AKP’den Devlet’e: Gücün Yitimi

Maraş Pazarcık merkezli iki deprem, başta Türkiye ve Suriye olmak üzere hayatın birçok noktasında tarihsel kırılmaların önünü açtı. Uzun zamandır yüzeyin altında biriken sosyal, siyasal ve kültürel gelişmelerin açığa çıkarak somutlaşmasıyla oluşan bu tarihsel kırılmaların, kısa ve orta vadede ekonomiden siyasal alana kadar birçok noktada önemli ve niteliksel değişikliklere neden olması büyük ihtimal.

Güç Kaybı

Gezi’den bu yana siyasal, ekonomik ve kültürel vb. birçok alandaki hegemonyası sürekli azalan AKP/Erdoğan iktidarı, depremle birlikte “hegemonik” güç olma niteliğini neredeyse tamamen kaybetmiş durumda. Bu nitelik kaybını sağlayan şey ise istediğini yapma gücünün azalmasıyla birlikte (ve ondan daha fazla olarak) istemediğini yaptırtmama ya da yapılmasını olabildiğince engelleme gücündeki aşınma.

AKP/Erdoğan iktidarı, faşizmi inşa çabası doğrultusundaki hamlelerinde (Başkanlık rejimine geçişten İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline) önemli tepki ve direnişlerle karşılaşsa da yoluna devam edebilmişti. Yapılan her hamlede güç kaybetmekle birlikte “karşısındaki” siyasal güçlerin gerek örgütsüzlüğü gerekse programsızlığından dolayı “hegemonik” güç olabilmeyi başarabildi.

Fakat bu süreç aynı zamanda AKP/Erdoğan iktidarının karşısında duran her bir bireyin/öznenin politikleşerek çeşitli biçimlerde eyleme geçen/eyleyen özne olmasını sağladı. Bu durum toplumsal güçlerin yaygınlaşarak halklaşmasını sağlamakla birlikte AKP/Erdoğan iktidarının hegemonik gücünün kaybetmesine neden olan en önemli etken oldu.

Hegemonik güç kaybına uğrayan AKP’nin eyleme gücünün ve etkisinin azalması deprem sürecinde kendisini açığa vurmuş oldu.

Depremin ilk günlerinde Erdoğan’dan Soylu’ya ekabirlerin ortada gözükmemesi, parti örgütleri ile partiyle organik bağa sahip devlet kurumlarındaki koordinasyonun en “basit” ve “sıradan” işlerde bile olmaması somut güç ve etki kaybının emareleri oldu. Somut güç kaybının “eksikliğinin” Erdoğan’ın söylemlerindeki hakaretlerle gidermeye yönelik ısrarlı çabaların ise günün sonunda “helallik” istenmesiyle sonuçlanması da kaybın bir diğer göstergesi oldu. AKP/Erdoğan iktidarı, somut ve nicelik olarak önemli bir güce sahip olmayı sürdürse de hegemonik ve eyleyen bir güç olma niteliğini tekrar kazanma ihtimalini büyük oranda yitirmiş durumda.

Sermayenin Çıkarı Her Zaman Esastır

AKP/Erdoğan’ın bu güç kaybındaki önemli etkenlerden biri de dayandığı sınıfsal kompozisyonun yaşadığı kriz. 12 Eylül’ün ardından yerleştirilmek istenen neoliberal düzen, 80’lerin ikinci yarısındaki öğrenci ve işçi eylemleri ile 90’lı yıllardaki işçilerin yanı sıra Kürtlerin, Alevilerin yükselttikleri mücadelelerle önemli oranda engellenmişti.

Buna ek olarak Kemalist devlet sınıflarının kendi sınıfsal çıkarlarını ve konumlarını sürdürdükleri bir değişimde ısrar etmeleri ise neoliberal düzenin yerleşmesindeki bir diğer pürüz idi.

Uluslararası sermayenin desteği ve emperyalist güçlerin doğrudan müdahalesiyle önce devrimcilere ve halk güçlerine yönelik terör, ardından Kemalist devlet sınıflarının önemli oranda tasfiyesi ve son olarak da önemli birikime ulaşmış İslamcı sermayenin desteğiyle neoliberal düzeni kurmak üzere AKP/Erdoğan iktidara gelmiş oldu.

AKP/Erdoğan iktidarı ilk gününden bugüne kadar neoliberal düzenin ilkelerine uyarak “rant” ve “talan”ı esas alan bir sınıfsal politika izledi. Bu bağlamda rant ve talanın en yüksek “verim” ile uygulanacağı inşaat sektörünü odağına alan AKP/Erdoğan iktidarı, “İstanbul sermayesi” ile “Anadolu sermayesi”ni bu ortaklıkta birleştirmeyi başarmıştı. Fakat 2008’de su yüzüne çıkan kapitalizmin krizinin her geçen gün derinleşmesinin sermayeyi rant ve talanı daha da artırmaya itmesi “ortaklıkta” krize yol açtı.

Daralan rant ve talan pastasından pay kapmak için birbirlerine “omuz atmaktan” imtina etmeyen sermaye klikleri arasındaki savaşım, AKP/Erdoğan iktidarında çatlaklara ve güç kaybına yol açtı. Depremin ardından molozların taşınmasından inşaatların yapımına ve depremzedelere sermayedarların otelleri yerine öğrencilerin zorla çıkartıldığı KYK yurtlarının adres gösterilmesinden Kızılay’ın çadırları ve gıdaları satmasına kadar yaşanan “gelişmeler” ise kendi çıkarlarını esas alan sermayedarlara sahip çıkan AKP/Erdoğan’ın halkın yaşamını zerrece umursamadığını ortaya koydu.

AKP/Erdoğan’ın depremden sermayedarların çıkarını esas alarak rant ve talan pastasını büyütme çabaları ise gerek kapitalizmin krizinin dünya çapında her geçen gün derinleşmesi gerekse rant ve talan pastasının sınırlılığı nedeniyle klikler arasındaki “savaşımı” durdurmak bir yana daha da kızıştıracaktır. Bu durumun haliyle AKP/Erdoğan iktidarının güç kaybını daha da arttırması oldukça büyük bir olasılık.

Devlet “Nerede”?

AKP/Erdoğan iktidarının gerek deprem öncesinde gerekse depremin hemen ardından izlediği rant ve talana dayalı politikalar, devletin resmi politikaları da olmanın yanı sıra devlet kurumlarının neoliberal düzen doğrultusunda biçimlenmesinin de bir sonucuydu.

Devlete uzmanların yönettiği bir şirket olarak paye biçen neoliberal düzen, devletin kurumlarının da bu doğrultuda yeniden inşa edilmesini sağladı.

Bu bağlamda rant ve talan konusunda “uzman” olan İslamcı kadrolarla doldurulan devlet kurumları gerek afetlerde gerekse madenlerde yaşanan “iş kazalarında” halkın ve emekçilerin yanında değil olmaları gereken yer olan sermayedarların yanında oldular. Arama kurtarma ekiplerinin can çekişen yurttaşlardan önce banka kasalarını kurtarmaya yönelmesi, Kızılay’ın halkın temel ihtiyaçlarını karşılamak yerine satması “devletin” durduğu yere göstermesi açısından ibretlik oldu.

Devletin durduğu bir diğer yer ise halkın ve devrimcilerin karşısı oldu. Deprem sonrasında sosyalist partilerin ve hareketlerin öncülüğüyle eyleme geçen halklaşmış toplumsal güçler, halkın hayatta kalmasını ve hayatını sürdürebilmesini sağlamanın yanı sıra siyasal alanda da belirleyici ve etkin bir konum kazandı.

Devletin bu konuma karşı gösterdiği refleks ise halkın ve devrimcilerin duruşu ile şimdilik bertaraf edilmiş durumda. Diğer yandan bu konumun var kalabilmesi ve oluşan tarihsel kırılmadan yararlanarak siyasal alanda genişleyebilmesinde ise sosyalist partilerin ve hareketlerin izleyeceği siyasal hattın belirleyici olacağı bir döneme giriliyor. Halkın taleplerini esas alan ve anti-kapitalist içeriğe sahip olan sosyalist özneler, halkın da özneleşmesini sağlayacak bir siyasal hat izledikleri takdirde AKP/Erdoğan iktidarının hegemonyasına tamamen son verme şansına sahip olabilirler.