Tarihsel Devrimci Kişilik

“Her şey, mekânsal ve zamansaldır.” der Lenin, Felsefe Defterleri kitabında.

Nesneler, olgular, toplumlar, bireyler; düşünceler, duygular ve eylemler; hiçbir şeyin mekânın ve zamanın dışında kavranamazlığı, yorumlanıp değiştirilemezliğini belirtiyor.

Hayat diyalektik ve materyalist bir felsefi gerçeklik içerisinde seyreder ve mekân, şeylerin, “maddiliğini” zaman ise “diyalektiğini” simgeler.

Devrimci kişilikler de yaşanılan çağın, coğrafyanın; ekonomik, toplumsal, kültürel yapısı ve siyasallığı içinde, yerel ve evrensel bütünsellikte sentezlenerek oluşup anlam kazanıyor. Devrimciler, komünistler zamanı ve mekânı doğru olarak bilince çıkardığında, militanlaşır, öncüleşir. Zamanın ruhunu iliklerinde hissetmelidir ki çağına cevap olacak kişiliğini oluşturabilsin; çünkü “tarihsel devrimci kişilikler” tarih bilinciyle şekilleniyor.

Devrimcilik zeminimiz/tarihselliğimiz çok kutuplu dünya düzeni/düzensizliği ve Ortadoğu kaosu nesnelliğinde Türkiye öznelidir. Türkiye’deki sınıflar savaşı gerçekliğidir. Sınıflar savaşının, ezilen halkların, ezilen cinsiyet ve inançların mücadelesinin “dokunduğu her mekân” devrimci kişiliğin memleketidir. “İnsanın özü toplumsal ilişkilerin bütünüdür” belirleniminde, devrimci militanın kişilik özü ve biçimi yaşanan/yaşadığı tarihsellikte şekillenir. Kendiliğinden ve salt evrimsel biçimde değil elbette… Militanlarda iradi, kritik kavşaklarda kararlılık ve sonuç alıcı inisiyatif istiyor. Bir anlamda yaşanılan somut-tarihsellik devrimcinin kaderidir. Ve bu kaderini sevmesi, kendini dönüştürecek risk alması, kişinin “hakiki olanla” kurduğu etkileşimli ilişkiyle davranması anlamına gelir; ki tarihsel devrimci kişiliklerde böylesi bir diyalektik etkileşimde oluşuyor.

Zamanımız 

Zamanımız, 21. yüzyıl gerçekliğinde ülkesel ve küresel ekonomik politik gerçekliklerdir. Sürekli yükselen gerginlik, artan hızda ilerleyen zaman mekân sıkışmasına yol açan hızlılık, dolaşık bir karışıklık içinde seyrediyor. Devrimcilik ve zaman bağlamında devrimci kişiliklerde derinlemesine yoğunlaşmaya ihtiyacımız var. “Zamanımız ve biz” diyalektiğinde yaşadığı dönemi, tarihselliği bilince çıkarmayan devrimci, tarihsel devrimci kişilik özünü oluşturmada yetersiz kalacaktır.

O halde nasıl bir zamanda yaşıyoruz? sorusu önemlidir.

21.yüzyılın ilk çeyreğinde dünya ve emperyalist kapitalist sistemin krizi 4 sütundan yükselmektedir.

  1. Ekonomik Kriz
  2. Hegemonik Kriz
  3. Ekolojik Kriz
  4. Göçmen Krizi

Türkiye’de ise bu temel krizlere ek olarak; “devlet krizi ve yeni ulus krizi” içinde bir sınıflar mücadelesi şekillenmektedir.

Tüm bu nesnel gerçeklik yanında devrimci önderler, öznel olarak birçok çelişkiyi çözmek ve zorlukları aşmak göreviyle de karşı karşıyadır. Bunları;      

A- Solların durumu; 90 sonrası sosyalizmin çözülüşü sonrası süren kriz ve tasfiye süreci,

B- Örgüt sorunu; 21. yüzyılın devrimci strateji ve taktiğinde paradigmal örgüt olma,

C- Devrimci kişilik; günümüzün Bolşevik kişiliğini oluşturma,

D- Öncülük sorunu; işçi sınıfı ve halk güçlerinin güvendiği meşru, 21. yüzyılın paradigmal öncü partisini ve önderliğini oluşturma,

E- Devrimin güncelliği bilinciyle devrimci değişime odaklanma, iktidar olma,

olarak sıralayabiliriz

Yaşadığımız gerçeklik, ağır, çetrefilli tarihsellik bizden büyük düşünüp büyük güç olmayı bekliyor. Dönemi karanlık ve aydınlık yönleriyle birlikte değerlendirebilmeliyiz. Karşıtlıkları içinde kendi yolunda ilerlemeye çalışan melez bir gidiş var önümüzde.

Devrimcilerin güçsüzlüğü varsa sermayenin de çıkmazları var; savaş, karşı devrimler, faşist iktidarlaşmalar varsa halk güçlerinin isyanı, işçi grevleri, kadınların direnişleri de var. Sollar, sosyalistler öncülük, örgütlenme kriz süreci yaşıyorlarsa, kapitalistler de ekonomik, politik kriz yaşıyor; çözümsüzlüklerini aşamıyorlar.

Unutmayalım ki; istedikleri kadar güçlü olsunlar, akıllı manevralar yapıp acımasızca sömürülerini katmerlendirsinler, güçleri kapitalist “zincirin en zayıf halkası” kadardır.

Tarih ve Devrimci Kişilik

Bu bölümde 

– Tarih nedir?

– Tarihsel neyi ifade eder?

– Tarihsel kişilik ne demektir? sorularını cevaplamaya ve birbiriyle ilişkilerini açıklamaya çalışacağım.

İçinde bulunduğumuz tarih, devrimcilere tarihsel görevler yüklüyor.

Tarih ne bağımsız bir özne ne de özneyle bağıntısız, etkileşimsiz bir nesnedir. Marx’ın deyimiyle: “İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyiflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan verili olan ve geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar.” Biz de devrimci kişiliklerimizi tarih içinde oluştururuz; nesnel koşullarda öznel “tercih”, karar ve hamlelerimizle…

“Tarihsel” kavramı ise; nesneleşmiş, nesnel ilkeler içeren, sürekli hareket halindeki tarihtir. Tarihin insan etkinliği içinde yoğunlaşıp, yoğrulup nesnelleşmesi; bu nesnelliğin de özneye etki ederek değiştirmesidir. Aslında öz olarak “Tarih” bizim kişiliğimizde gizli, biz de tarihin boşluğunda/tarihselliğinde gizliyiz.

 “Tarih biliminin” öncülerinden Vico “Biz ancak kendimizin neden olduğu ve kendimizin yaptığı şeyi doğru ve temelli olarak bilebiliriz” derken, tarihsel, toplumsal ve pratik hayatı göz önüne almak gerektiğini vurgular.

Tarihsel/tarihi niteliğiyle tarihe ait olanı dolayısıyla tarihe içkinliği tarifler. Tarihsel bilinç ise, geçmişten günümüze gelen olguların, sürecin/yaşanan anın gerçekliğin bilincidir. 

Devrimci kadro öncüleşme yolunda öncelikle, içinde bulunduğu tarihi, yaşadığı “zamanı” bilince çıkarmalıdır. Dönem olarak “tarihini” içinde bulunduğu an/moment, tarihi anlamalı anlamlandırmalı, bilince çıkarmalıdır. Unutmayalım ki; “tanımlamaya çalıştığımız gerçekliğin aynı zamanda bir parçasıyız.” (Militana Notlar, O. Kayserilioğlu)

İşte “tarihsel kişilikler’’ önce bu tarihin/tarihselliğin içinde şekillenecektir.

Tarihsel, materyalistçe nesnel olanı, diyalektikçe etkileşen özne olanı kavrayış, eyleyiş gücüdür.

Devrimciler, tarihi “tarihsel akışı’’ durduramaz; onunla çelişip, etkileşerek; kopuşarak bütünleşerek, yaratıcılıkla eyleyerek onu değiştirir.  

Her toplumsal olgu, somut ve tarihseldir. Açık uçlu ve hareketlidir. Bireylerin kişilikleri de salt biyolojik/genetik ve toplumsal “kader”inin belirleniminden öte; somut-tarihsel ve olasılıkçı bir determinizmin yaratıcı atılımlarından oluşup uç verebiliyor, menziline erişiyor.

Stratejik-Taktik Kişilik

Stratejik ve taktik kişilik, tarihsel devrimci kişiliğin “yapısını” oluşturan temel sütunlardır. Her biri kendi içinde “bağımsız özellikler” taşısa da birbiriyle bağıntılılık içinde ele almak, özümsemek gerekir. Teori-pratik, düşünce-davranış bağlamı gibi…

Özellikle II. Dünya Savaşıyla birlikte hem birbirinden bağımsız hem de bütünleşik bir savaş kavramları olan “strateji ve taktik” devrimci kişilikleri de tarifleyen önemli belirlenimler olmuştur.

Stratejik Kişilik

Arapça “sevkulceyş” olarak bilinen strateji; sürmek, dümeni tutmak, sevk etmektir. Yunancada kumandanlık, komuta ediş, generallik ve ordu yönetme sanatı olarak anlam kazanıyor.

Latincede yol, çizgi, nehir yatağı anlamlarıyla bilinir. 

Buradan hareketle; en genel tanımıyla strateji savaşta politik, ekonomik, psikolojik, askeri güçleri bir arada kullanma sanatıdır.

İşte devrimci kişiliklerimizdeki “stratejik özellik” bu tanım ve anlamlarda mayalanıyor.

Her şeyden önce devrime yol/hat çizmektir, yol açmaktır.

Kartaca’lı komutan Hannibal’in dediği gibi “Ya bir yol bulacağız ya da bir yol yapacağız.” (Aut viam inveniam aut faciam.)

Çizgi çizmek hat oluşturmaktır, strateji. Bu anlamıyla devrimci kadronun teorisi ve pratiğiyle; ideolojisi ve eylemleriyle paradigmatik bir duruş ve özgürlüktür. Strateji “nehir yatağı” anlamına da gelir. İşte stratejinin tıpkı bu “nehir yatağı” anlamındaki gibi stratejik kişilik de devrimin, devrimciliğin yolağı, mecrasıdır.

Nehirler yatağını akarak bulur. Eğilir bükülür, menderesler çizer. Çağlayanlar, çavlanlar belirir. Ama menziline erer nehirler.

“Boşuna sevmedim nehirleri
Aktıkça büyümesi boşuna değil
nehirlerin
Akan büyür, ey yolcu” (Nehirler Aka Aka, Hasan Hüseyin Korkmazgil)

Stratejik kişilik, devrimciliği “sürdüren” değil de “devrimi isteyen” bir devrimciliğe ihtiyaç duyar, iktidarı hedefleyen, sürece bırakan değil, iddia ortaya koyan bir kararlılıkla ayırt edilir.

Güçlerini devrime göre konumlandırmak; devrimci programa, hedefe göre pozisyon belirlemektir.

Stratejik duruş, insani, etik, bireysel, konjonktürel (bu anlamda belli bir an) darlıkta değil sınıfsal bir duruştur. İnsani etiği, bireyselliği, konjonktürel değişimi reddetmeden; onları da kapsayarak aşan toplumsal, sınıfsal bir duruş gösterebilmektir.

Devrimci strateji sosyal sınıfların objektif-somut varlığı ışığında planlaşıp kararlaşır. Ülkenin özgüllüğünde devrimin yolu/metodu karakterlenir; temel olarak da proleter devrimcilik, burjuva sosyalizmi, küçük burjuva sosyalizmi olarak üç ana siyasal devrimci hat vardır.

Türkiye koşullarında stratejik kişilik proleter devrimci hatta konumlanmaktır.

’’Stratejinin en önemli görevi, proleterin programında proleterin izlemesi gereken temel yönü tayin etmektir.” (Leninizm’in Sorunları, Stalin)

Bu anlamda stratejik duruş paradigmal ve programatik düşünmektir.

Taktik ise bir askeri birliği savaşta dizme usulüdür. Amaçları sonuca ulaşmak için etkili biçimde kullanma ve yönetme sanatıdır. Stratejik kişilik devrimci kişiliğin teorik, objektif yönünü işaret eder. Taktik kişilikse pratik subjektif ve becerikli yönünü. Taktik kişiler çözümcü sonuç alma amaçlı düşünür. Kesinliklerden çok olasılıklarla dosttur; belirsizliğin karanlık dehlizlerinde devrimciliğin taktik hamlelerini sivrilterek mücadelenin sarp kayalıklarına kancayı atmaktır, taktik kişiliğin temel özelliği.

“Strateji savaş dışında, taktik savaş içinde yapılır’’ der Kıvılcımlı.

Bu nedenledir ki stratejik kişilik soğuk (günümüzde cool) mesafeli duruşlu, kartal bakışlı kişiliktir. Taktik kişilikse karınca telaşındadır, işinde gücündedir, sadece taşıdığı yüke bakar, onu hedefe götürmeye, ulaştırmaya odaklanmıştır.

Kartalın geniş, yüksekte, soğuk korkunç bakışında stratejik ve karıncanın sıcak, emektar, işine bakan, rutin telaşında taktik kişilik saklıdır.

Lukacs’ın “Devrimin Güncelliği” kitabında, Lenin için söylediği şu sözler çok önemli. Onun hem stratejik hem taktik kişiliğini çok iyi özetler.

“Lenin hazırlık ve süreklilik insanıdır’’ diyerek Lenin’in düşünsel, teorik ve stratejik kişiliğini tariflerken;

Hemen arkasından da “Özünde teorik olan tavrın pratik doruğudur” diyerek Lenin’in bir başka özelliği olan taktik kişiliğine işaret eder. 

Stratejik kişilik bilimse, taktik kişilik sanattır. Biri bilgeyse diğeri işin üstadıdır. Biri “malumat” diğeri “maharet’’ olarak işler devrimcinin ruhuna.

Strateji savaş kazanmak, taktik muharebedir. Biri zafer biri sefer…

Strateji savaşın, devrimin yönüdür. Taktik ise yöntemidir. Stratejik ve taktik kişilik, büyük düşünmek ve büyük eylemektir. KÖH’lü militanların dediği gibi: “Net bakış, net görüş, net yapıştır.”

İşte devrimci kadro kişiliği de bu diyalektikle gelişir.

Misyon/Görev Bilinci

Misyon/Görev bilinci tarihsel devrimci kişiliğin kritik ve önemli bileşenlerinden biridir. Devrimci bir kadro olarak, TÖP’lü bir militan kadro olarak; Türkiye ve Ortadoğu tarihsel gerçekliğine karşı pozisyonunun ne olduğunu, hangi misyonu yürüttüğünü netçe bilmelidir.

“Her militan, devrimci olarak hangi misyonu yürüttüğünü netçe bilmeli, yaptığı için anlamını yaşayarak davranmalı, o anlamdan güç ve enerji almalıdır.” (O. Kayserilioğlu)

Misyon bilinci devrimci kadronun yaptığı işi aldığı pozisyonla anlamlandırmasıdır. “Manayı söyleyen dildir” misali devrimci faaliyetin anlamını oluşturan misyon bilincidir.

Devrimci kadro sadece bilinci ve eylemiyle kendi kişiliğine güç ve enerji oluşturmaz. Aynı zamanda kendine yüklediği ya da tarihin ve örgütünün ona yüklediği görev bilinci ile devrimciliğini anlamlandırarak güçlendirir.

Misyon, devrimcinin hem “yükü” hem “enerjisi”dir. Misyon görev/görevlendirme demektir. Latince tanım ve anlam kökeninde “gönderilme, gönderme” kavramlarında tanım ve anlamını bulur. Tarihte peygamberler, dervişler, önderler, “gönderilme, gelme” duygularıyla topluma öncülük etmişlerdir. Toplumlara düşüncelerini, inançlarını öğretip yayarak, değişime ve dönüşüme etki etmişlerdir.

Her devrimci öncü, kapitalist sistemin çarkına takılmayıp sınıfı toplumun çelişkilerini ve acılarını gözleyip insanlara sahip çıkmasının olağanüstü güzelliğini insan olarak bütün hücrelerinde hissedebilmelidir. Devrimci olarak sınıflar savaşının çelişkilerini bilinci ve eylemiyle kişiliğinde ve ruhunda anlamlandırmalıdır. “Manasız dost köyüne gidilmezmiş” yoldaşlar!

Şimdi proletaryanın öncü misyonuyla bütünleşip proleter devrimciler olma zamanıdır.

Şimdi örgütümüzün, hareketimizin, geleneğimizin öncü misyonuna sahip çıkma zamanıdır.

Devrimci kadro, tarihsel misyonunu bilince çıkarıp göreviyle öz/değer kazanacak, onu yaşayacak ve bir bayrak gibi taşıyacaktır.

Bu bilinç tarihin, örgütün, sınıfın gerçek tarihsel döneminden yola çıkarak oluşturulmalıdır.

“Tarih bizi neye çağırıyor?” sorusu misyon bilinci oluşturmakta temeldir.

Bizim misyonumuz bu Türkiye ve dünya gerçekliğinde “proleter devrimci” metotla örgütlenerek sermayeye karşı işçi sınıfı iktidarını kurma görevini üstlenmek ve yerine getirmek olmalıdır.

“Misyon bilinci’’ başlığı altında topladığımız bu vurgulardan devrimci olma -ama başka bir biçimde değil-; proletaryanın savaşçısı, bir komünist olarak devrimci olma ve “örgüt içindeki” görevin anlamını kavrayarak partimizin, hareketimizin misyonu üzerinde yoğunlaşmalıyız.

Ülkemizde burjuvazi, proletaryayı ve halkları sermayenin çıkarlarında kişiliksizleştirip nesnelleştirmiştir.

Devrimcilere düşen görev, onları özneleştirip, üretkenleştirerek insanlık özlerini duyumsatabilmektir.

Misyonumuz komünistliktir, misyonumuz devrimdir, demokratik cumhuriyet iktidarıdır.

“Taş yerinde ağırdır” derler. Devrimci kadro da tarihin içinde kendine biçtiği misyonla “tartı döver” ağırlık tutar. Bu anlamda misyon bilinci tarihin çağrısına talip olmaktır; ekonomik, politik gerçeklik içinde devrimci kadronun kendine “rol biçmesi’’dir.

Soğukkanlılık

Soğukkanlılık, stratejik kişiliğin olmazsa olmazıdır. Devrimci kadronun bütün kişisel güçlerini bütünleştirip konumlandırmasıdır. Duygu, bilinç ve irademizin sıcak savaş için toparlanmasıdır. 

Soğukkanlılıkla militanın cüretini içerse de özünde cesaret değildir. Cesaret atılganlıktır; ateşlidir ve kurnazlık öğelerini de içerir. Oysa soğukkanlılık bekler, sınır çeker. Soğuktur ve sakindir. Soğukkanlılık “direnişçi” bir kişilik özelliklerine de indirgenemez. Direnişçi karşı koyar, dayanır, iradeyi teslim etmezliğiyle “geriye kaçan-yaslanan” bir cesarettir. İşte soğukkanlılık cesaret ve direnişçiliğin sentezi, olan bir devrimci değer/erdemdir. Cesurluğun ve direnişçiliğin “altın ortasıdır” (Aristoteles).

Soğukkanlı devrimci güçlerini biriktirir, hazırlar ve toparlayıp biçimlendirir. Tıpkı stratejik kişilik özellikte olanlar gibi içindeki ateş toplarını bütünleştirir ve kontrol eder. Yanardağ ağzı (krater) gibi belirsizdir ve korku verir. O büyük atılım için başarısını somutlaştıracağı sonuç hamlesi için bekler, soğukkanlı kişilikler.

Engels Anti-Dühring kitabında diyalektik yöntemi açıklarken doğadaki yıldırım ile evdeki elektriği karşılaştırır. Yıldırım yıkıcı, yakıcı ve öldürücüdür. Oysa insan kontrolünde elektrik yapıcı, can verici, aydınlatıcı bir niteliğe dönüşür ve Engels bunu diyalektik yönteme benzetir. Soğukkanlılık da bireyin kontrol ettiği içindeki devrimci ateştir.

Soğukkanlılık kazanamayan bir devrimci kişilik küçük burjuva aceleciliğe düşmez belki ama bu durum onun olayları duru, net görmesini engeller. Günlük koşturmacanın, günlük devrimci görevlerin karmaşıklığında kendini soyutlayıp plan yapamaz, soğukkanlı olmayanlar. 

Oysa sorun çok çalışmak ya da çok koşturmak değil, hedefe ulaşmaktır, zamanında ulaşmaktır. Belli zamanda belli işleri başarmaktır. 

“Derim ki sana:

İyi oku yolunu, avucunun içi gibi bil! İyi belle yolunun engellerini! Dizlerini, ciğerlerini, yüreğini sıkı tut, iyi dengele! Ovada koşar gibi vurma kendini dik yokuşlara!” (Nehirler Aka Aka, H.H.Korkmazgil)

Soğukkanlı kişilik ağırkanlılık da değildir. O olsa olsa serinkanlıdır. Kral Midas’ın -eşek kulaklı olduğunu ilk gören-  ama istifini hiç bozmayan “yüzünün sinirleri alınmış” berberinin içine kapalı sırların soğuk duruşu da yoktur onda.

Günümüz popüler kültüründeki “Cool” olmanın kariyerist mesafeli duruşu hiç değildir. 

Bireyde beden, bilinç, içgüdü, duygu ve sezgi enerjilerinin toplaşıp yoğunlaşması, tek beden içinde bütünleşmesidir soğukkanlılık.

Neşenin kardeşidir ancak onda neşenin coşku, sevgi uyandıran sıcak ışıltısı yoktur. Koruyucu, öfkeli, cesur, bakanı taşa kesen Medusa soğukluğu (Antikçağ Tapınaklarını kem gözlerden koruyan mitolojik kahraman) vardır. Korku verir, çarpar, taşa kestirir/döndürür.

İçindeki hiddet ve öfkeden karşısındaki taş kesilir. Soğukkanlının gözlerine bakan düşman korkar taşa keser. 

Kişiliğimizin “devrim tapınakları Medusa soğukluğu ile korunur.”

Sıçrayış fetihten bir öncedir. Ondan önce de soğukkanlılık vardır. Gerilmek, gerilmek, gerilmek… Çelişkileri “içinde” bütünleştirip (yay gibi) ileri fırlamaktır. 

Dikkat ve yoğunlaşma içinde hedefe kilitlenmektir, soğukkanlılık. Yeni hamleler için zihin kılıcının keskinleşmesidir. Timsahın soğukluğu, yeni hamlelere olası hazırlığıdır kurnazlığı, düşmana izini göstermemesidir. 

Soğukkanlılık örgütlü kişiliklere “derinlik” kazandırır. Bilincin bilgi ve anlamlarını, soyutlayarak somutlaştırır. Ve o kişilik ki “Minnerva’nın baykuşudur” (Hegel); bilgi, deneyim ve anlam yolunda.

Neşe

Neşe, devrimci kişiliğin en önemli özelliklerindendir. KÖH’de çoğunlukla bu konudan “moral gücü” olarak bahsedilir. 

Neşe, moral, bireyin yaptığı işte coşku ve kıvanç duyması, devrimci bilincin önderliksel taçlanışıdır.

Militanın, devrimciliği “yapmak zorunda olunan” bir faaliyet değil mutlu olduğu “sevinç duyduğu bir kişilik değeri olarak benimsemesidir.” Neşeli militanda devrimcilik içselleşmiş bir yaşam biçimine dönüşmüş; kendini gerçekleştiren bir kişilik değeri olmuştur.

Neşe Farsça “naşwa” kökünden gelir ve coşku, sarhoşluk ve vecde halini tarif eder. Neşe bir devrimcinin yürüttüğü sınıf mücadelesinden coşku duymasıdır. 

Filozof Bergson gülmeyi, neşeyi “birdenbire duyulmuş gururdur” diye açıklar.

Gerçekten de insan verdiği kavganın gururunu taşıdığı ölçüde neşesi yüzünde hiç eksik olmayacaktır. Devrimcilik devrimi istemenin, devrimcilikten hoşnutluk duymanın coşkulu ruhuyla neşelenir.

Neşeli devrimci bireyin kendini bulması kendini gerçekleştirmesidir.

Devrimci kadro, işçi sınıfıyla, halkla, bireylerle kaynaşıp bütünleştikçe kendine yol gösterecek “kutup yıldızına’’ çözümsüzlüğü üstündeki şiddeti darmadağın edecek neşeye sahip olacaktır.

Devrimcinin neşesi halkın acı toprağında çelişmelerden ve çatışmalarından fışkırır; kutup yıldızıdır en kaotik galaksilerden doğar ve en sancılı anda uç veren tohumdaki ışkının, toprağı yarıp güneşe fırlayan neşesi gibidir devrimcinin kişiliğindeki sevinç.

İnsancıl psikolojinin kuramcısı Maslow, bireyin beden-ruh bütünleşmesini, ruhun kişiliğin doruk noktasını “kendini gerçekleştirme” olarak tarifler ve kendini gerçekleştiren insanda en önemli özelliklerinden birininse mizah duygusu ve neşe olduğunu söyler. 

Dilimizde neşe sevinçle özdeş anlamda kullanılır. Farklı anlamlar içerseler de bağlamları ortaktır. Ortadoğu halkları mitolojisinde sevinç, yiğitlik, mertlik olarak tasavvur edilir. Neşe ise sefaret/yolcu duygusunun hayata becerikli, zeki, şen bakışıdır.  

Neşe devrimci mücadele içinde devrimcinin gözünün içinin gülmesidir. 

Sevinç ve mutluluk duygusunu da ayırmalıyız. Öyle ki hedeflenen duygu, ağırlık verilen duygu, yaşamak istenen duygu bireyin dünya görüşüne sirayet etmektedir. Günümüz kapitalist sömürü sistemi başarı, kariyer, haz ve hazdan duyulan mutluluğu kişilerin temel amacı haline getiriyor; oysa asıl hedeflenen, ağırlık verilen ve yaşanmak istenen duygu sevinçtir. Sevinç (neşe) ile gelen yaratıcı, yenilikçi, erdemli coşkudur.

Rollo May “Özgürlük ve Kader” kitabında sevincin doğasını çok açık bir şekilde ifade eder:

“Sevinç başlangıçtır. Mutluluk ise doygunluktur” der. Ve devam eder:

“Mutluluk geçmiş tarzların umutların amaçların tatminidir. Ve mutluluk yemek yeme, hoşnutluk duyma, dinlenme, huzurlu olma ile ilgili “parasempatik sinir sistemi” ile ilgilidir. 

Sevinç ise karşıt bir sistemle; yemek yeme, hoşnutluk değil araştırmayı, gerilimli seçimleri teşvik eden “sempatik sinir sistemiyle” oluşur.

Mutluluk kişiyi gevşetir, sevinç ise onu yeni yaşantı düzeylerine davet eder.”

Kapitalistler tüketim çılgınlığı ile AVM’lerle, her şeyin kolaylığını vaat eden sitelerin güvenli yaşamında mutluluk pazarlarlar.

Mutluluk güvenle, korunmuşlukla bağlantılıdır. Sevinç daha önce bilinmeyenin keşfidir. Mutluluk başarıdır ama sevinç uyarıcıdır. Kişinin içinde yükselen yeni kıtaların keşfidir. 

Devrimciliğin sevinci belirsizlikten kaynak alır, gerilimlerden süzülerek oluşur; öncelik uyum arayışı, mutlu doyumlar değil yeniliği arayışın gerilimli neşesidir. Bir yoldaşın deyimiyle “neşeli gerginlik” (M. Çınar) içinde hedef koyup mücadele etmektir.

Mutluluk uyumsuzluğun olmayışıdır. Sorunlarımızı çözen bir kurallar sistemi bulmaktır. Sevinç yeni sınırlar içermek için risk almaktır. 

Devrimci kadro savaşın düz bir çizgi olmadığını bilir. Yaşamın, mücadelenin, sorunların çözümünün sihirli bir formülü olmadığını bilir. Belirsizlikten ve olanaktan doğan sevinci ile her durumda her tarihsel anda çözüm gücü yakalar.

Neşenin devrimcisi “bir şey ne kadar karmaşıksa içinde o kadar sevinç barındırır” (Avner Ziss) diye düşünür.

Neşe “an”a yoğunlaştırır. Neşeli devrimcide eyleminin amacı kendi içindedir. Tıpkı bir oyun gibi, çocuğun oyunda hissettiği duygu gibi önemli olan oyun oynamaktır. Yüz kere de olsa bin kere de olsa o oyunu oynamaktır. Çünkü onun da tıpkı oyunlarda olduğu gibi amacı kendisi içindedir.

Devrimci yaşamın içinde kendini bırakıp koy vermesidir; bu duygu devrimciyi asla amaçsızlaştırmaz. Aksine O öyle bir duygudur ki, hamleci yaratıcı “an”a yoğunlaşma enerjisi verişi ile bireyi kendi amaçlarına daha fazla bağlar ve birleştirir neşe.

Neşe akarken duyulan hoşnutluktur. Varışın, yok oluşun, duygusunu taşımamaktır. Neşe “Carpe Diem”li bir kendini salıverme; gerçekten yaşamın acılarına, ölüme, yoksulluğa Alevi-Bektaşi ironisinde bir hiçliğe “boş vermeye!” muktedir olunduğunda hissedilen bir duygudur 

Hep yeniden yeniden başlayış duygusudur neşe, kendini gerçekleştirmektir. Burada ve şimdide olmaktır.  

“Neşenin yaratıcı hamleleri” ile devrimci kadro çözümcü olabilir, hedeflerine ulaşabilir.

Bencil kapitalist birey rekabetçidir. Kendi başarısını başkasının zayıflığı, başarısızlığı üzerinde kurar, oysa devrimci toplumcudur. O kendi başarısını başkasıyla birlikte görür. “Başkasının başarısını” ve mutluluğunu ister. Toplumsal dayanışma toplumsal etkileşimle, bireysel-toplumsal diyalektiğiyle neşeliliğin anlamını kavgasına yedirir.

İşte neşe başkasının mutluluğuna sevinmesine de dayalı diğergam/özgeci bir sevginin meyvesidir.

Başarı Kişiliği

Başarı kişiliği örgütsel, ideolojik bilinç ve eylem gücü ile gelir. Sonuç alıcı yetenek donanımıyla kendini oluşturur. Bir anlamda zafer kişiliği iktidar olma iddiası taşıyan kişiliktir.

“Siyasi faaliyette neticeye varmak için başlamak ve başlanan mücadelede kararlıca direnmek yetmez, netice almak gerekir. Hangi hedefe varılacaksa oraya mutlaka varılmalıdır.” (O. Kayserilioğlu)

Her militan, her devrimci kadro örgütün önüne yığılan görevleri mutlaka sonuca vardırmalı hedefe ulaşmalıdır. Hedefe ulaşılan her noktada devrimci kadro ve onun örgütü kendine güvenecek iradesini güçlendirecek inisiyatif alanını genişletecektir.

Günlük yaşam içinde gerek yeni görevlerle baskılanma gerek devletin zoru hedeflerimizi karartır. Devrimci kadro, sürekli hedefi aydınlatmalı ve gözden kaçırmamalıdır.

Devrimci mücadele öyle nankör öyle gözü doymazdır ki ne kadar hedefe yaklaşsan ne kadar başarı elde etsen de o kadar çok iş yükler, yoğunlaşma ister senden ve gevşeme kabul etmez.

Sonuç alma bitirme ulaşma anı ise gergin ve en keskin andır. Ancak o gerginliğe gelebilen bireyler hedefe ulaşırlar.

Başarı kişiliği zafere olan inancı, devrime olan inancı elden bırakmamaktır; başarı istemektir. Bireysel değil yoldaşının başarmasını istemektir.

Başarma hedefi ele geçirme aynı zamanda iktidar sahibi olunup olunmadığını da göstermesidir. Devrimci kadro kapitalist sistem içinde “biraz da” devrimcilik yapmaz. Direnme zemininde kalan bir devrimcilikte yetinmez. Bir şeyi ele geçirme kontrolü ele alma iradesini gösterememek iktidarsızlıktır.

“Varılacak hedefe düşmana rağmen varılacaktır. Düşmanın bize uygulayacağı karşı terör hedefe varma irademizi kırmaya yöneliktir. Dolayısıyla sürpriz değil tersine iradede çelikleşmeye yol açan bir zorlama olarak kavranmalıdır.” (O. Kayserilioğlu)

Başarı kişiliği hedefe kitlenmesiyle, benzerlik taşısa da “yarışmacı ruhtan” ve yarışmacı kişilik özelliğinden farklıdır. Yarışmacı kişilik hep çatışacak bir çelişki ile bir yarışmayla, başkasıyla rekabet etmekle motive olur. Başarı kişiliği ise motivasyonunu kendinden alır. Onun kendi hedefleri, büyük hayalleri vardır. Hedefe yoğunlaşma enerjisi içselleşmiştir. 

Başarı kişiliğine sadece bir bilinç, irade, güç olma ile ulaşılmaz. O aynı zamanda bir yetenektir, beceridir. Bir hedefi başarmak sonuç almak için bilginiz yetmez ona ulaşmak için inat ve irade göstermekte yetersiz kalır; güç uygulamanızda başarmanıza nail edemeyebilir. Tüm bunların yanında yüksek bir yaratıcılık, “beceri” sonuç alma yeteneği ister. 

Başarı kişiliği devrimciliğin sanatçılığıdır. Sanat ise estetik kıvraklık, yapıcı ve üretici zanaat ister…

1990’lı yıllarda devrimciler olarak ortak bir yenilgi psikolojisi içindeydik; sosyalist sistemin çözülmesi, neo-liberal politikaların amansız/ezici uygulamaları devrimci örgütlerde tasfiye dalgasının yaşandığı bu dönemde ruhumuzda da “eziklik, başarısızlık” duygusu hakimdi. Direnişçi inadımızı, devrimci iddiamızı sürdürsek de “fonda” hep bu yeniklik haleti ruhiyesi dolaşırdı.

İşte o yıllarda devrimcilerde olumsuz bir ruh hali daha vardı ki o da: “başkasının başarısını istememek”, “yoldaşının başarısını istememek” (Psikolojide Schadenfreude/başkasının zararına sevinme) tutumu gibi olumlu/olumsuz duyguların iç içeliğinde bir duyguydu. Çünkü yoldaşının küçük başarısı senin başarısızlığını ve senin yenilgini hatırlatırdı. Dolayısıyla egemen kültürel atmosferde rekabet içindeki bireyin bencilliği devrimci örgütlerin de boğazına dolanan bir düğümdü.

Meyve veren ağacı taşlarlar “iyimserliği” değildi o ruh halini açıklayan; “Arkadaşının oyuncağını kırmak” duygusu içindeydik.

İşte böyle zamanlarda haset ve istememezlik başarısızlığı süreklileştirmiştir.

Kapitalizmin krizi ve devrimin güncelliği ortamında başarı kişiliğini yeşertmek daha kolay olsa gerek. Devrimci kadro başarıyı ve hedefe ulaşmayı istemeli, kendine örgütüne, sonuç alma yeteneğine, iktidar olma gücü ve isteğine güvenerek yoğunlaşabilmelidir.

Başarı kişiliği kendini devrimci savaşa yatırandır ve daima “ciddiyet, disiplin, örgütlülük” içinde mücadele yürütenlerdir.

Yoğunlaşma ve Konsantrasyon Gücü

Konsantrasyon amaca yönlendiren, enerjiyi odaklaştıran güçtür. Başarı ve hedefe ulaşmak için devrimci kadro yüksek yoğunlaşma gücü gösterebilmelidir. Yoğunlaşma yeteneği ve gücü, özelde “başarı” kişiliğinin genel anlamda da tarihsel devrimci kişiliğin, olmazsa olmaz değer özelliklerindendir. Yoğunlaşma gücü olmayan devrimci kadro sistemin içinde kendiliğinden hareket eden, düzenle uyumlulaşan liberal bireyler olmaya adaydır. Çünkü bilinçli bir yönelim içinde olmadıkça ve sistemin akışına irade koymadıkça sermaye düzeni enerjimizi sömürecektir. 

Konsantrasyonun ikinci özelliği seçme kapasitesidir. Konsantrasyon gücüne sahip bireyler seçer, karar kılar. Seçimlerinde iddialı ve inatçıdır. Seçmek eylemi sancılı, gerilimlidir; seçme iradesi göstermek sorumluluğu ve bir şeylerden vazgeçişi istemektir.

Felsefe tarihinde varoluşçu filozoflar için “seçmek” kavramı felsefelerinin merkezi kavramlarından biridir. Onlar seçmenin dramatik acı yönüne özellikle vurgu yaparlar. Birey seçimlerden varoluşsal acı duyar; ama aynı seçim bireyi oluşturur, bireyi büyütür. Onda doğumun sancısı gizlidir. 

“Seçmek” İngilizce anlamıyla decide sözcüğüne karşılık gelir ki; “decide” sözcüğünün İngilizce etimolojisinde/kökünde “öldürmek” anlamı vardır. Her seçim bir ölümdür, evet! Ama aynı zamanda bir doğum, bir yaşamdır. Her seçimimizde var olan eskiden olan şeyimizi öldürür, yeni yaşamları katarız eylemlerimize, benliğimize, ruhumuza…

Varoluş acısı seçme eylemine içrek olarak belirtilir. Seçme istemi/iradesi insanın özünü oluşturmasında ilk adıma denk gelir. Bir seçim, bir karar veriş istenen şeyi evetlemedir; ama aynı zamanda içimizde, yaşamımızda bir şeyleri de öldürmektir.

Seçmek gerilimlidir. Seçmek kaygı verir. Bireye güvenliğini ve alışkanlığını bulunduğu noktayı kaybetme korkusu yükler. Devrimcilik sürekli kopuş ve yeniden oluştur. Devrimcinin her seçimi eskiden kopuş yeniye ulaşma çabasıdır. Seçmek acı verir, ağrıtır, kaygı verir, korkutur. 

Devrimci faaliyette sabah kalkışımızdan gece uyuyana kadar her adımımızda seçimlerle yürür, kararlarımızla planlar yaparız.

Devrimci birey, en basit bir günlük etkinlikten en karmaşık, sert bir eylem biçimine kadar yüksek konsantrasyonla davranmalıdır. İşlerin bir ucundan tutmakla başarı yakalanamayacağı aşikardır. Yapılacak işin tüm ayrıntılarını (eylem, gösteri, eğitim, piknik, 1 Mayıs vb.) gibi titiz bir yoğunlaşmayla planlayabilmelidir.

Konsantrasyon “Con” ve “Centrom” kelimelerinden oluşur. Merkez etrafında gömülme anlamını içerir. Merkez etrafında yoğunlaştıkça, merkeze odaklaştıkça, ilgiyi ve özeni hedefine yoğunlaştırdıkça amaca ulaşılabilir. Yoğunlaşma öyle bir duygudur ki, güneş ışığını odaklayan merceğin kâğıdı yakması etkisini içinde taşır. Odaklaşan devrimci plan hedefini eritir. Amacını gerçekleştirir. 

Konsantrasyon gücü devrimcinin bilincini ve ruhunu bilemesi, keskinleştirmesidir. Kapitalist sistemde “örgütlenmek” bir kayayı delmek gibidir. İşte konsantrasyon gücü o kayayı delmek için gerekli ucu sivrilten bir güçtür.

Konsantrasyon gücü devrimci kadronun amaç başarı gerilimini taşımasıdır. Konsantrasyon gücü bireyin yaratıcılığını tetikler. Çözüm gücü yükler. 

Dikiş makinasının mucidi Robert Howe dikiş makinasının hemen her mekanizmasını yapar, ancak bugünkü hali ile tek bir parçasını eksik bırakır. O da ucu delik iğnedir. Ne yapsa hep bir eksiklik olduğunu bilir görür, ama çözümleyemez. Yoğun düşünceler içerisinde aylarca çalışır. Bir gün artık tasarlamaktan yorulduğu bir zamanda, masanın üstünde uykuya dalar ve uykusunda bir rüya görür. Rüyasında bir adaya düşmüştür, etrafında yerliler ellerinde mızraklarla onu çevrelemiştir. Korku içinde mızraklara bakar iken mızrak uçlarının ortasının delik olduğunun farkına varır. O anda uyanır, zihninde “aydınlanma” olur. Hedefe kilitlenmenin, probleme yoğunlaşmanın ne güzel bir örneği. İşte devrimciler de böylesi konsantrasyonlarla sorun çözücü olabileceklerdir.

Bir konsantrasyon bozukluğu ya da “çalınan dikkat” çağında yaşıyoruz. Yüzeysellikler, çevrede uyaran çokluğundan dolayı yaşanan dağılmalar ve “araçsallaşan akıl” ortamı devrimci kadroyu da etkiliyor. Egemen güçler kendi kapitalist düzenlerini sürdürmek için yüzyıllar boyunca “sen düşünme, ben senin yerine düşünürüm” diyerek isçilerin, devrimcilerin, yoksulların düşünmesini, bilinçlenmesini engelledi. 

Şimdi ise 21. yüzyılda ise “düşün ama kopuk kopuk, parça parça düşün” diyor. 20. yüzyıla kadar kapitalistlerin en büyük yardımcısı bilinçsiz kitlelerdi. Şimdi ise konsantrasyonsuz kitleler, çalınan dikkatler…

Devrimci Gelenek

Gelenek, devrimci kadronun bilinç iklimidir. Tarihsel devrimci kişilik, kendisi yeniyi oluşturmaya ve yeni olanı yaratmaya aday kişilikse de bunu geleneğinden güç alarak yapar. Geçmişte yaratılan devrimci gelenek, devrimci kuşaklara ışık tutar. Marx, Engels, Rosa, Che Guevara, Mao, Kıvılcımlı, Mahir, Deniz, İbo hepsi kadrolara ve militanlara yarattıkları model kişiliklerle gelenek oluşturmuşlardır. 

Liberal, tasfiyeci, postmodernist ruh, geleneği yadsıyarak “yeni” adı altında “geleneği” yani yaratılmış değerleri tasfiye eder. Devrimci geleneği reddeden siyasi anlayış tasfiyeciliktir, değersizleştirmedir. Spartaküs’ten Şeyh Bedrettinlere, Paris komüncülerinden Bolşevik devrimcilere, Vietnam, Çin devrimcilerinden Türkiye, Kürdistan devrimciliğine kadar uzanan zengin bir gelenek vardır.

Gelenekten güç almayan devrimci kadro ve örgüt hedeflerine ulaşamayacaktır. Örneğin Kobani direnişçileri, işgalci faşist/DAİŞ  çetelerine karşı kendi savunmalarını Sovyet devrimcilerinin “Stalingrad Savunması “geleneğine sahip çıkarak direniş göstermişlerdir ve başarılı olmuşlardır. Yenilikçi edebiyatçılardan Nurullah Ataç yeni Türkçe dilini oluştururken şöyle der: “Şair yeni bir dil yaratabilir ama bunun için gücü gelenekten alır” der. 

En yüce dağlar nasıl en derin denizlerden çıkarsa en büyük devrimciler de en güçlü atılımlarda en derin gelenek denizinden oluşur. 

Gelenek Kıvılcımlı’nın dilinde kolektif aksiyondur. Tarihsel devrimci bir dinamiktir. “Tarihin büyük geçit konaklarında tek vurucu güç barbarların tarih öncesi toplumdan aldıkları sosyal geleneklere göreneklere üstün kolektif aksiyondur.”

Tempo

Devrimci faaliyetin işleyiş hızıdır. Güncel, akış halindeki vakittir. Geçmişte ve gelecekte değil; şimdi ve buradadır.

Tempo devrimci kadronun zamanla kurduğu ilişkidir. Bu ilişki metafizik bir mutlaklıkta değil belirli zaman diliminde ona uygun bir hızda hareket edebilmektir. Sınıflar savaşının yarattığı politik gerçekliğin, partinin örgütsel hedeflerinin bir zamanı vardır. Devrimci birey politik ve örgütsel zamanı yakalayıp tempolu bir faaliyet yürüttüğünde hedeflerine ulaşabilir. Zamanaşımına uğramış bir tempoda hedefler yerine getirilse de bir değeri olmaz. Politik doğrular, hedefler sonsuz bir zaman metafiziği içinde değil, şimdi ve burada yaşanan anda, verili momentte hayat bulur. Dolayısıyla devrimci kişilik özelliklerinden “devrimci gelenekçilik” ne kadar zaman dışıysa; tempo, tam tersi soluğunu hissettiğimiz andaki gerçekliktedir.

Zaman bizi beklemez. Onun vakti değerlidir. Düşmanla pazarlık yapılır da zamanla pazarlık yapılmaz. Devrimci bireyin yaşamı, mücadele akışı hedef-plan-sonuç üçlemesinde ilerler. Tempo bu üçlü diyalektik çarkın, mekanizmanın bağlantı/volan kayışıdır. Yetenek ise bu mekanizmanın aşınmasını önleyen koruyucu yağıdır.

Zaman sınırsızlık içinde görülüp değersizleştirilemez. Geçen zaman devrimdendir, devrimden yer. Devrimci kadro politik gerçekliğin öznesi, zaman ise bir nesnelliktir. Kadrolar zamanı değersizleştirdikçe tersi olur; zaman özneleşir, devrimciler nesneleşir. Geriye kalan, hedeflerine ulaşamayan, ulaşsa da bürokratik kalan bir devrimci pratik olur.

Proleter devrimcilik, çelişkinin yüreğindeki kuşkudur, değiştirmenin bilincindeki gerginliktir. O vakit öldürmez, az olsun benim olsun demez; devrime tempo tutar. Siyasetin kriteri bireyin yetenekleri/gücü değil politik ortamın kendisi, temposudur.

Tarihsel devrimci kişilik de zaten kendi zamanımızın/tarihimizin temposunu yakalamak değil midir?

***

Yukarıda, devrimci pratiklerimizden çıkardığımız “Tarihsel Devrimci Kişilik” özelliklerini sarmalayan ve onların vurucu güçleri olmayı hak eden bir başka devrimci değer savaşçılıktır.

Savaşçılık, kapitalist düzene karşı keskin ve derin bir komünist bilinçle yeni bir toplumsal düzenin oluşması için militanca bir mücadele ruhudur. Hedefine odaklanan, düşmanı mutlaka yenmeye odaklanan, onu yenemediğinde kendisinin yok olacağını bilerek hareket etmektir. Nöbetini tutar gibi uyanık, sürekli yeni savaş araçları geliştiren akıl dolu ve kurnazca hareket eden, disiplinli, sonuç alıcı, yetenekli, sermayeye karşı proletaryanın iktidarını çelikten bir iradeyle istemek ve eylemektir.

Savaşçılık özünde hakikat kişiliğidir. Sahici önder duruşudur, düşmana karşı stratejik duruştur. Gerçeği, olguları, yaşantılanan gerçeklik içinde kavrayan ve öylece anlamlandırandır. Gerçekler, mutlak ve soyut değil, bağlantılı, bütünsel ve somuttur.

Ne diyor Marx ve Engel Feuerbach üzerine tezlerin ikincisinde:

“Nesnel [gegenständliche] hakikatin insan düşüncesine atfedilip atfedilmeyeceği sorunu -bir teori sorunu değil, pratik bir sorundur. İnsan, hakikati, yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini [Disseitigkeit] pratikte kanıtlamalıdır. Pratikten yalıtılmış düşüncenin gerçekliği ya da gerçeksizliği konusundaki tartışma, tamamıyla skolastik bir sorundur.” (Feuerbach Üzerine Tezler; İkinci Tez, Marx-Engels)

Savaşçılığın hakikati buradadır.

Tarihin Çağrısı

Devrimcilik, bir keşif icat ve oluştur. Salt kendiliğinden bir evrimsel süreç değildir elbette. Devrimci kadro iddia sahibidir aynı zamanda. Öncü kadro kişiliği oluşma ve oluşturma sürecinde yaşanan zorluklar veya güzellikler sadece bir duygu değil; tecrübeyle gelen bilgi olarak da biriktirilir. Devrimcinin dünyaya, gerçekliğe en yakın olduğu an; içinde bir kaosu taşıdığı andır.

Tarih göstermiştir ki yaşam iddiası “büyük” olanlar ancak “büyük tarihsel kişilikler” oluşturabiliyorlar. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanının kahramanı Raskolnikov yaşam iddiasını ortaya koyarken insanları ikiye ayırır: “Sıradan ve tarihsel insanlar.” İşte bütün mesele de bu tarihsel kişilikler olmakta değil midir?

Tarihsel devrimciler, tarihin yüklediği görevlere olduğu gibi talip olmalı, adeta kişiliğimizin kumaşını tarihe biçmeliyiz. Tarihi bize biçme değil! Ünlü tarih araştırmacısı Joseph Campbell “bütün dünya halklarının bütün hikayelerinde ortak olarak “Kahramanın Yolculuğu” bir çağrıyla başlar, bir haber, bir aksilik ve bu çağrı kahramanda çelişki oluşturur” der. Güzel, ağrısız sancısız sürüp giderken hayat! Bu tarihin “çağrısı” da nerden çıktı şimdi? Bilinir ki gelen çağrıyı/çelişkiyi kendine rol biçenler kahramanlaşmış ve bir hikayesi olmuştur.

O halde kendimize soralım: Tarihin bize çağrısı nedir? Yaşadığımız an/tarihsellik bize hangi görevi yüklüyor?

Devrimci öncü kadroların yaşanan tarihsellikte kişiliklerinde çağrı yapan “çelişki” noktaları, görev biçtiği koordinatlar;

  1. Çoklu kriz içinde çok kutuplu bir dünya gerçeği,
  2. Kaotik ve faşist sermaye rejimini adım adım ören Türkiye politik ortamı,
  3. Solda tasfiyecilik dalgası, sosyalizm mücadelesi bayrağını yükseltmek,
  4. Öncü komünist bir parti ve paradigma/programatik bir hareket oluşturma.

İşte tarihimizin çağrısı, işte tarihsel devrimci kişiliğin inşasında yükseleceği temel sütunlar.

Çelişkilerle kendisi arasında gerginlik kuran (öyle ya cambaz gevşek ipte oynayamaz!), deneyimlediği tarihini önemseyen, kendini önemseyen iddia, irade, inat sahibi olabilmeliyiz. Yoksa tarihin içinde gezinerek, tarihi seyrederek, sıradanlaşarak yaşamak kaçınılmazlaşır. Tarihin içine yerleşip kendimizi onun akış derinliklerine yatırarak hareket etmeliyiz. “Zamanın ruhu” içinde tarihin “zembereğini” kurarak devrimin, tarih yapıcı kişiliklerin diyalektiğini çalıştırmakla mümkün görünüyor.

Rosa Lüksemburg “Özgürlük her zaman, farklı düşünenin özgürlüğüdür” diyerek, büyük düşünen, büyük karar veren, büyük eyleyen olarak, devrimci hareket tarihinde tarihsel model kişilik olmuştur. 

Ekim devriminin öncü kadrolarından Sverdlov’un tarihsel kişiliğinin nasıl oluştuğunu Lenin mezar başında konuşurken çok güzel ifade ediyor: “Sverdlov Yoldaş, bizim gözümüzde, ailesini ve eski burjuva toplumunun bütün rahatlıklarını ve alışkanlıklarını terk etmiş, kendini her şeyiyle devrime adamış, yıllar boyu hapisten sürgüne, sürgünden hapise gönderilirken devrimcileri çelikleştiren bu nitelikleri durmadan geliştirmiş bir insan, en kusursuz bir profesyonel devrimci örneğiydi.”

Devrimin Güncelliği

Değiştirmenin mümkünlüğü, devrimin günceliği varsa tarihte vardır ve “zaman” insan emeğiyle tarihe dönüşür. İşte tarihsel kişilikler hamleci, fetihçi ruhla büyük emeklerin ürünü olarak cisimleşebilecektir.

Tarihsel kişiliğin siyasetteki kriteri:”Kişisel ya da örgütsel sınırlar değil, politik ortamın kendisi ve dönemin yüklediği örgütsel görevlerdir.”

Varlık ve hiçliği bir arada yaşadığımız zamanlardayız. Devrim ve karşı devrimlerin içiçeliğinde çoklu krizlerle boğuşan; kaosun, yeni bir dünya savaşının eşiğinde bir dünya gerçeği var; kaotik çıkmazlar içinde bir Türkiye… Yaşadığımız tarihsel moment hiç de kolay değil! Tarih devrimcilere büyük görevler yüklüyor; ama aynı tarih, bireylerin önderleşip güçlü tarihsel kişilikler oluşturma olanağını da yaratıyor.

Şimdi “Tarih”imizle mecz olup; tarih yapıcı hamleler yapabilen, devrimci öncüler olma zamanı!

Kaynaklar:

  1. Militana Özel Notlar, O. Kayserilioğlu
  2. Estetik, Avner Ziss
  3. Haziran’da Ölmek Zor, Hasan Hüseyin Korkmazgil
  4. Aşk ve İrade, Rollo May
  5. Özgürlük ve Kader, Rollo May
  6. Feuerbach Üzerine Tezler, Marx-Engels
  7. Felsefe Defterleri, Lenin
  8. Hukuk Felsefesi, Hegel
  9. Hannibal, Thomas Harris
  10. Ecco Homo, Nietzsche
  11. Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, J. Campbell
  12. Başkasının Zararına Sevinme (Schadenfreude), Seda Erzi
  13. Tarih Devrim Sosyalizm, Dr.Hikmet Kıvılcımlı
  14. Nikomakhos’a Etik, Aristoteles