CHP Nereye Koşuyor?

Kendini sınıflar savaşının içinde konumlandıran ama bu savaşın sonunu bir uzlaşıya doğru götürmeye çalışan klasik sosyal demokrasi, reformist politikalarıyla sınıfsal çelişkileri yumuşatan bir siyasi akımdır dersek genel bir tanım yapmış oluruz. Türkiye’de sosyal demokratlaşma süreci Avrupa’daki benzerlerinden farklı bir seyir izleyerek devletin kurucu partisi CHP’nin etrafında şekillenirken bu süreç ülkenin modernleşmesi gibi yukarıdan aşağı bir gelişim gösterdi. Bu gelişim elbette ki sınıflar savaşının içinde ve onun ihtiyaçlarından bağımsız şekillenmiyordu. Ama önemli olan hangi sınıfın ihtiyaçları olduğuydu.

Kemalist ideoloji tarafından şekillenen CHP, ülkede kapitalizmin gelişiminin önünü açarken siyaseti de despotik bir şekilde yönetiyordu. Kemalizmin en temel argümanlarından olan “sınıfsız toplum” rüyasının yansıması olarak sınıf temelli partilerin kurulmasının yasak olması ve aynı şekilde işçi direnişlerine karşı tavizsiz bir tutum alınması ülkedeki kapitalizmin ne şartlarda gerçekleştirildiğini görmek açısından önemlidir. Bu “sınıfsızlığın ve kaynaşmışlığın” yegane partisi de Halk Partisi’ydi. 

Kapitalizmin gelişim ihtiyaçları doğrultusunda geçilen çok partili dönem ile birlikte kurucu dönemi sona eren CHP, bu gelişimin sonucunda kırdan kente sürüklenen yığınların hızla işçileşmesi ve beraberinde yükselen sınıf mücadelesi dolayımında yeni bir konumlanışa geçti: Devleti kuran partiden sistemi koruyan partiye.

Devlet Partisinden Sosyal Demokrasiye

Sosyal demokratlaşma serüveni, ülkede yükselen sınıf mücadelesinin bir sonucu olarak şekillenen CHP, keskinleşen çelişkilerin hızla radikalleştirdiği emekçi yığınların sosyalizme yönelerek sınıfsal kopuş ihtimalini engellemek üzere sahnedeki yerini aldı. Emek-sermaye çelişkisinin çözümünü sosyal demokrasinin “uzlaşma” çıkmazına sokarak sönümlendirme işlevine soyunan 70’li yılların CHP’si, yoksulluğu sınıfsal gerçekliğinden kopartarak şekilsiz bir halk-iktidar karşıtlığına indirgiyordu. Bu noktada hedef gösterilen çözüm, kapitalizmin sınırları içinde sermaye egemenliğinin devamının sağlanmasından başka bir şey değildi.

Bu bol açmazlı zeminde siyaset yapan CHP, halkçı popülist programı ve söylemleriyle yüzünü yoksul kitlelere döndüğü her an (evet o anlar hep sosyalist mücadelenin de yükselme anlarına denk geliyor ne hikmetse!) düzen içi “umut” olmaya kalkışmış ama bu kalkışmaların her biri uzlaşmaz çözümsüzlükler karşısında kırılmalarla sonuçlanmıştır. Bu kırılmalar halk güçlerinin gerçek bir çözüme olan inancını da örseleyerek sömürü sisteminin “yıkılmazlığını” bilinçlere yerleştirmekten başka bir işe yaramamıştır. 

Kapıdaki Tasfiye

70’lerde yüklendiği bu misyonu bugünlere kadar büyük bir “başarı” ile getiren CHP 14-28 Mayıs seçimleri sonrası yelkenini “değişim” rüzgarları ile doldurarak son sürat tasfiye denizlerine doğru yol almakta. Değişim olarak ifade edilen belirsiz arzuların niteliğinin ne olduğu bir yana içinde bulunduğu krizin yarattığı tasfiyeci durum ile ana muhalefet partisi işlevini bile yerli ve milli muhalefete kaptırma tehlikesiyle karşı karşıya.

Kılıçdaroğlu’nun seçim sürecinde izlediği yol ve iktidarın sahip olduğu imkanları kullanarak gerçekleştirdiği gayrı meşru hamlelere, karşı hamleler ile cevap üretememek ve bunun sonucu olarak kazanılma olasılığı olan inisiyatifin kaybedilmesi partinin sahip olduğu tarihsel gerçekliğin dışında bir durum değil. Bugün iki yönden gerçekleşen pres ile CHP zaten kırıntıları kalmış olan halkçı özelliklerine de veda etmek üzere.

Bir yandan Akşener’in seçim sonrası CHP’ye karşı yükselttiği agresif atak diğer yandan İmamoğlu’nun şu an İBB sınırlarına çekildiği anlaşılan ama gerilimi yüksek salvosu partiyi sağın tahakküm alanında eritmek üzere ateşi harlıyor.

Sağdan gelen atakların oluşturduğu bu ablukayı yıkmak üzere ülkenin içinde bulunduğu durumdan kaynaklı fırsatlar ise CHP’yi tarihsel pozisyonundan kopartmayıp aceleyle fabrika ayarlarına döndürüyor. Ülkede yaşanan çoklu kriz ortamı ve faşizmin kurumsallaşma süreci CHP’nin restorasyoncu çizgisini de parçalayarak yoluna devam ediyor.

Sola Çark İçin Fırsatlar Ülkesi

Seçimler sonrası krizin en azgın yaşandığı ekoloji ve emek alanlarındaki yoğun mücadeleye halk tarafından paçasından sürüklenerek sokulmak istenen CHP, önüne gelen fırsatları bir bir geri itiyor. Akbelen’de kitle zorlamasıyla gerçekleştirilen ziyaret sonrası alandan kaçmaya çalışan Kılıçdaroğlu’nun orada bulunan direnişçilerin zoruyla kesim yapılan alana sokulması bir nevi tasfiyenin halk tarafından zorla durdurulma çabası olarak da okunabilir. Meclis ziyareti yapan Akbelen halkı grup kürsüsünden adeta CHP’ye önderlik ediyordu: TOMA’ların önünde siper olmaya var mısınız?

Gaziantep Şireci Tekstil’de direnen işçilere CHP milletvekili Melih Meriç’in “Siz de fedakarlık edeceksiniz, Ahmet Bey de fedakarlık edecek, bir şekilde arayı bulacağız” sözleri hızlı yoksullaşma koşulları altında sınıf uzlaşısından da geri bir pozisyonu ifade ediyor. Burada da yine işçiler önderliği ele alarak “Bir milletvekilinin görevi işçilerin direnişini kırıp işçileri içeriye sokmak, patron adına işçileri ikna etmeye çalışmak değildir. Patronun teklifini sunup, ‘Hadi girin çalışın’ demek grev kırıcılığıdır,” diyerek vekile pozisyonunun karşılığını hatırlatmışlardı. Kaldı ki AKP’li belediye başkanı Fatma Şahin de aynı role soyunmuşken CHP’ye zaten ihtiyaç yoktu.

Geleneksel rolünün de gerisine düşen CHP için elindeki son kozlar olan belediyelerin kaybedilmesi tasfiyenin de fiilen gerçekleşmesi anlamını taşıyor. Her yönden gelen darbelere ek olarak Akşener’in yerel seçim mesajları gerçek hamlelere dönüşürse bu alanda da ciddi bir inisiyatif kaybı söz konusu. Demek tehdit o kadar ciddi ki Akşener’in ihraç ettiği Ümit Özdağ ile gizli bir protokol yapmayı nezaketsizlik görmeyen Kılıçdaroğlu’nun bu konuda yaptığı ilk açıklama yorum yapmanın nezaketsizlik olacağı şeklinde! 

Elbette CHP diye bir parti tarih sahnesinden silinmez ama sermaye sınıfı için günün ihtiyaçlarını karşılayabilecek nitelikten yoksun bir CHP işlevini yitirmiş demektir. Halk güçleri açısından ise partinin gerçekleşen kurultaylarına bakmak yeterli olacaktır. Halkın gündeminden uzak bu toplantılarda, yaşanan sorunlara çözüm bulmaktan, bu sorunlar karşısında mücadeleyi yükseltmekten ziyade tek dert koltuk kavgası ve delege sayısı. CHP’nin tasfiyesi adeta kurultaylar eliyle örgütleniyor.

Hızla yaşanan yoksullaşma ve beraberinde gelen sorunlar, her geçen gün artan işçi direnişleri, işsizlerin ve emeklilerin yok edilmesi gereken birer çöp gibi ele alınması, sermayenin ekolojik talan politikası, Kürt halkı üzerinden yükselen ırkçı dalga, tarikatların ve dinin toplum üzerinde artan etkisi, uluslararası mafya örgütlerinin yasal statülere kavuşarak ülkeyi bir mafya ülkesi haline çevirmeleri, kadınlara ve LGBTİ+’lara gerçekleşen saldırıların artması, toplumun şiddet sarmalıyla sarılması, sokak hayvanlarına dair artan saldırı dalgası gibi halkın gerçek sorunlarına sağır bir CHP kendinden umut besleyenler için bile artık büyük bir hayal kırıklığı.

Sınıf mücadelesinin yükselmeye başladığı ve seçim sonuçlarının yarattığı olumsuz havanın düzenin gerçekleri karşısında dağılma eğiliminde olduğu tam bu anda her alanda gelişen sistem ve iktidar karşıtı mücadelenin güçlendirilmesi için belki de bu tasfiye sürecine ihtiyaç vardır? CHP’den beslenen “umudun” CHP’sizliğe çabuk alışarak kendini halkın mücadelesi yanında konumlandırması birçok toplumsal sorunun çözümünü de kolaylaştıracaktır.