Cemaatlerin de Ötesinde Çocuk İstismarı

Çocuklarla ilgili konuların, sorunların “politik” ve çok boyutlu olduğunu kavramamak için çoğunluk müthiş bir direnç gösteriyor.

Bu yakıcı olgu ya salt vicdani açıdan değerlendiriliyor ya tamamen kişiselleştiriliyor, bağlamından koparılıyor; her ikisi de ama çoğunlukla refleksif tepkiler olarak kalıyor. Çocuk hakları meselesine, bu alanda mücadele edenlerin yapıp ettiklerine de böyle yaklaşılıyor: Sanki çocukları seven bir grup insan yan yana gelmiş de güzel işler yapıyorlar! Siyasetin gerektirdiği o politik bilinçle değil de “saf” bir inançla hareket ediyorlar gibi bu insanlar.

Bunun sebebi var: çarpık, çocuğu özne görmeyen, onu nesneleştiren algı ve onun üzerine kurulu olan sistem. Çocuğu ve onunla ilgili şeyleri görme biçimimiz maalesef çarpık, yetişkin merkezli. Bu sistem başta patriyarka ve kapitalizm olmak üzere pek çok egemenlik ilişkisiyle iç içe geçmiş durumda bir “yetişkinler egemenliğini” ifade ediyor.

Tek Sorun Cemaatler mi?

Çocuklarla ilgili konular ancak “infial” hali olduğunda konuşuluyor. Öncesi ve sonrası yok… Son istismar olayında da neredeyse böyle oldu. “Son” diyorum ama bu ne ilkti ne de son olacağa benziyor.

Bir çocuğun evlilik yoluyla cinsel istismara ve onunla bağlantılı olarak türlü hak ihlali ve ihmale maruz bırakılması ülkenin gündemine düştü ve olması gerektiği gibi, yoğun bir toplumsal tepki çekti. Suçun, bir cemaatin ileri gelenleri tarafından işlenmiş olması tepkileri büyük oranda şekillendirdi.

Baskın olan hat, istismar meselesini tamamen cemaatlerle, tarikatlarla sınırlayan, olay karşısında ilk refleks olarak buraların kapatılmasını söyleyen hattı. Kemalist, ulusalcı solun baskın olduğu bu hat, olayın haberleştirilmesinden tutalım da söylemlerin kurulduğu yerlere kadar neredeyse her şeyi gericilik-laiklik ekseninde tartıştırdı. Onlara göre cemaatlerin olmadığı yerde istismar yoktu. Sanki hepsi kapatılsa sorun çözülecekti… Ülkede laiklik varmış da bu laiklik cemaatler yüzünden tehlikeye düşüyormuş gibi… Oysa bu ülke hiçbir zaman gerçek anlamda laik olmamıştı, öyle olsa Aleviler hala eşit yurttaşlık mücadelesi vermek zorunda kalmazlardı.

Evet, bizzat iktidarın besleyip büyüttüğü, devlet bürokrasisinin her türlü kademesine yerleştirdiği cemaatlerin toplumun dini kodlarla bezenmesi noktasındaki etkisi büyük, bu tartışılmaz bir problem. Ama tek sorun bu değil ki.

Şunu söylemek gerekir ki bu din, artık o “bildiğimiz” din değil, cemaatler de sadece dinden oluşan yapılar değil. Faşizm yolunda Erdoğanist bir İslam’ın farklı biçimlerde inşası sürerken, cemaatler de buralarda buldukları boşluklara doluyorlar, doldular. Bunların çoğunluğu din maskesi altında dönen çıkar ilişkileri artık, arka planda ciddi bir sermaye döngüsü var. Toplumun yoksullaştırılmasına karşı yükselecek öfkenin din yoluyla soğurulması ve yine bu yoksullar üzerinden de bu cemaatlerin ayakta kalması, yaygınlaşması gibi bir gerçekliğimiz de var. Buralara akıtılan paralarla yapılan yardımlar toplumun önemli bir kesimini cemaatler üzerinden iktidara tekrar bağlıyor, bu cemaatlerin de iktidar alanının farklı kanatlarından beslendiğini de söylemiş olalım burada.

Ve evet, tüm kapalı kurumlar gibi cemaatler de şiddeti yeniden üretirler. Buralardaki erkek egemen, hiyerarşik, itaat etmeye dayalı ve her türlü şiddete açık yapılar çocukların her türlü istismarına da açık yerlerdir. (Bu demek değildir ki sadece kapalı kurumlar şiddet üretir; burada sorun yalnızca kapalılık, şeffaflık değildir. Sadece buralar, özellikle çocuklar için çok daha güvensiz yerlerdir.)

Son yıllarda sınıflar arası uçurumun derinleşmesi ve yoksulluğun artması ile ilişkili olarak işçi sınıfından, emekçi, yoksul aileler çocuklarını cemaatlere, onlarla bağlantılı yurtlara daha fazla gönderir oldular, göndermek zorunda kaldılar. Bu konuyu sadece gericilik ekseninden alarak bu sınıfsal ilişkiyi görmezden gelirsek epey eksik kalır… E zaten toplumun çoğunluğunun kendini Müslüman olarak tanımladığı bir ülkede, ailelerin çoğu için çocuğunun devletin de desteklediği bir vakıfta, cemaat yurdunda dini eğitim alması yoksulluğun etkisiyle oldukça “doğal” bir yönelim oluyor. Bu koşullarda çocukların hiçbir dine zorlanmama, ritüellerini uygulamama gibi haklarından bahsedemiyoruz bile…

İktidar da bunun önünü bizzat açtı: kamusal harcamalar, özellikle eğitime dair harcamalar azaldıkça azaldı. Buralara ayrılan bütçe de içerde yine cemaatlere de akıtılacak biçimde düzenlendi. Ensar’dan tutalım da daha pek çok cemaat MEB’in çeşitli kademelerine girdi, yüzlerce protokol imzalandı. Yani cemaatler tahmin ettiğimizden daha “içerideler”.

Buradaki sorunu bir yere, kuruma, kişiye hapsetmek kalıcı çözümlerin, sorulması gereken asıl soruların üzerine kapatıyor hatta sorunu toplumun çoğunluğundan uzaklaştırıyor. En önemli sorunlardan biri de bunun bir “hastalık” olarak görülmesi; sanki psikolojik sorunları olan birileri işlermiş bu suçu gibi bir algının yaratılması. 

Halbuki çocuk istismarı toplumsal bir mesele ve dün olduğu gibi bugün de aramızda geziniyor! Cemaatler kapatılsın demekle iş bitmiyor yani, hatta bunu böyle diyerek bırakmak o işi içinden çıkılmaz bir hale getirip, meseleyi özünden uzaklaştırıyor. Çünkü nasıl ki kadınlara şiddet uygulayanlar, öldürenler, tecavüz edenler bir grup eğitimsiz, “cahil”, “gerici”, “yobaz” kesim değilse çocuklar için de durum böyle değil.

Ayrıca bu konunun medyada işlenme biçimi de tamamen dinle, cemaatlerle bağlantılı olarak ele alınıyor. Çocuk istismarına dair karikatürleri, haber görsellerini şöyle bir gözümüzün önünden geçirelim: Hepsi sarıklı, sakallı, yaşlı erkekler ve güçsüz çocuklardan oluşuyor. Bunun böyle işleniyor olması, tekrar söyleyeyim buralarda yaygın olmadığı anlamında değil, toplumun çocuk istismarına dair algısını da etkiliyor. Bir yandan failleri uçlaştırırken öbür yandan çocuğu tamamen güçsüzleştiriyor. Oysa istismarcılar bunlarla sınırlı değiller, çoğu epey yakınımızdalar ve çocuklar tahmin ettiğimizden güçlüler -neyse ki öyle!-

Meselenin özü ise çok daha derinlerde…

Çocuk İstismarını “Aramıza” Çekmek

Bu sıkıştırma halinin yarattığı pek çok sorunlu sonuç var. Başında da olayın toplumsallığı, politikliği ve sorumluluk zinciri meselesi geliyor.

Hatırlanacaktır, AKP’li vekiller bu olay ortaya çıktığında açıklama yapmak zorunda kalmış, olayı “vicdani” bir mesele olarak ifade edip, “siyaset üstü” bir konuma yerleştirmişlerdi. Sadece onlar da değil ama, toplumun çoğunluğunda, söz konusu çocuklar olduğu ve çocuklar “siyasete alet edilemeyeceği” için konu hemen en yüksek mertebeden yani “vicdan”dan, “toplumsal duyarlılıktan”, “insanlık”tan ele alınır oldu.

Hayır. Çocuk istismarı, çocukların nesne olarak görüldüğü bir algının kurumsallaşarak toplumun tamamına yerleşmesinin bir sonucudur. Bu sonucu tek başına, münferit bir olay gibi ele almak ancak sorunun üstünden atlamak olur ki bu üzerinden atlayamayacağımız kadar büyük bir toplumsal sorun.

Patriyarkal kapitalizmin içinde varlığını sürdüren bu algı ve sistem kendini yaşamın her yerinde ve sürekli olarak yeniden üretiyor. Erkek egemen ve sermaye çıkarına olan bu ikili sistemin içinde çocuklar; aileden devlete kadar hemen her kurumda nesneleştiriliyor ve sırf çocuk oldukları için türlü hak ihlaline maruz bırakılıyorlar. Nasıl ki erkekler bu erkek egemen düzende sırf kadın oldukları için kadınları öldürebiliyor, sırtlarını yalnızca bugünkü iktidara değil binlerce yıllık bir patriyarkal sisteme yaslayabildikleri, oradan güç aldıkları için kadınlara istediklerini yapabiliyorlarsa çocuklar da tıpkı böyle! Bu yaşamda nesne olan çocuk ailenin de nesnesi, devletin de iktidarların da kurumların da yetişkinlerin de erkeklerin de! Kimisi için gelecek nesli oluşturacak olan bir nesne iken kimisi için cinsel bir obje. Her halükârda ama en genel ifadesiyle tüm yetişkinler, cinsel istismardan bakacak olursak erkekler çocukları, onlar bu sistemde güçsüz bırakıldıkları, özne olamadıkları, seslerini duyuramadıkları için istismar edebiliyor, onlara istediklerini yapabiliyorlar. Fazla uzaklaşmayalım: Sokakta bir anne çocuğunu istediği gibi çekiştirebiliyor, ona tokat atabiliyor, çünkü annesi! Aynısı bir baba, bir öğretmen, bir devlet yetkilisi ya da cemaat mensubu için de geçerli.

Adliyeler çocuğa yönelik cinsel istismar davalarıyla dolu. Ki bunlar açığa çıkabilenler! Ama büyük çoğunluğu bir biçimde cezasızlıkla sonuçlanıyor. Çünkü orada da esas olan yetişkinin egemen konumu… Çocuğun beyanı dinlenmiyor bile. Ciddiye alınmıyor. Daha oraya gelmeden hatta, bir çocuk herhangi birine yaşadığı bir istismarı anlatsa kaç kişi ona inanıp harekete geçebiliyor ki?

Hele de 9 yaşında, kendisini istismar eden kişiyle aynı mahkemeye çıkarılacağı için kalp krizinden ölen Yağmur varken hafızalarımızda…

Devam edelim ama.

Türkiye’de çocuğa yönelik istismar en çok aile içinde, özellikle de yakın akrabalar tarafından gerçekleştiriliyor. Hiç öyle uzaklara gitmeye, bizde olmaz demeye gerek yok! Çünkü bu ülkede yüz binlerce çocuk kendi ailesinin içinde istismara uğratılıyor. Bunlar ama bir şekilde kapatılıyor, “çocuktur unutur” deniliyor, “uyduruyor” deniliyor, “çocuk susar” deniliyor… Son istismar olayından sonra Twitter’da yaygınlaşan #Buradayım tagi altındaki beyanları okumanızı öneririm, rakamların ötesinde, çocuk istismarının aslında ne kadar yaygın olduğunun bizzat yaşayanlar ağzından dinlenmesi açısından.

Çok yeni bir rapora göre Türkiye’de sadece geçtiğimiz yıl her gün en az 195 çocuk cinsel istismara maruz bırakılmış. [1]

Ayrıca bu sorunun yalnızca Türkiye ile ilgili olmadığını söylememe gerek yoktur ama birkaç veriyi paylaşmakta yarar görüyorum: Avrupa Konseyi’ne göre AB ülkelerinde her 5 çocuktan biri cinsel istismarın bir türüne uğratılıyor. Çocukların en güvende oldukları ülke olarak raporlara geçen İngiltere’de bile her 20 çocuktan biri istismara maruz kalıyor. İsviçre, çocuğa yönelik istismarda ülke nüfusuna oranla üst sıralarda yer alan ülkelerden: her yıl 10 bine yakın çocuğun çeşitli biçimlerde istismara maruz bırakıldığı kaydediliyor. Almanya listenin 5. sırasında. Almanya polis yetkililerinin çocuk istismarına yönelik 2018 yılında yayımladığı rapora göre, ülkede her gün 40 çocuk istismara uğruyordu. Bu rakamların devamı için haberi inceleyebilirsiniz. [2]

Faşistleşme Sürecinin Parçası Olarak Yükselen Hak İhlalleri

Çocukların toplumda özne olarak görülmemesinin, ezilip sömürülmelerinin, istismara uğratılmalarının tarihi epey uzak bir geçmişe dayanıyor. Çocuk hak ihlalleri ne sadece bugünle, bugünkü iktidarla ne de sadece bazı dönemlerle ilgili. Bugüne özgü olan yanları da var ama elbette, hele de olağanüstü bir dönemden geçerken…

Şimdilerde, faşist bir kurumsallaşma sürecindeki iktidarın aileyi yüceltmek, o kurumu erkeklerin egemenliğinde yeniden ve daha güçlü biçimde üretmek için attığı adımları ve artan çocuk istismarını birlikte düşünmeliyiz. Kadınları eve, ev içi görünmeyen/karşılıksız emeğe, ev içi şiddete mahkûm eden aile, çocukları da kadını eve bağlamak için çimento olarak kullanıyor! Erkeğin egemenliğinde kurulan bu patriyarkal ailede çocuk hem o evliliğin nesnesi hem de devletin. Boşanma davalarında çocuğun da paylaşılan “mal”lardan olması bunun en açık örneği olsa gerek. İşte bu erkek egemen ailede kadın ne kadar eziliyor, nesneleşiyor, kullanılıyor, şiddete maruz bırakılıyorsa çocuk da başka başka biçimlerde, ama en az iki katı kadar istismar, ihmal ve hak ihlaline maruz bırakılıyor. Tüm ebeveynler, etraftaki yetişkinler tarafından. Çünkü cinsel istismar çoğunlukla başka bir sürü istismar ve ihlalle birlikte gelişiyor. Ama yüce aile! Yaşanan her şeyi içerde kapalı tutuyor.

Aylardır süren Büyük Aile buluşmaları yapılıyor. Çoğunluğunu dini vakıf ve cemaatlerin, iktidar yanlısı kurumların organize ettiği buluşmalar aileyi ve özellikle de çocuğu LGBTİ+lardan “korumak” için yapılıyor!

Peki ama çocukları kendi ailesinden kim koruyacak?

Yine devam edelim.

İktidarın faşistleşmesiyle paralel ilerletilmeye çalışılan toplumun faşistleşmesi, elbette en çok çocukları vuruyor; ailede, sokakta, okulda, parkta… Giderek çürütülen toplumda çocuklar giderek daha da fazla hak ihlaline açık hale geliyorlar. Bu süreçle doğru orantılı olarak artıyor ihmal, ihlal ve istismarlar ve elbette cezasızlık.

İstismar rakamlarında Avrupa’da birinci olan Türkiye’de iktidar yıllardır çocuk evliliklerinin önünü açmak, istismarların üzerini evlilik yoluyla kapatmak için uğraşıyor, yasal yollardan!

Daha da gerisi var ama, birazını hatırlayalım:

2015 yılında “resmi nikâh kıymadan dini nikâh kıyan imam ve çiftlere ceza öngören ilgili maddeyi kaldırmadılar mı? “Çocuğun rıza”sı tartışmasını açıp, cinsel ilişkiye rıza yaşını 15’ten 12’ye düşürmeye çalışmadılar mı? Çocuğu istismar eden kişi, istismar ettiği çocuk ile 5 yıllık “başarılı” bir evlilik geçirirse denetimli serbestlikten yararlansın demediler mi 2016 yılındaki Boşanmaların Önlenmesi Meclis Komisyonu raporunda. Müftülüklere resmi nikah kıyma yetkisini vermediler mi? Çocuk istismarının açığa çıkarılmasındaki en önemli basamaklardan olan “sağlık çalışanlarının bildirim yükümlülüğü”nü 2. Yargı Paketi ile kaldırmaya çalışmadılar mı? Kabul edilen 4. Yargı Paketi ile çocuğun cinsel istismarında “somut delil” arama şartı getirmediler mi?

Hepsini ve daha fazlasını yaptılar, yapıyorlar. Saf bir çocuk nefreti vs değil bu. Çocuğu nesne olarak gören kurumsallaşmış sistemin faşist bir toplumsallaşmaya, yargıya göre yeniden kurumsallaştırılmasının hamleleri.

Bu toplumsal dizaynın daha pek çok veçhesi var elbette ama biz bir de ekonomik ayağına bakalım. Çünkü çocuğun bu konumundan iktidar, devlet, aile ve özellikle erkeklerden oluşan yetişkinler türlü şekillerde faydalanırlarken sermaye de geri durmuyor.

Ülkedeki sermayenin güncel ihtiyaçları, dünya çapındaki kapitalist krizle de bağlantılı olarak, daha fazla ucuz ve güvencesiz emek talep ediyor. Bu da tarihte olduğu gibi bugün de çocuk emeğinin sömürüsünün yoğunlaşması anlamına geliyor. Yoksullaşma arttıkça çocuk işçiliği artıyor. Eğitimin kamusal bir hak olmaktan çıkıp özelleştirilmesi ve öbür yandan cemaatlere devredilmesi, 4+4+4 sistemiyle artan okul bırakma oranları çocukları daha hızlı biçimde sistemin çarklarına hapsediyor. Bizzat MEB, sermayenin güncel ihtiyaçlarını daha ucuza karşılamak için “çıraklık, mesleki eğitim” adı altında çocukları işçileştiriyor, hatta bununla övünüyor.

Bu süreç bize ne söylüyor?

Bir toplumsal dönüşümün parçası olarak çocukların başına gelenleri! Çocuklara yansıyan sonuçların arka planını tüm bu bağlantılarla okumamız gerektiğini. Daha da fazlasını belki.

Sorumluluk Zincirini İfşa Etmek

Sorunun toplumsal, kurumsal, politik boyutuyla ele almak, çok katmanlılığını da açık eder. Tıpkı bu olayda olduğu gibi çünkü, her istismar, istismarın arkasındaki bütün toplumsal ilişkileri ve sorumluluk zincirini ifşa eder. Yine etti! Görmek isteyene tabii.

Sorunu dışsallaştırmamakla birlikte, esas bakmamız gereken yer bu sorumluluk zinciri ve sonucu yaratan toplumsal ilişkiler sistemi.

Böyle yapmadığımız zaman, tam da egemenlerin anlatılarının düştüğü yere denk düşeriz: Münferit olay, kişiyi bağlar, kurum sorunluysa ilişkileri keseriz olur biter… Hatırlayalım Ensar’ı: 45 çocuğun cinsel istismarı davasında bir kişiye Türkiye tarihinin en büyük cezası verilmiş ve olay kapanmıştı! Ensar Vakfı ile hala protokoller imzalanıyor evet. Ama daha da ötesinde çocuklar hala neredeyse her yerde her an istismara maruz bırakılıyorlar! Çünkü istismarı uygulayan kişiye ya da kuruma vs ceza verince sorun çözülmüyor, çözülmeyecek.

Şöyle sorarsak sorumluluk zincirinden ne kastettiğim daha açık anlaşılabilir: Bir çocuğun evlilik yoluyla istismarından sorumlu devlet kurumları nerelerdir? Kimler görevini yerine getirmemiştir? İsmailağa gibi sırtını iktidara yaslamış bir cemaatin içinde bir istismar gerçekleşirken devletin hiçbir kurumunun ruhu duymamış mıdır? Okula gitmeyen bir çocuğun varlığı karşısında MEB ne yapmıştır? Sağlık Bakanlığı, çocuk yaşta doğum yaptığı anlaşılmasın diye kemik yaşı başkasınınkiyle değiştirilen çocuğu görmemiş midir? O hastane hangi hastanedir, işlemleri yapanlar kimlerdir? Bu istismarın gerçekleştiği mahallede hiç mi kimse fark etmemiştir, geçelim diğer insanları, muhtar yok mudur bu mahallede? Adalet Bakanlığı bu dosyanı üzerinin iki kere kapatılmasına nasıl müsaade etmiştir?

Soruları genişletelim: Neden etkin, çocuk odaklı bir çocuk koruma sistemi yok? Çocukların bu tarz durumlarda ulaşabilecekleri etkin, güvenilir ve çocuk odaklı mekanizmalar neden yok? Koruyucu, önleyici, çocuklar ve ebeveynleri güçlendirici çalışmalar neden yapılmıyor? Çocukların Cinsel Suistimal ve Cinsel İstismara Karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi olan Lanzarote Sözleşmesi neden aktif şekilde uygulanmıyor? Bakanlık neden olay olup bittikten sonra mecburen müdahil olmak dışında bir şey yapmıyor?

Soruları daha da genişletelim: Bu ve benzeri cemaat yurtlarında kaç çocuk var? Bakanlık neden yıllardır çocuk istismarı verilerini yayımlamıyor? Kapalı kurumlarda -okuldan cemaate, hapishaneden aileye kadar- çocukların korunmasını nasıl sağlayacağız?

Bu soruların cevapları, bir çocuğun yıllarca istismara maruz bırakılmasının nasıl çok boyutlu ve toplumun ve devletin tüm kademeleriyle ilgili bir sorun olduğunu gösterir. Sorumluluğu yaymamızı, bu zincirin her bir ucunu ayrı ayrı görüp ifşa etmemizi sağlar. Ancak böyle olursa bu olayın üzerini, erkene çektikleri duruşmada iki kişiye yüksek bir ceza verip kapatamazlar. Daha da önemlisi ancak bu sorumluluk zinciri ile bakabilirsek, çocuk istismarı sorununun çözümüne yaklaşabiliriz. Ve ancak bunu mümkün kılan faktörlerle, toplumsal ve kurumsal ilişkilerle birlikte ele aldığımızda çözebiliriz.

Çünkü çocuğu özne olarak görmeyen bu sistem, bir infial hali dışında da, her an, kendini yeniden üretiyor; çocuklar şu an, ben bunu yazarken, siz bunları okurken de hak ihlallerine maruz kalıyorlar. Ve bunların çoğu, infial yaratamıyor! Normalleştiriliyor.

Çözüm Tahmin Edilenden Zor Ama Mümkün

Demek istiyorum ki, çocuk istismarını gerçek biçimde çözmek istiyorsak çocuk algımız ve bu çarpık algının üzerine kurulu sistemin büyüklüğü, kurumsallığı ile yüzleşmek zorundayız. Bu kurumsallığın yolunu döşediği istismarlardaki sorumluluk zincirinin tamamına tek tek işaret etmeden, hepsiyle ayrı ayrı mücadele etmeden olmaz.

Bugün tek tek olaylarla mücadele edip faillerin ceza almasını sağlamakla birlikte çocukların korunmasını, güçlenmesini ve özneleşmesini sağlayacak bütünlüklü bir bakışa/politikaya ihtiyacımız var.

Bir yandan bugün açığa çıkan istismar/istismarlar/hak ihlalleri ile mücadele edip tek tek faillerin ceza alması için mücadele edeceğiz elbette. Ama geri planda işlemeye devam eden sistemi de atlamadan. Bir takım güncel taleplerle, çocuklar yararına bir toplumsal dönüşüm mücadelesinin uzun solukla hedefleri arasındaki bağları ancak böyle kurabiliriz diye düşünüyorum.

Hem diyeceğiz ki bir cemaatin mensupları sırtını kimlere, hangi kurumlara yaslayarak, nerelerden güç alarak bu suçu işledi. Hem de diyeceğiz ki bunlar olurken neden etkin, yaygın ve ulaşılabilir bir çocuk koruma sistemi yoktu, ne zaman hayata geçecek? Faillerin ceza alması yetmez, bütün sorumluluk zinciri açığa çıkarılıp yargılansın demeyi unutmayacağız. Bugünün çocuklarının acil ihtiyaçlarını da unutmayacağız… 

30 Ocak’ta görülecek duruşma tüm bu açılardan çok önemli olacak. Bu duruşma yalnızca çocuk hakları hareketinin ya da kadın hareketinin takip edeceği bir duruşma değil, tam da bahsettiğim tüm bu sebeplerden dolayı böyle. Bu duruşma çocuktan yana olan herkesin duruşması.

[1] https://ilerihaber.org/icerik/turkiyede-her-gun-en-az-195-cocuk-cinsel-istismara-maruz-kaldi-149040

[2] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunyada-cocuk-istismari-verileri-1849245