Mafyalar, Çeteler ve Devlet Krizi

Darbe girişimiyle su yüzüne çıkan ve o günden bu yana çeşitli biçimlerle ve farklı şiddetlerle kendini ortaya koyan devlet krizinin bir boyutunun yeni bir düzlemi somutlaşıyor. Bu düzlem öncekilerle kimi benzerlikler taşımakla birlikte “sui generis” nitelikler de taşımakta.  

Dikkatlilik  

Sabık içişleri bakanının döneminde neredeyse hiç yapılmayan mafyalara ve çetelere yönelik operasyonların artması, yine sabık bakana yakın olduğu iddia edilen Ayhan Bora Kaplan’ın kaçarken yakalanması ve sonrasında Bahçeli’nin Soylu’ya sahip çıkması devlet içindeki krizin bir boyutundaki şiddeti açıkça ortaya koydu.   

Fakat Kılıçdaroğlu’nun “destek” açıklamasını ayrı bir yere koyarsak yeni İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın “yumuşak” ama kararlı bir şekilde operasyonların devam edeceği söyleminde bulunması, operasyonların “durması” ve ardından Soylu’nun Yerlikaya’yı ziyareti ise tarafların krizin şiddetinin “fazla” yükseltildiği konusunda anlaştığına ve “şimdilik” sulha karar verdiklerini gösteriyor.  

Bu kararın altında yatan nedenlerin başında ise bulundukları “ortak” zemin geliyor. İki taraf da hareket ettikleri devletin şiddet tekelini uygulayan zor aygıtının önemli bir kısmının bulunduğu zeminin ve iktidar alanının varlığını korumaya dikkat etmekteler. Darbe girişimiyle zayıflayan ve geçen zamana karşın eski gücüne kavuşamayan zor aygıtının, ülkenin çevresinde yükselen savaş ateşinin yüksek çatışma gücüne sahip olunmasını zorlaması da eklendiğinde, varlığını koruması devletin ve iktidarın varlığı için de olmazsa olmaz. Bu da tarafları “dikkatli” olmaya itiyor.  

Dikkatlerini yönelttikleri diğer mesele ise “mafya” ve “çeteler”. Mafya ve çeteleri ortadan kaldırma vaadiyle gelen AKP/Erdoğan, iktidar alanındaki gücünü tahkim ettikten sonra kendi “mafya” ve “çetelerini” yaratmaya başlamıştı. Yaşanan acemiliklerin ardından Süleyman Soylu’nun önderliğinde ve MHP’nin tecrübesiyle mafya ve çetelerin yaratılmasında büyük başarılar kazanıldı. Bu mafya ve çeteler aracılığıyla “kirli işlerden” sermaye birikimi sağlandı, yerellerde servet transferi gerçekleştirildi ve gerektiğinde halkçı güçlerin direnişlerine ve eylemlerine müdahale edilerek “huzur” sağlandı. İsviçre çakısını andıran çok işlevselliğe sahip bu mafya ve çeteler, bir anomaliden öte neoliberal düzenin hem ekonomik hem de siyasi alanda alan açıp çeşitli saiklerle (son yıllarda çok izlenen dizilerdeki ve filmlerdeki anlatıya özel dikkat) fiilen meşrulaştırdığı ve doğallaştırdığı özneler aynı zamanda. Dolayısıyla iki taraf da bu özneleri tasfiye etmek bir yana, kendi kontrollerine altına alarak “güçlendirmeyi” amaçlıyor. Yapılan hamleler de “bizi seçerseniz bertaraf olmaktan kurtulursunuz” mesajını taşıyor. Bu mesajı verebilecek güce yani mafya ve çetelerin ellerini kıran ama bellerini kırmayan operasyonları yapacak ve “akıllıca” tercih yapmalarını sağlayacak somut güce “devlet içinde” sahip olmak özel önem taşıyor.  

Özgülük  

Kavganın “sui generis” niteliğine ise içerideki ve dışarıdaki gelişmeler renk vermekte.   

Şaibeli seçimlerin ardından iktidarını korusa da AKP/Erdoğan, gerek seçimlerdeki şaibelerini sürdürebilmek için gerek faşizmin inşası sürecini nihayete erdirmek için gerekse de yüzde 35’e düşen kitle desteğini MHP, YRP gibi partilere kaptırmamak için içerinin “içerisindeki” alanda hegemonya kurması gerektiğinin farkında.  

Bu çerçevede Ali Yerlikaya gibi daha önceki testlerden geçmiş ve İslamcı yapılarla iç içe birinin içişleri bakanı olması tesadüf değil ve ayrıca kendisi yalnız da değil. Ali Yerlikaya’nın Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler’in ev sahipliğinde gerçekleşen toplantıda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Genelkurmay Başkanı Metin Gürak ve MİT Başkanı İbrahim Kalın ile verdiği fotoğraf devletlû ve “güçlü” bir ekip olduklarını ortaya koyuyor. Ve bu durum önümüzdeki süreçte iki taraf arasındaki çatışmanın “geçici sulh”tan ve Kürtlere yönelik saldırılardan sonra artarak devam edeceğini gösteriyor.  

Kılıçdaroğlu’nun ve masadaşlarının Ali Yerlikaya’ya sunduğu desteğin iktidar paydaşları arasındaki çatışmayı derinleştirip onları bölmek ve böylece güçten düşürmek gibi “görünen” bir amacı bulunuyor. Öte yandan ise masadaşların kendilerinin beceremedikleri “restorasyon”u Erdoğan’ın eliyle yapmayı ve siyasal alanda kaybettikleri inisiyatifi peyderpey kazanmayı hedefledikleri görülüyor. Sunulan desteğin bir diğer yanı ise Kürtlere yönelik artan saldırıları onaylama anlamını da taşıyor. Bunlarla birlikte düzen içi muhalefetin “destekle” olsa da müdahil olduğu “ek durum”, kavganın şiddetine bir gerilim alanı daha katıyor. 

Ülke dışındaki savaş alanının yayılma potansiyeli içerideki gelişmeleri de etkilemekte. Batı’nın büyük destek sunduğu Kiev’in saldırılarına rağmen Rusya’nın Ukrayna’da kalabilmesi, Çin’in Orta Doğu’ya yönelik nüfuzunu artırması Türkiye’nin özellikle vurucu gücünün önemini artırıyor. Bu vurucu gücün dışarıda etkili olabilmesinin yolu da içeride gücünü yoğunlaştırmış olmasından geçiyor. Bu bağlamda Soylu-Bahçeli gibi istikrarsız, kontrol dışına çıkabilen, küçük hesapçı kişiliklerin olduğu bir yapı yerine Fidan-Kalın gibi istikrarlı, Batı ile uyuma özen gösteren ve “bölgesel” ve “küresel” hamle yapabilme becerisine sahip kişiliklere sahip blok öne çıkıyor. Nitekim Yerlikaya’nın o fotoğrafı koyması da o kişilerin orada bulunması da tesadüf değil.  

Bütün bunlarla birlikte Bahçeli’nin mesajı, Soylu-Bahçeli yapısının kolayca teslim olmayacaklarına ve direnerek ve olabildiğince güçlerini koruyarak geri çekilmeye çalışacaklarına işaret ediyor. Fakat bunun gerçekleşmesi halinde devlet krizinin önemli bir boyutunun derinleşmesi ve bir düzleminin çatlaması gibi sonuçlara yol açacak olması, gerçekleşmeme ihtimalini artırıyor. Gerçekleşmediği takdirde ise yapıdaki birkaç “büyük baş”ın tasfiyesi sorunu çözebilir. Ama ne bu tasfiyeler ne “direniş” ne de iç ve dış “destekler” devlet krizinin kısa ve orta vadede çözülebilme olasılığını değil aksine derinleşeceğini ortaya koyuyor.