Bir “Ulusal Güvenlik Tehdidi” Olarak Sosyal Medya

İktidar koalisyonu sıkıştıkça saldırganlaşıyor, pervasızlaşıyor, gözünü giderek daha da karartıyor.

İçte ve dışta, tıkandığı her yerde herkesle gerilime girmeyi meziyet gibi sunuyor. Ama olmuyor. Gelinen noktada oy oranları düşüyor, meşruiyetleri yitiyor, moral üstünlüklerinin uzun zaman önce inişe geçen eğrisi bir türlü yükselmiyor. Ellerinde kalan ise şiddet ve geçici, zaman kazandırıcı adımlar.

Şimdi tam da fiili seçim sürecinin içindeyken bir yandan nefes almak için kimi “iyileştirmeler” yaparken-asgari ücreti yükseltme söylemleri, faturalardaki kimi ek vergilerin kaldırılması vb.- diğer yandan baskı dozunu yükseltiyorlar; ikisi birden evet. Ama buradaki iyileştirmeleri, yukarıdaki geçici, zaman kazandıracak adımların içinde değerlendirmeliyiz.

Bu iki olasılık kendi başlarına köşelerinde sabit biçimde durmuyor ama ya faşizmi kurmada geldikleri noktayı nihayete erdirecekler ya da yenilecekler. Sorunları çözme becerileri, kapasiteleri, öyle bir fiziksel ve zihinsel güçleri yok-ha bunlar olsa da istekleri var mı, o ayrı tartışma- . Var olanla buraya kadar geldiler, şimdi artık daha da görülüyor zorlandıkları. E muhalefet de sermaye de uluslar arası egemen güçler de “boş” durmuyor.

Bunca krizi tek tek çözemeyeceklerine göre! Bir yandan sürekli bir düşman yaratarak savaşmalı, şiddeti normalleştirmeli, bütün pürüzlü sesleri susturmalı, sürekli dağılan dengeleri bir biçimde toparlamalı, bu zorlanma dönemini de faşizme bir adım daha yaklaşarak tamamlamalılar. Diğer yandan da kendi “gerçek”lerini parlatmalılar elbette.

Sosyal medyada yürüttükleri savaşın meydanı işte bu zemin. Ve işte bu kadar da kritik bir zemin.

Yolsuzluğu, Suçu, Haksızlığı Açık Eden Sosyal Medya

Sosyal medya hakikaten önemli bir güç, tartışmasız. Orada kendilerinden yana bir atmosfer yaratmak için bunca uğraşmaları da bundan, kendi filtreleri ile sınırlamak istemeleri de. Sedat Peker ifşaatlarından tutalım da halkın öfkesini bileyen haksızlıkların videolarına kadar her şey bu mecralarda dönüyor ve halkın gözünün önüne düşüyor. Erdoğan çıkıp “yurt sorunu” yok der demez ardından on binlerce öğrenci cevap veriyor, sokaklardan battaniye ile uyuyan öğrenci fotoğrafları geliyor.

Ve tabii diğer önemli şey de sosyal medyanın devamlı hafıza tazeleyen bir yer oluşu. Zamanında atılan bir tivit, söylenen bir söz, çekilen bir fotoğraf pat diye ortaya çıkıveriyor, çünkü sosyal ve daha geniş anlamda dijital medya böyle bir yer.

Bir sürü örnek sayabiliriz ama yakın zamandan alalım.

Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın yürüyemediği video düştü önce sosyal medyaya, ardından da öldüğü söylentileri dolandı. 20 yıllık iktidarı boyunca belki en çok sıkıştığı ve moral üstünlüğü yitirdiği dönemdeki bir isim için bunların konuşulması bir yandan “doğal”. Zaten “gidici”, yerine birileri gelmeli fikrini başka biçimde zihinlerde parlatıyor bu algı. İşin öbür ucunda da başka mücadele var.

İletişim Başkanı Fahrettin Altun, bu gündem akarken Erdoğan’ın daha “dinç” yürüdüğü bir başka videoyu dolaşıma koydu. Ardından iktidar cenahından pek çok isimden benzer paylaşımlar geldi, ardından da bot hesaplarla Erdoğan’ın sağlıklı halleri, basket atışı vs. pompalandı sosyal medya mecralarına. Trol hesapların sosyal medya kullanıcılarına saldırmaları da bunlara dâhil. Bunun başka bir anlamı da var: Erdoğan’ın yürüyüşü yalnızca fiziksel bir mesele değil çünkü birlikte yürüdüler, yürüyorlar bu yolları! Şu an iktidarın çeperine yapışık halde, oradan beslenerek varlığını sürdüren pek çok kişi ve kurumun Erdoğan’ın “iyiliğini”, “sağlığını” istemesi boşa değil. Olası bir durumda yaşanacak sarsıntıda bütün dengeler değişecek, savrulmalar olacaktır çünkü.

Bot hesap ordusu çalışmalarını sürdürürken aynı anda twitter’da #ölmüş tagı ile tivit atan yaklaşık 30 kişi hakkında yasal işlem başlatıldı. Bir kullanıcı şu yorumu yazmıştı bu haberin altına: “Birisinin öldüğünü söylemek neden suç olsun ki?”

Sahi neden olsun? Nasıl olur?

Sosyal Medyaya Yönelik Müdahaleler

Biraz geriden alalım.

Çok değil, geçtiğimiz yaz yaşanan orman yangınlarını söndürmede tam bir başarısızlık örneği sergileyen iktidar, twitter’daki “Help Turkey” çağrılarını hedef göstermiş ve bunu söyleyen herkesi vatan haini ilan etmişti. Ülkenin imajını zedeliyorlardı. Hemen ilk konuşmasında da rahatsızlığını şöyle belirtmişti: “Sosyal medyaya hiç olumlu bakmıyorum, Meclis’in açılmasıyla birlikte bir çalışmanın yapılması gereğine inanıyorum.” Ve düğmeye basıldı, “dezenformasyonla mücadele” adına yeni düzenlemeler hızlandı. Hatırlarsınız o dönem, meclis başkanı Şentop da “en büyük tehlike dijital faşizm” demişti.

Aslında daha bir yıl önce bir sosyal medya yasası daha geçirilmiş ve epey bir şey değiştirilmişti. Yeterli görülmemiş olacak ki şimdi o yasa daha da genişletilerek hazırlanıyor. Daha önce mesela sosyal medya platformlarına(Twitter, Facebook gibi) temsilcilik atama şartı koşulmuş, nihayetinde nerdeyse hepsi de temsilci atadığını duyurmuştu. Yeni düzenlemede temsilcilerin kâğıt üstünde kaldığı ve yasa çerçevesinde bu kuruluşların Türkiye’de ofis açma zorunluluğu getirilebileceği tartışılıyor.

Meclise getirilecek olan sosyal medya yasası ile ilgili tartışma ve “söylentileri”-söylenti diyorum çünkü yalnızca belli isimlerin ağzından duyabiliyoruz, açık tartışmalar yürümüyor, ancak meclise gelince görüyoruz- konuşurken, iktidarın bunu nasıl kurduğunu, süreci kendi yararına olacak şekilde nasıl işletmeye çalıştığını da birlikte konuşalım istiyorum. Zira bugün iktidar ve ortakları tarafından atılan her adım faşizme hizmet etmesi niyetiyle atılıyor. Bu onların savaşı! Ve tam da kendilerinin belirttiği gibi sosyal medya da önemli bir “savaş alanı”.

Daha bugün, sosyal medyada “La Kasa Da Para Yok” görseliyle paylaşım yapan bir isim “Türkiye Cumhuriyeti ekonomi yönetimini küçük düşürme” gerekçesiyle işten atıldı. Doların 10’a eriştiği gecenin sabahında!

Yerli ve Milli Bir Sosyal Medya Derdi

Dert şu: Yerli ve milli bir sosyal medya! Çünkü var olanlara şimdiye kadar yaptıkları yetmiyor, sosyal medya hala onların yürüttükleri propaganda faaliyetlerini gölgeliyor, boşa düşürüyor. Yerli ve milliden kasıt tam da faşist yönteme uygun olacak şekilde bir tek sesliliği içeriyor. Farklı yok, aykırı yok, yüksek ses yok, sıkıntı çıkarmak yok… Kitle manipülasyonu var, krizleri yoklarmış gibi göstermek var, sürekli yükseliş var, uçuş var, şahlanış var… 

Bu yerli ve milli sosyal medyayı inşa etmek, bunu toplum nazarında kabul gören hatta istenen bir şeye çevirmek için her fırsatı kullanıyorlar. Facebook’a mesela birkaç saat girilemeyince Fahrettin Altun hemen tivit atıyor: “Acilen bize ait bir sosyal medyaya ihtiyacımız var, bakınız ne kadar da zaaflılar. Bir an önce çalışmaları bitirip yeni yasayı geçirmeliyiz. Çünkü bu dezenformasyon ve yalan terörü ile mücadele etmeliyiz.”

İnsan, gözünün içine bakıla bakıla yalan söylenmiş gibi şaşakalıyor bu sözlerin karşısında. Ama biliyoruz ki bizim gerçeklerimizle egemenlerinki aynı değil, bizim amaçlarımızla onlarınkilerin aynı olmayışı gibi.

Nasıl mücadele edecekler peki? İşte bu yasa ile.

Platformlara ofis açma zorunluluğunun dışında da epey madde var tasarıda. Mesela “dezenformasyon içerikli paylaşımın ‘organize, örgütlü, belli bir amaca yönelik olması’ halinde yaptırım uygulanması” üzerinde duruluyor. Şuradan bakınca bile ne kadar muğlak, ucu açık ifadeler olduğu anlaşılan bu cümlenin bir yasa olarak geçmesi herhalde kimseyi şaşırtmaz ama herkeste bir tepkiye dönüşmeli. Zira aslında uzun zamandır zaten yaptıkları –ki “ölmüş”tagı sürecinde de gördük- şeyin yasal zeminini oluşturmuş olacaklar.

Gaye belli. Daha önce halkın vergileriyle finanse ettikleri trol ordusuyla savaştıkları twitter kampanyalarına bir darbeyi de böyle vurmak. E çünkü hem organize hem örgütlü hem de bir amacı var! Burada esas amaç elbette halkın örgütlü muhalefetine, karşı çıkışına darbe vurma amacı var. Oradaki sesleri kısmak demek halkın birbirine değerek büyüyen isyan çığlığının önünü kesmek demek çünkü.

Sosyal medya, halkın tüm haber alma araçlarının baskı altında tutulduğu, dezenformasyon ve yalanlara dayalı enformasyon politikasının bilinçli şekilde üretildiği bir rejimde halkın meşru ve hayati haberleşme aracıdır. Bu haberleşme aracına sahip çıkmanın politik bir anlamı ve gerekçeleri var.

“Dijital faşizmle mücadele” diye hazırladıkları tasarının içinde bir de kurum ihtiyacı var. Denetleyici ve düzenleyici olacak bu kurumun yaptırım yetkisi de olacak. Hesap kapatma, sayfayı askıya alma, içerik kaldırma vs. gibi yaptırımlar. Sanıyoruz trol ordusunun gayri resmi biçimde yaptığı işi de bu kurumun altında yapmaya devam edecekler.

Başlarda yalnızca sosyal medya olarak konuşulanlar en son genel olarak internet medyasına genişletildi. Tasarının bu alanlara yönelik maddeler de içereceği anlaşılmış oldu. Türkiye zaten erişilemeyen haber kaynakları çöplüğüne dönmüştü, şimdi daha da artacak gibi görünüyor. Mesela bu düzenleme kapsamında internet medyasına da künye, adres bildirimi zorunluluğu getirilecek.

Yasa tartışmalarında verilen örnekler ise hep olumsuz. Şu ülkede böyle tivitler atanlar kaç yıl hapis yatıyormuş, bunları söyleyen sınır dışı edilirmiş, bakınız burada da böyle uygulamalar gayet normalmiş… Biz demokrasinin şaha kalktığı bir ülke olduğumuz için ama, tüm bu düzenlemeleri, hak ve özgürlükleri kısıtlamadan yapacakmışız! Ne için?

Fahrettin Altun’un cümleleri ile söyleyelim onu da: “Karşımızda, hakikati anlamsızlaştırmaya, değersizleştirmeye, önemsizleştirmeye, toplumları kültürel, ekonomik ve ideolojik açılardan sömürüye açık hale getirmeye çalışan kelimenin tam anlamıyla bir yalan endüstrisi var. Bu yalan endüstrisi, dünyanın farklı bölgelerinde ‘sahte haberler’ veya ‘kurgulanmış içerikler’ üzerinden toplumları, biz ve onlar ikiliğine sıkıştırmaya, mahkûm etmeye çalışıyor. Açıkça ifade etmek gerekirse, biz yalan endüstrisiyle, dezenformasyonla mücadeleyi, ulusal güvenliğimizin bir mütemmim cüzü olarak görüyoruz ve tüm adımlarımızı bu perspektifle atıyoruz. Öte yandan dezenformasyonun yalnızca sosyal medya mecralarında değil, aynı zamanda geleneksel medya mecralarında da olduğunu görüyoruz. Buralarda da zaman zaman toplumların reflekslerini test eden, fay hatlarını harekete geçirmeyi hedefleyen yayınlar yapabiliyorlar. Burada özellikle bazı yabancı devletlerin fonladığı kuruluşları ve bunların ülkelerimizdeki uzantılarını işaret ediyorum. Bu modern Truva atlarına karşı teyakkuzda olmak, elbirliğiyle bunların zararlı faaliyetlerini durdurmak zorundayız.”

Gerçek ile Yalan Arasındaki Çizgi

Sanıyoruz kimse, İletişim Başkanlığı için “propaganda bakanlığı” denmesine karşı çıkmaz. Hem başkanlık hem de başkan var gücüyle buna çalışıyorlar. Hani başkanlık hesaplarının adını değiştirip Erdoğan yapsak, kimse iki hesap arasındaki farkı anlayamaz, o derece.

Bu başkanlık, kurulmaya çalışılan faşist rejimin borazanlığını üstlenmiş durumda. Kitlelerin yoksulluğunu, sefaletini kendi faşist amaçlarını için kullanıyorlar. Artan umutsuzluğun karanlığında yönünü bulamayan halkı, kendi rejimlerinin savunucusu haline getirmeye ve bunu “umut”, “kurtuluş” olarak sunmaya çalışıyorlar. Bunun için sürekli eskinin hayaletlerini çağırıyor, mitleri yeniden yaratarak bugüne uyumlu aparatlar haline getirmeye çalışıyorlar. Devamlı bir hamaset, kan, şiddet ve devamlı bir uyanış, yükseliş.

Ne diyeceğiz bunlara? Altun bir yazısında “dezenformasyon ve yalan fazlasıyla gürültü çıkarıyor ve oldukça hızlı yayılıyor olsa da biz gerçeğin gücüne, hakikatin sahiciliğine inanıyoruz. Ve yine inanıyoruz ki, bizler gerçekleri, hakikati yeterince sesli ve güçlü bir şekilde ifade edersek, işte o zaman yalan ve dezenformasyonla mücadelemiz çok daha etkili olacaktır.” diyor.

Bu sözler, yapılan ve yapılmaya çalışılan değişiklikler, baskı, şiddet gelmekte olan büyük depremin yıkıcı gücünü bastırabilir mi? İktidarın eski gücünü yeniden yakalaması çok güç evet, çöküşteler evet, yalanlar ve yolsuzluklar her yere saçılmış durumda evet… Bunlar tek başına yeterli değil ama. Bir yalanın yalan olduğunu bilmek, onu gerçek karşısında kendiliğinden yok etmez. Burada da bir çeşit güç ilişkisi vardır. Bizler belki halkı kandırmaya çalıştıklarını görüyor, biliyoruz, halk da biliyor. Ama tersinden egemenler de o yalanı kendi gerçekleri olarak kuruyorlar. Aksi mümkün mü zaten? Hep böyledir, yalanınıza en çok siz inanır, en fazla siz savunursunuz.

O halde… Sonuçta biliyoruz ki krizler, yoksulluk, işsizlik, cinayetler, hak ihlallerinin acı gerçeği ile dolup taşıyor ülke. Ve ne yaparlarsa yapsınlar bu gerçekten daha etkili bir yalan uyduramıyorlar. Çünkü sosyal medyadan öyle yazıldığı için yok bunlar, bunlar olduğu için orada da varlar. Halk güçlerinin farklı bileşenlerinin aktif şekilde kullandığı sosyal medyanın asıl gücü tam da o bileşenlerin yıkıcılığında, değiştirme iradesinde yatıyor. Bu somut gerçek ortada dururken yapılanlar belki ancak birkaç adım daha atmalarını sağlar, o kadar.

Bu ülkede yıllardır mücadele eden işçilerin, kadınların, gençlerin, halkların ve inançların, ekolojistlerin ve bir bütün olarak halk güçleri, egemenlerin iri dişleri arasında yok olmayacak kadar sert.

Yapacağımız, halkı aldatmaya çalışanların karşısında gerçeği örgütlü bir güce çevirmektir.