bugün aynı karaborsanın Ukrayna’da oluştuğunu ve silahların Yakın Doğu ülkelerine, Afrika’ya satıldığını söylemiştir. Bu da ABD’nin bölge barışını bozma ve savaşı daha geniş alana yayma stratejisindeki mantığı açıklıyor. Daha geniş açıdan bakarsak Amerikalılar görünüşe göre İsrail’in yanında törensel bir tavır sergilememeye karar verdiler; bu durumda İsrail’e verilecek zarar kabul edilemez olacaktır. Bugün İran’a bazı füzelerin getirildiğini söylediklerinde, bu tür ifadeler tamamıyla bir yanılgıdan ibaret olacaktır, çünkü askeriyede her şey uzun zaman önce planlanır, tüm hedefler belirlenir.  

Tüm Orta Doğu savaşa çekilirse, uçak gemisi grupları İran topraklarını vurmaya çalışırsa İran sessiz kalmaz. İran’ın hedefleri hazırdır, tüm kritik nesnelere Demir Kubbe’ye rağmen farklı şekillerde saldırırlar. Yemen’den gelen insansız hava araçları ve füzeler bir provokasyon değil, yürürlükteki bir keşiftir ve bir uçak gemisi saldırı grubunun bir uçağın tamamını yok etme yeteneğini ortaya koymaktadır. 10 İHA’yı hatta, 20 İHA’yı düşürebilirsiniz ancak aynı anda 100 İHA uçarken modern sistemlerin bile direnemeyeceğini yakın zamandaki modern savaşlar tüm emperyalist güçlere öğretti. Bu nedenle Amerika, Kıbrıs’ın arkasına bir uçak gemisi grubunu saklıyor. 

7 Ekim’den itibaren, dünyada dikkatlerin tekrar Orta Doğu’ya kaymasının Rusya için Ukrayna’da alan açtığı iddiaları sıkça ifade edildi. Ancak bu askerî açıdan da siyasal açıdan da yanlış bir iddiadır. Kiev rejiminin sadece karşı saldırıları değil, hemen hemen tüm savunma hatları da çökmüş olduğundan Rusya için dikkatlerin başka yere kayması menfaatine değil. Siyasal anlamda da rejime batı desteğinin savaşın ilk günlerine nazaran azalacağı daha Filistin-İsrail çatışmasından önce belliydi, çünkü Ukrayna’nın sadece askerî değil siyasal zayıflığı da AB ve ABD tarafından fark edilmişti.  

Sonuç 

Rusya, 1967 yılından bu yana 242 sayılı BM güvenlik konseyi kararlarının uygulanmasından yana taraf almış ve bu bağlamda iki devletli çözüm ile masaya oturmuştur. Filistin – İsrail arasındaki gerilimin tüm Orta Doğu’ya yayılmadan sulh yoluyla çözülmesinde on yıllardır Rusya’nın tutumu değişmemiştir. ABD ve batılı ortaklarının bölgedeki siyasal ve askerî menfaatleri doğrultusunda yürüttükleri agresif politikaların bir sonucu olarak bölgede gerginlik hiç azalmıyor ve bu durumu Rusya dış politikasında açık bir şekilde ifade ediyor.  

Filistinliler tıpkı Rusya’nın önerdiği gibi, iki ülke arasındaki sınırların 1967’deki Altı Gün Savaşı öncesine dönmesini ve olası toprak takaslarının yapılmasını istiyor. Filistin, başkenti Doğu Kudüs olmak üzere Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde kendi devletini kurmak istiyor. Ancak İsrail bu koşulları reddediyor. 

Dipnotlar:

[1]https://peacemaker.un.org/sites/peacemaker.un.org/files/SCRes242%281967%29.pdf