“Küçük” Partiler “Büyük” Siyaset

Seçim yarışının son düzlüğüne girilirken siyasal alandaki hareketlilik de artarak genişliyor. Hareketliliğin artmasını ve genişlemesini sağlayan ise “büyük” partilerden çok “küçük” partiler. Geçtiğimiz yılki genel seçimlerde ittifaklar içinde var olmaya çalışan ve çoğu yüzde 3’ün altında oy almasına rağmen eser miktarda vekillik kazanan partiler, yerel seçimlerde neredeyse her il ve ilçede “kendi” adaylarını çıkartarak “farklı” bir politika izlemekteler. İçsel gereklilik ve dışsal etkenlerle birlikte siyasal alanın bütününde yaşanan gelişmeler “farklı” politikanın uygulanmasına neden olmuş durumda.

İçsel Gereklilik 

Aldıkları vekilliklerle siyasal alanda öne çıkan bu partiler, eylemsel pratiklerden çok başta meclis olmak üzere çeşitli mekanlardaki söylemlerle varlıklarını idame ettirmekteler. Eylemsel pratikle buluşmayan söylem pratiğinin bu partilerin varoluşlarını “illüzyondan” ibaret hale getirebilme olasılığını artırması, çanların onlar için çalmasına neden oluyor. Dolayısıyla gök kubbede hoş bir sadâdan ibaret kalma niyetinde olmayanlar için yerel seçimler önemli bir eylemsel pratik fırsatı sunuyor. 

Seçim sürecinde sergilenecek eylemsel pratikler, partilerin somutlaşmasının yanı sıra güç kazanmasını da sağlayabilir. Bu eylemsel pratiklerin söylem pratiğinden ibaret olmayı azaltma ya da söylemi eylemsel pratikle buluşturmanın mecburi tezatlarına yol açmaktan başka yan etkilerinin olmaması da partilerin geniş ve çok sayıda mekanda cesurca harekete geçmesine yol açıyor. İçeriden gelişecek bu cesurane hareketler, zorlayıcı dışsal etkenlere rağmen partinin ayakta kalmasını sağlayabildiği takdirde önümüzdeki dönemde “büyük” parti sayısının artmasını mümkün kılabilir.

Dışsal Etkenler

“Küçük” partileri zorlayıcı dış etkenlerin başında ise “büyükler” geliyor. Mecliste grup kurabilen ve çok sayıda belediyeye sahip olan “büyükler”, vekillik için gösterdikleri “bonkörlükten” yerel seçimlerde imtina etmekteler. 

Belediyelerin sahip olduğu maddi imkanlar ve rant olanakları, büyüklerin küçükleri baskılamasının ilk nedeni. Büyükler, zaten vekillik alarak varlık kazanan küçüklerin bir de belediyeleri kazanarak somut bir güç ve dolayısıyla kendileri için bir “tehdit” haline gelmelerini istemiyorlar. Bu nedenle “küçükleri” gerek maddi güçlerini kullanarak gerekse yerel seçimlerin tek galibinin olacağı argümanına dayanarak saf dışı etme gayretindeler.

Yerel seçimlerde galibin en çok oyu alanın olacağı argümanı ise küçüklere dayatılan bir diğer baskı. Oyların “bölündüğü” takdirde “karşı” tarafın kazanacağı söyleminin de eklendiği bu argüman ile küçüklere kendi “mahalleleri” üzerinden de baskı dayatılarak güç kazanmaları engellenmek isteniyor.

Rant etkeni ve mahalle baskısına rağmen “küçüklerin” yaygın bir şekilde seçime girmekte ısrar etmesinin altında ise kendini sahada var etme mecburiyetinin yanı sıra siyasal alanın bütününde oluşan krizler ve imkânlar yatmakta.

“Bütünlük”

Kapitalizmin krizinin siyasal alana yansımasının yanı sıra Türkiye özelinde yaşanan devlet krizi, 12 Eylül sonrasında oluşturulmak istenen ve AKP ile nihayete vardırılması arzulanan faşizan rejimin inşasındaki çatlakları görünür kılmıştı. Ekonomik, siyasal ve toplumsal alanda yaşanan son gelişmeler ise görünür olan çatlakların derinleşmesine ve böylece yeni öznelerin güç kazanmasına imkan tanımakta.

Kapitalizmin yapısal krizini Türk sermayesinin, halkın rızkına çöküp onu daha da yoksullaştırarak ve tefeci-bezirgan genlerindeki yatkınlıkla yağma ile talanı daha da büyüterek çözmeye çalışması ise ekonomik alanın kendisini tehdit etmekte. Artan yoksulluğun yanı sıra ekonomik alanın varoluşsal tehdit haline girmesi ise halkın “uçlara” gözünü ve ilgisini çevirmesine neden olmakta. Ümit Özdağ’ın “Türk” işçileri desteğe gitmesi ve Yeniden Refah Partisi’nin “eski” günleri hatırlatarak yoksul müslümanlara yönelmesi “küçüklerin” halkın ilgisini kanalize etme çabasını gösteriyor.

Diğer yandan geçtiğimiz orta vadede AKP, CHP, MHP ve İYİP gibi “büyüklerin” işgal ettiği siyasal alanın sorunlara çözüm üretmekten çok “kayıkçı kavgası” içinde olduklarının ayan beyan ortada olması da halkın siyasal alandaki “uçlara” yönelmesine sağlıyor. Buna ek olarak kadınlara ve çocuklara yönelik saldırılar ile yaşam alanlara yönelik sermayenin talanı ve bunlara karşı gösterilen tepkiler de yaratılmak istenen toplumsallığın reddedildiğini gösteriyor. Ve hatta halkın yeni bir toplumsallığın arayışı ve inşası içinde olduğuna da işaret ediyor.

Sermaye düzeninin ekonomik, siyasal ve toplumsal alanında yaşanan krizler ve oluşan çatlaklar düzen içi “küçük” partilerin “büyük” siyaset yapmasına imkan tanıyor ve bu imkanı değerlendirmek açısından yerel seçimler önemli bir fırsat sunuyor. Fakat bu imkan değerlendirilip “büyük” olunması, krizlerin ve çatlakların çözülmek bir yana daha da derinleşmesi ihtimalini artırıyor. 

Öte yandan halkın her alanda irili ufaklı gösterdiği tepkiler ve mücadelelerin yanında yeniyi inşa edebilecek iradeye sahip olduğunu ortaya koyması, başka bir düzenin oluşması olasılığının ciddiyetini de gösteriyor. Sol-sosyalist güçler düzen içindeki “küçüklüğe” meyletmeyip “büyük” siyaset peşinde koşmadan halkın öznelliğiyle hemhal olduğu takdirde bu ciddi olasılığın gerçekleşmesini sağlayabilirler. Yerel seçimler sürecinde yaşananların ışığında çıkarılacak “derslerin” de seçim sonrasında bu ciddi olasılığın gerçekleştirilmesinde önemli katkıları olacaktır.