Felaket Olan Devlet ve Yeniden Çiçeklenen Gezi Ruhu

6 Şubat 2023’te Pazarcık ve Elbistan merkezli deprem ve 11 ili etkileyen doğal afetin üzerinden 38 gün geçse de yaşanan trajedinin acısı dinmedi. Yıkım, ölüm karşısında acımız derin; AKP-MHP iktidarının deprem sonrasında yaşattıkları zulme karşı öfkemiz büyük.

Deprem doğanın fizik kanunudur elbette. Buna diyecek bir şey yok. Sözümüz doğal afeti “toplumsal felakete” toplumsal katliama çevirenlere; kutsadıkları kapitalist devlete, AKP-MHP iktidarına. Öyle ya asıl yeraltındaki gelene değil yerin üstündeki faciaya bakalım.

AKP’nin politik öncülerinden biri olan Süleyman Demirel, 1999 depreminde “altımız çürük” diyerek suçu “doğaya” atmıştı. Oysa çürük olan hükümetti, köhne kapitalist düzenleriydi.

Sen misin Devlete “Şirk” Koşan

Devlet, milliyetçilik, Sünni İslam ve tek adam rejimiyle “kutsallaştırılınca” depremzedelerin acısını, öfkesini dile getirmesi de “kutsala şirk koşma” olarak görüldü. Halk azarlandı, tehdit edildi.

On binlerce insan enkaz altında göz göre göre can verirken halk acı bir çığlıkla “Nerde bu devlet?” diye soruyordu. Yükselen serzenişe, feryada karşılık devletin tek yaptığı şey ise hakaret ve tehditler oldu. Askerler, yurt dışından gelen ekipler, yardıma koşan madenciler engellenip bekletildi. Çadırlar, erzaklar ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmadı. Gurur verici bir dayanışma içinde olan halk, yardım kuruluşları bin bir hakaret ve karalamalarla yandaş trollerin hakaretlerine maruz kaldı, yardımı dayanışmayı devleti acze düşürmek, güçsüz göstermek olarak lanse edildi.

Neoliberal Devlet Bu Değil mi Zaten?

Devlet oradaydı aslında. Yokluğuyla da oradaydı; varlığıyla ise zaten oradaydı!

Yokluğuyla oradaydı evet; çünkü tam da neoliberal devlet bu değil miydi? 20 yıllık AKP iktidarınca örülüp yapısallaşan Türkiye’nin kapitalist devleti artık bu. İhale saçan, şirket kârlarını garantileyen, sermaye yanlısı güvenlik devleti bu; rant ile yaşam alanlarını talan edip ülkeyi inşaatlaştıran, imar aflarıyla kaçak yapılara yol veren bu devlet. Her şeyin ticarileştirildiği, kâr etmeye endekslendiği bir devlet varken elbette bir yardım kuruluşu olan Kızılay da depremzedelerin ihtiyaçlarını karşılayacağına, çadırları kâr için satacaktı. Kamu hizmetlerinin şirketleşmenin sonucunda başka bir davranış beklenemez.

8. günde enkaz altında çıkarılan bir depremzedenin yaralıyken doktora “Beni özel hastaneye götürmeyin param yok!” derken sağlığı, kamu hizmetini özelleştiren neoliberal kapitalist devletin nerelere geldiği ortada. Halkın felaketi olmuştu devlet!

Devlet varlığıyla da zaten oradaydı. İnsanlar enkaz altında yardım beklerken, onları ölüme terk edip bankaların kasalarını kurtarırken mesela; OHAL ilan ederken, acıyı, sitemi, öfkeyi bastırmak isterken; halkın iktidar karşıtı hareketliliğini milliyetçi göçmen düşmanlığına kanalize ederken vardı oradaydı. Daha enkaz altında binlerce canlı dururken alel acele rantlar dağıtılıp, şehirler planlanıp yeni orman talan yasaları çıkarırken vardı ve oradaydı devlet.

Enkazda Çiçeklenen Hareketlilik ve Halk Dayanışması

İşte böylesi bir devlet ve iktidara rağmen halk güçlerinin, gönüllülerin, yardım ekiplerinin, halkçı belediyelerin devrimcilerin, sosyalistlerin deprem bölgesiyle dayanışması bir ortaklaşmanın isyanın da habercisiydi. Şu bir gerçek ki siyasal dengeleri değiştirmeye aday büyük sosyo-politik uyanış/hareketlilik yaşanıyor, depremin enkazı içinde ve iktidarın zulmü karşısında; toplumun kederinde, Gezi ruhunun değiştirici gücü ve umudu mayalanıyor.

İktidar kendi yapamadıkları/yaptıkları karşısında önce depremi “kader planı” ve “yüzyılın felaketi” diyerek katliamın sorumluluğunu üzerinden atmaya çalıştı. Tutmayınca bu defa öfkeyi ve dayanışmayı hükümet karşıtlığı, milliyetçilik ve göçmen düşmanlığına kanalize etmeye çabaladı.

Ama öfke, keder ve dayanışma ruhu dalgalanmaya başlamıştı bir kere. Enkazın içinden futbol tribünlerine yansıyan; sokaklara, meydanlara akan halk hareketliliğinin sesiydi bu. Gezi’nin “neşeli” isyanının depremin “kederinde” yeniden çiçeklendiği bir başkaldırıya dönüşebilecek bir kıpırdanış, bir seferberlik, bir kopuş isteği…

“Yalnız büyük bir keder yahut büyük bir neşe sizin gerçeğinizi açığa vurabilir.” der Halil Cibran, Kum ve Köpük kitabında; bu kez “kederimiz” açığa vuruyor içimizdeki gerçeği: bu kapitalist düzeni değiştirme isteğini.