Solun Durumu Üzerine Notlar

1- Dünyada yaşanan çoklu kriz ortamı, Türkiye’nin kendine özgü kriz dinamikleriyle de kesişerek ülkede süreklileşen bir derin gerilim ve belirsizlik hali yarattı. Çoklu kriz ortamı, düzenin hegemonyasında ciddi kırılmalar yaratıyor. Fakat düzenin karşısında döneme uygun programa sahip bir güç alanı inşası ve eylemselliği açığa çıkmadığından düzen kendini sürdürebiliyor. Aslında sarsılan düzenin onu zorlayan bir güç alanı olmadığından bir biçimde kendini sürdürebilmesi ise, yeryüzünün büyük çoğunluğunun yaşamının cehenneme dönüşmesine neden oluyor. 

2- Seçimlerde yaşanan mağlubiyetle gündemimize sanki daha önce hiç yapılmamış gibi “taktik-strateji” tartışmaları girdi. Zaten var olan birçok gerçeklik aniden yeniden keşfedilmeye çalışılıyor. Erdoğan’ın bir kez daha almayı becerdiği hileli galibiyet, Türkiye solunu yeniden keşfedilecek bir şeyler bulma telaşına sürükledi. Elbette, seçimler bir kez daha gösterdi ki, toplumsal gerçekliğin bir bölümü milliyetçi-mezhepçi bir gerici zeminde odaklanmış durumda, fakat yine aynı gerçekliğin diğer yanını da, ancak yoğun devlet baskısı, medya ablukası ve seçim gecesi yapılan hilelerle alınabilinen bir gayrimeşru galibiyet oluşturuyor.

Egemen düzenin diğer kanadı olan ve öncülüğünü CHP’nin yaptığı restorasyoncu klik ise, seçim süreci ve sonrasında yapıp ettikleriyle halkın gözünde itibar kaybetmiş durumda.

Demokratik-halkçı seçenek, egemenlerin seçeneklerinin dışında ve karşısında “nesnel” biçimde olgunlaşıyor, bu nesnelliğin politik-örgütsel inşası görevi ve sorumluluğu solun omuzlarında “hâlâ” bekliyor.

3- Gezi isyanı sonrasında yaşanan solun bir bölümünün fiilen tasfiyesi olgusu, pandeminin yarattığı içe kapanma hali ve son seçimlerle birlikte öne çıkarılan yenilgi söylemi bir araya toplanınca, sosyalist yapılar bir varlık-yokluk durumuna doğru savruluyor.  Seçimlere girme ya da seçimleri boykot etme tartışmasına indirgenen Erdoğan’ın hileli galibiyeti ve oluşan sağ ağırlıklı parlamentoyu göstererek haklılığının ortaya çıktığını iddia eden yenilgili ruh hali, kimi sol güçleri panikçi biçimde ezber eylemlerle sokakta olma ya da tersinden durma noktasına getiriyor.

Bu dönemin öncülüğünü yapmanın açığa çıkardığı zorlanma hali sosyalist yapıların neredeyse tamamında örgütsel krizi derinleştirmiş halde.

Gerçeklik bütün yönleriyle görülemeyip, öne çıkarılan nesnelliğin bir yönü üzerinde tepinilince, örgütsel sorunlar içinde boğulma riski açığa çıkıyor. Evet, faşizmin kurumsallaşması bir adım ileri gitti, ama halk yenilmedi. Bu iki gerçeklik aynı anda devrede ve “güçlerin” hamleleri bu gidişatta belirleyici olacak. 

4- İşyerlerinde patron sendikalarıyla, mahallelerde ise cemaat ve dernek ağlarıyla çevrili kitleler üzerindeki iktidar hegemonyası kendiliğinden yıkılamaz. Bu hegemonya ara ara aşınıp yıpransa da karşısında bütünlüklü bir güç oluşmadığı oranda kendini sürdürebiliyor.

Erdoğanist rejim kendini sürdürme ve kurumsallaştırma noktasında, özellikle son seçimle beraber ileri bir adım atsa da, toplumun bütünü üzerinde bir meşruiyet oluşturamıyor. Yoğun bir baskı ile sokağı engellemeye çalışıyor, ama her yasak politik bir karşı çıkışa evrilme olasılığı taşıyor, LGBTİ+’lerin çay içmesi “yasaklanıyor”, sonra ülkenin farklı yerlerinde “toplu çay içme” politik bir eyleme dönüşebiliyor. Oluşan kadın düşmanı ittifak karşısında seçimin ertesi günü binlerce kadın örgütlenme arayışına giriyor.

5- İktidarın ekonomi politikalarının sonucu yaşanan muazzam servet aktarımının ortaya çıkardığı yoksullaşma ve hayat pahalılığı özellikle kentlerde çok yoğun hissedilmesine rağmen “beklenen” kitlesel itiraz ve eylemsellikler yaşanmıyor. Özellikle sendikal bürokrasinin yarattığı sendika ağalığı, işçilerin ekonomik kazanımlarının yok edilmesini hızlandırıyor. Ekonomik-politik temelde bir sınıf örgütlenmesi açığa çıkarılmadığı oranda, işçiler arasında milliyetçilik ve ırkçılık yaygınlaşıyor.

İktidarın iç ve dış tehdit-güvenlik söylemi, toplumun büyük bir bölümünü belirleyebiliyor. TC’nin kuruluşundan itibaren toplumun devlet otoritesine tabi kılınmasının aracı olan “milli savunma ve milli güvenlik” söylemi, toplumu devlet-parti iktidarına tabi kılma işlevini hâlâ koruyor. 

6- Gezi isyanıyla başlayan halkın ihtiyaçları doğrultusunda hareket etme hali, kendi özneleşme sürecini kendiliğinden tamamlayamaz. Dönem dönem öne çıkan ihtiyaçlar doğrultusunda hareket etme biçimi -kuryelerin zam talebiyle, öğrencilerin barınma ihtiyacıyla, kadınların bedenlerine ve yaşamlarına sahip çıkma zorunluluğuyla yaptığı eylemler- ortak bir politik zeminde bir araya gelemediği oranda özneleşme süreci tamamlanamıyor. Özneleşme sürecinin inşasında sosyalist yapılar, halka destek verme ile sınırlı bir duruş içerisinde, halkın önünü açacak bir öncülük sürecini gerçekleştiremiyor.

Düzenin yarattığı toplumsal çöküş karşısında yaşanan bireysel öfkeyi bir araya getirip kolektif eyleme dönüştürebilecek bir araya gelme hallerinin çoğalmasına ve çeşitlenmesine ihtiyaç var. Bu bir araya gelişlerin belli takvimsel sıkışmalardan sıyrılması birinci zorunluluk. Bir diğer zorunluluk da, faşizme karşı mücadelenin gitgide “daralan” basın açıklamlarına indirgenmemesi. 

7- Devrimci örgütlerin, özellikle deprem sürecinde öncülüğünü yapmayı başardığı toplumsal dayanışma seferberliği üzerinden halkla kurduğu ilişki, uzun dönem sonra kitlelerin sol siyasetlere güven duymasının önünü açtı. Bu güvenin inşasında en önemli etken halkın ihtiyaç duyduğu anda orada-yanında olma ve onun içinden onunla birlikte yemeği pişirmekten taşı kaldırmaya dek uzanan dayanışma haliydi.

Kitlelerde sola dönük oluşan bu güven ne yazık ki seçim sürecinde bütünlüklü bir yan yana olma haline evriltilemedi ve doğal olarak zayıfladı. Evet halkta oluşan güven seçimlerde özellikle TİP’in aldığı oy oranında kısmen kendini somutlaştırmış olsa da, henüz kalıcı bir kazanıma dönüştürülmüş değil.

Öte yandan, şayet Erdoğan’nın hileli galibiyeti ile sol siyasetlerin çoğunda yazın yaşanan “durma” hali-zaafı bu yaz da yaşanırsa, halkta oluşan ama seçim sürecinde yıpranan güven daha da zayıflayabilir. Sadece bu kadar değil, durma hali devam ederse, düzenin kitleler üzerinde yarattığı başta moral-motivasyon kaybı olmak üzere yıkım yoğunlaşabilir.

8- Daha fazla örgütlenme ve daha fazla mücadele önümüzdeki dönemin temel ihtiyacı. Asıl sorunumuz, keşfedilemeyen olağanüstü ya da büyülü yöntemler ya da taktik biçimler değil. Görev, sokak sokak, ev ev, işyeri işyeri kitlelerle iletişim kurma, iç içe geçme ve böylesi bir zemine ayak basarak kitlelerin ihtiyaçlarına cevap verecek dinamik bir sürekli hareket halini oluşturma!

Ayrıca, yaz aylarında emekçi semtlerinde yapılacak halk festivalleri, çocuklarla yapılacak etkinlikler, kadın ve gençlik buluşmaları da, iktidarın inşa etmeye çalıştığı toplumsal düzen karşısında farklı bir yaşam tarzını işaret ettiği için özel önem taşıyor.

Günlük hayatta şiddetin yaygınlaştığı ve olağanlaştığı bir yalnızlaşma ve çaresizliği içeren ruh halinin karşısında yaşamın her yanını saracak yaygınlıkla inşa edilecek bir dayanışma biçimi temel zorunluluk.

Kendi içinde boğulmaya yazgılı tartışmalardan uzak durup, durmadan yayılıp zenginleşen bir devrimci-halkçı hareketliliği açığa çıkarmalıyız.

Yaşam tüm zenginliği ve çelişkisiyle bizi zorlarken alışkanlıklarda ısrar etme ve ezberlenmiş kavram setleriyle yapılan değerlendirmeler bizleri çıkışsızlığa hapsedebilir. Çıkış, halkın uzunca bir zamandır sürdürdüğü direnişleri politikleştirip örgütlemekte. Bunu yapamayan güçler, kendi varlığını bile devam ettirememe gerçekliğiyle yüzleşiyor.

Şimdi yaşamın her alanında nefes alıp verme, sonra daha derinden ve daha zengin nefes alabilme ve sonra bu canlılığı süreklileştirme zamanıdır!