Demokratik Cumhuriyetin Nesnel Gerekçeleri ve İki Sapma

“Komünizm”, diyordu Marx ve Engels Alman İdeolojisi’nde, “ulaşılması gereken bir ideal değil, bugünkü duruma son verecek durumun adıdır”. Çünkü ortada nesnel bir durum vardır, ideallerden bağımsız. O nesnel durum sınıflar mücadelesinin nihayete erdirecek olan somut tarihsel durumdur. Her şey somut tarihseldir, insanların zihinlerinde kurguladıkları ideallerden bağımsızdır. Tersine ideali yaratan, onu öncüleyen şeydir somut tarihsellik.

Sınıflar mücadelesinin bugünkü Türkiye gerçekliğinde ulaştığı somut tarihsel gerçekliğin ihtiyacıdır ve aynı zamanda toplumsal hareket nedeniyle nesnel ve mümkün olan, git gide acilliği artan düzendir demokratik cumhuriyet. Bağımlı ve ortaya çıktığı andan itibaren finans kapital olarak büyüyen sermaye ile Osmanlının modernize edilmiş, yer yer geliştirilmiş bir restorasyonundan ibaret olan despotik TC devletinin birbirlerini belirlemelerinden ortaya çıkan yapıya karşı bir ayaklanma yaşadık yaklaşık yedi yıl önce.

Gezi’nin sınıfsal bileşimi sık sık tartışma konusu olsa da, onun sınıflar mücadelesinden çıktığı su götürmez.

Aslında öncesi olmakla birlikte, AKP döneminde yaşanan muazzam alt üst oluşlara göz atmak yeterlidir. Sermayenin yoğunlaşmasıyla ve buna bağlı olarak birkaç sayısal veri, bizlere rakamlardan çok daha fazlasını, yaşanan proleterleşmenin, aynı zamanda güvencesizleşmenin, yoksullaşmanın ve mülksüzleşmenin düzeyini verecektir.

12 Eylül sonrası, özellikle sermayenin finans kapital fraksiyonu, ülke içindeki birikimleri üzerindeki denetimini arttırmaya yöneldi. Zaten mayasında otoriterlik ve despotluk olan devleti dönüştürmeye, yürütme gücünün aktivitesini arttırmaya girişti. Bu dönüşüm çerçevesinde artı değere el koyma düzeylerini yükseltirken, 90’lı yıllarda yaşanan krizler işçi sınıfı ve halk üzerindeki tahakkümlerini arttırıcı bir rol oynadı. Ücretler de özellikle darbe sonrası büyük düşüş yaşadı. Reel ücretler 1988’de, 1977’ye oranlar yüzde 55 düştü. Diğer yandan 2001 krizi sonrası iktidara gelen AKP ile birlikte, özellikle sendikalar yasalarının da verdiği cüretle saldırılar çok büyük boyutlara ulaştı. Vurgulamamız gereken bir diğer konu ise, yine bu süreçte esnafın yerini büyük AVM’lerin, kahve ve fastfood zincirlerinin, süpermarket ve market zincirlerinin almasıdır. Ve son olarak geçimlik tarımın büyük bir hızla çözülmesidir. Bütün bunların istatistiklerini vermek yazıyı boğacaktır ama bütün bunlar çok köklü toplumsal dönüşümün birer ifadesidir.

Kısacası yaşananlar, sermayenin somut tarihsel hareketinin ivmesiyle oldu ve ne Erdoğan ne Bahçeli ne de Soylu, tarih dışı figürler değillerdi. Onlar sermaye hareketi tarafından ivmelendirilen kök faşizmin somutlaşmasının aktörleri oldular.

Bunun anlamı şudur: Bir yandan birikim çok büyük boyutlara ulaştı ve buna bağlı olarak çok geniş çaplı bir proleterleşme dalgası geldi. Diğer yandan ise 70’lerin sonundan itibaren o dönemki birikim modelinin tıkanmasıyla yani krizlerin etkisiyle neoliberalizme yönelen ve bu yüzden dönüşüme uğrayarak daha da otoriterleşmekte olan devlet, dönüşümünü arttırdı. Son olarak Erdoğan ve Bahçeli’nin elinde, yine güncel krizler ve toplumsal mücadelelerin yükselmesi sonucunda ise çok katı bir denetim makinesine evrildi/evriliyor. Sonuçta dünyadaki somut durumdan da ivme alarak faşizm inşası yoluna girdi. Yani kısacası yaşananlar, sermayenin somut tarihsel hareketinin ivmesiyle oldu ve ne Erdoğan ne Bahçeli ne de Soylu, tarih dışı figürler değillerdi. Onlar sermaye hareketi tarafından ivmelendirilen kök faşizmin somutlaşmasının aktörleri oldular.

Gezi isyanına geri dönecek olursak, onu salt bir sınıfsal isyana indirgemek belki doğru olmayacaktır. Ama kesin olan şu ki, Gezi bütün bu toplumsal alt üst oluşun ardından meydana geldi. Gezi bir bakıma neoliberalizmin toplumun her alanına sızmasına, her şeyi metalaştırmasına karşı bir ayaklanma idi. Bir özgürlük arayışı olarak Gezi, sınıfın tam da yukarıda bahsedilen dönüşümünün veya oluşumunun yarattığı nesnellikten doğdu. Toplumun tüm kılcal damarlarını saran sermaye toplumsallaşması ve onunla iç içe geçen devlet erkinin ittifakının yönetme kapasitesinin olmamasıyla ilgilidir. Proleterleşme beraberinde, sınıfın kendisini politik olarak da inşa etme ihtiyacını beraberinde getirdi şüphesiz. Bu kaçınılmazdır.

Gezi bir yönüyle bunun ifadesidir dersek abartmış olmayız. O isyan işçi sınıfının yeni bölüğü öncülüğünde, kapitalizmin yağma düzenine ve onun devlet aygıtına karşı gerçekleşen bir isyandı ve onun yarattığı ruh, demokratik bir öz olarak toplumun içerisinde gezinmeye başladı. İşte bu yüzden, hiçbir şey eskisi gibi olmadı ve olmayacaktır da.

Devrimci Demokratik Öz ve İki Sapma

Bu devrimci demokratik öz, sınıfın kendisini inşasının acil ihtiyacından doğdu. Özgürleşme, yönetime katılma, yönetme talepleri; inançların, cinsel yönelimlerin, cinsiyetlerin kendilerini ifade etme taleplerinin ihtiyacından doğdu. Hiçbir kimlikten, gündelik demokratik talepten azade olmayan sınıfsal var oluş, bunları mücadelenin merkezine koydu. Bu keyfi bir tercih değil, günün acil ihtiyacı olarak şekillendi. En acil ihtiyacınız ne ise, onun için savaşırsınız, hastalığınız ne ise, ona uygun ilaç alırsınız.

Bu demokratik istekler toplamı, despotik devlete ve sermayeye karşı olan bu duruş, kendisini nesnel gerçeklik olarak ifade eder. Somut tarihsellikle belirlenen nesnel gerçeklik şu anda budur. Faşist bir inşaya karşı özgürlükçü halkçı bir geçiş söz konusudur ve görünen o ki, Türkiye devriminin ilk uğrağı bir demokratik cumhuriyet olacaktır.

Bu gerçeklik karşısında soldaki iki sapmaya değinmek gerekecektir. (Bu iki sapma elbette birbirlerine eşitlenemez ve aynı görülemez.)

Birincisi bu ihtiyacı bilinmeyen bir döneme erteleyen ve üretim araçlarının kamusal mülkiyetini doğrudan programının merkezine koyan kimi sosyalist hareketlerdir. Elbette üretim araçlarının üzerindeki özel mülkiyeti kaldırmayı hayal etmek bile heyecanlıdır, güzeldir. İşçi sınıfının ve tüm toplumun nihai kurtuluşu ancak bu yolla mümkündür. Ama bir de gerçeklikler vardır. Sınıfın serpilme ve gelişme isteği vardır. Halkların alacakları vardır. Almalılardır. Bu koşulların gerçekleşmesi sosyalizmin ön koşulu olarak belirmektedir. Bu koşulları gerçekleştirme mücadelesi içerisinde barındırdığı devrimci ruhla sosyalizmi gerçekleştirecektir. Zaten demokratik cumhuriyet ile sosyalizm arasında niteliksel olarak az bir fark vardır.

Diğer sapma ise, iktidar bloğu içerisindeki yarılmada egemen güçlerin muhalefetinin arkasına yedeklenerek, olası bir restorasyonun sol kanadını tutarak belki parlamentoda yer almak, belki bir iki belediye kazanmak, belki parlak bir kariyer elde etmek için düşülen ibretlik durumdur. Sermaye iktidarının restorasyonu konusunda pek de kaygılı görünmeyen bu kesim, görünüşe göre nesnel gerçekliği okuyamamaktadır.

Demokratik cumhuriyet oluşturulması gereken bir durum değildir. Ya da mevcut toplumsal gerçekliğin kendisini uydurmak zorunda olduğu bir ideal de değildir. Bugünkü despotizmi, baskıcı devlet aygıtını, faşistleşmekte olan rejimi ve onun biraz daha liberal görünümlü restorasyonunu çabalayan gericiliği ortadan kaldıracak olan gerçek harekettir.

Özgürlükçü Bilincin Ürünü Olarak Demokratik Cumhuriyet

Oysa demokratik cumhuriyet fetişleştirilmiş bir siyasal kavram değil, şimdi ve burada, halkın güncel taleplerinin karşılanmasının adı, despotizme karşı özgürlüğün, sermaye düzenine karşı halkın çıkarlarının yaşama geçmesidir.

Yukarıda bahsedilen sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak demokratik cumhuriyet, sınıflar mücadelesinin güncel görevi, halkın güncel ihtiyaçlarının karşılanması, işçi sınıfı ve halkçı dinamiklerin öznelik kapasitelerinin arttırılmasının ön koşuludur ve bu yüzden sosyalizme giden en kestirme yoldur. Demokratik cumhuriyet ve sosyalizm arasında “Çin Seddi” yoktur ve sosyalizme geçiş ancak bu yolla, süreci hızlandırıcı demokratik cumhuriyetle birlikte sosyalizme geçiş mümkün olacaktır. Demokratik cumhuriyet şimdiki despotik devletin aşılması ve devletin halkın çıkarları çerçevesinde yeniden örgütlenmesinin adıdır. Bu yeniden örgütlenme, halkın iradesini sürekli baskılayan Bizans/Osmanlı kökenli valilik ve kaymakamlık makamlarının tasfiyesini önüne koyar ve yerine halkın özgür meclislerinin iradesini esas kılar.

Tam da bu niteliğinden kaynaklı, Gezi isyanı sonrası oluşan toplumsal bilincin siyasal ifadesidir. Halkın özgürlük arayışının önsel programıdır. Böyle bir özgürleşme, serpilmeyi, sınıf mücadelesini ileriye taşımayı, işçi sınıfının nicelik ve nitelik olarak gelişmesinin, siyasal bir özne olma kapasitesi kazanmasının ön koşuludur.

Demokratik cumhuriyet, gökten yeryüzüne inmiş bir mefhum değil, aşağıdan yukarıya yükselmekte olan mücadelenin hedefinin ve programının adıdır. Topraktan fışkırırcasına ortaya çıkan ve toplumu saran özgürlükçü bilincin yaşam bulmasıdır. Şimdiki despotik düzeni ortadan kaldıracak olandır. Merkeziyetçi ve tekçiliğe karşı yerel iradenin ve çoğulluğun iradesidir. Despotik anayasanın karşısında özgürlükçü halkçı anayasayla güvence altına alınacak olan düzendir. Paralı ve pahalı sağlık, eğitim, ulaşım hizmetlerinin ücretsiz olmalarıdır. İnanç ve kimlikleri baskı altında tutulan Alevilerin, Kürtlerin, Lazların, Arapların inançlarını ve kimliklerini özgürce yaşamalarıdır. Bu kimlikler ile işçi sınıfı rastlantısal olarak yan yana gelmiş toplamlar değildir. Bu kimlikler, sınıfın kimliğinin büyük çoğunluğunu oluşturan ve sınıfla önemli kesişimleri bulunan halk gerçekliğidir.

Gerçek Bir Hareket Olarak Demokratik Cumhuriyet

Bu, oluşturulması gereken bir durum değildir. Ya da mevcut toplumsal gerçekliğin kendisini uydurmak zorunda olduğu bir ideal de değildir. Bugünkü despotizmi, baskıcı devlet aygıtını, faşistleşmekte olan rejimi ve onun biraz daha liberal görünümlü restorasyonunu çabalayan gericiliği ortadan kaldıracak olan gerçek harekettir.

Demokratik cumhuriyetin koşulları bugün mevcut olan öncüllerden doğuyor. O, güncel olan her sorunun çözümünde somutlaşıyor. Yeni bir anayasa, doğrudan halk demokrasisi, herkese güvenceli ve insani koşullarda iş, inanç ve kimliklere özgürlük, kapitalizm ve patriyarkanın baskılanması ve egemenliklerinin kısıtlanması, herkese eğitim, sağlık ve ulaşımın parasız sağlanması gibi mücadelelerin çözümünden doğuyor. Gezi isyanı sonrası oluşan özgürlükçü halk bilincinin siyasal bir programda ifadesinden başka bir şey değil o. Elimizi uzattığımız anda bir ucundan yakalayacağımız o somut siyasal gerçeklik, restorasyon ve faşizm onu teslim almadan önce onu yaşama geçirmemizi bekliyor.