Hatay “Meselemiz”

Bugün itibariyle depremin üzerinden 13 ay geçti. Hatay başta olmak üzere yıkımdan etkilenen bölgelerde yaşanan süreci/zorlukları anlamak için hafızayı tazelemekte fayda var. 6 Şubat depreminin yaşandığı haftayı hatırlayalım. Henüz enkazların başında kurtarma faaliyetleri devam ederken iktidar güçleri ve ortakları olan sermaye grupları yıkılan alanların rant odaklı biçimde yeniden nasıl inşa edileceğini planlamaya başlamışlardı. Barınma, gıda ve temiz suya ulaşım gibi imkanların olmadığı günlerde hangi inşaat şirketi ve mimarlık ofisi nereyi alacak bölüşümü çoktan yapılmıştı. Ortaya çıkarıldığı üzere sadece “yeşil” sermaye değil, sermayenin tüm fraksiyonları bu “fırsatı” değerlendirmişti.

Depremin bu düzeyde yıkıcı bir etki yaratmasının temel nedeni, inşaat sermayesinin rant odaklı faaliyetleri ve bu sürecin hukuki kolaylaştırıcısı olan iktidar güçleriydi. Binlerce insanın, hayvanın ölümünden ve oluşan ekolojik tahribatın sorumlusu olanlar, yıkımın üzerine rant ve yağma düzenini inşa etmeyi ihmal etmemişti. Şimdi Antakya’ya bağlı bir köy olan Dikmece başta olmak üzere devam eden yoğunlaştırılmış inşaat faaliyetleri, mantar gibi çoğalan taş ocakları bu sürecin bir sonucu ve uzantısı.

Aynı anda iki kazanç elde etmek istiyor iktidar ve ortakları. AKP dönemi ekonomisinde önemli bir yer tutan inşaat sermayesini hareketlendirmek ve üzerinde hegemonya kurmakta zorlandığı halkları yerinden etmek. Bu iki hedefi gerçekleştirebilmek, aynı zamanda gelişmekte/güç kazanmakta olan faşist rejimin inşa sürecini hızlandıracaktır.

Deprem sonrası konut ihtiyacı bahane gösterilerek yeniden yapılaşma süreçlerinin organizasyonunda çıkacak potansiyel engeller hızlıca ortadan kaldırılıyor. Söylem depremzedeye ev yapmak olunca verimli tarım arazileri veya zeytinlik alanlara konut yapmanın haklı bir gerekçe olduğu iddia ediliyor. Değiştirilmek istenen, ancak toplumsal mücadelenin etkisi sayesinde bugüne kadar korunabilen zeytin yasasına aykırı bir yol izleniyor.

Ekokırım

Süreç yeni açılan çok sayıda taş ocağı ile destekleniyor. İnşaat malzemesi olarak kullanılacak olan ürünün taşınması da sermaye açısından fazla maliyetli. Maksimum kâr elde edebilmek için taş ocakları da deprem bölgesinde açılıyor. Kimyasal içerikli enkaz tozları ile taş ocaklarından çıkan tozlaşma birbirine karışıyor. Çok katmanlı bir ekokırım süreci yani.

Ekolojik tahribat, yoksulluk, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi çözülmeyen sorunlarla yaşam devam ediyor. Elbette göç edenler var. Ancak oldukça önemli bir nüfus, kadim Antakyalılar, Arap Aleviler şehirlerini terk etmek istemiyorlar. Ayrıca yaşadıkları büyük yıkımın sorumlularının kimler olduğunu da çok iyi biliyorlar. Bu yüzden büyük bir öfke ve adalet talebi var. Deprem anma haftasında Antakya sokaklarında adım atan herkesin hissettiği ortak duygu olduğunu düşündüğüm yas, öfke ve adalet isteği.

Yaklaşan yerel seçim gündemiyle birlikte Hatay halkı aylardır içerisine dahil olabileceği yeni bir yol arayışında. Erdoğan açıkça yerel yönetim kendilerine verilmezse Hatay’ın kaderine terk edileceğini ilan etmiş oldu. Ancak sadece iktidar güçleri değil resmi muhalefetin temsili olan CHP de Hatay halkını kızdıracak kararı alarak Lütfü Savaş’ı yeniden belediye başkan adayı göstermeyi tercih etti. Lütfü Savaş’ın deprem suçlarının parçası olduğu görüşü halkın büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmiş bir gerçek. Buna rağmen tercih edilmiş olması ise iktidar güçleri ile “resmi muhalefet” arasında sınıfsal ve rantsal ayrımlar olmaması.

Peki Sol İttifak?

Deprem sonrası Hatay’da özellikle Defne ve Samandağ ilçelerinde devrimci siyaset yürüten güçler ve toplumsal mücadelenin tüm alanları (kadın hareketi, meslek ve inanç örgütleri başta olmak üzere) önemli bir inisiyatif alarak dayanışmayı büyüttüler. Devletin yetersiz olduğu her noktada toplumsal mücadele dinamikleri hızlı bir şekilde devreye girdi. Bu dayanışmanın etkisi daha önce halkçı/sol siyaset ile temas kurmuş olan veya sol siyasetten umudunu kaybetmiş olan çok sayıda insanı etkileyerek önemli bir güç alanı, potansiyel oluşturdu.

Bu haliyle güncel durum, yaklaşmakta olan 31 Mart yerel seçimlerinde, mücadele alanlarının tamamını kapsayan sol bir ittifak kurulması ihtiyacını doğurdu. Ancak geldiğimiz aşamada Samandağ ilçesinde kurulan ittifak dışında bu süreç ciddi bir başarısızlık ile sonuçlandı. Seçim öncesi herkesin katılımına açık olarak yapılan çalıştaylarda ortaya konan ilke ve irade; sol popülist siyasete kurban edildi. CHP’nin Lütfü Savaş ısrarına karşı Hatay büyükşehir ve Defne adaylıkları konusunda sol ittifakın kurulamadığı bir başarısızlığı yaşadık. Hatay halkının duruşuyla, öfkesiyle ihtiyaç duyduğu devrimci güç alanı kurulma ihtimali çöpe atıldı.

2023 Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde Emek ve Özgürlük İttifakı, Sosyalist Güç Birliği ciddi bir başarısızlık yaşamıştı. Deprem sonrası kazanılan kısmi inisiyatifle yeni bir hamle yapma potansiyeli ortadayken şimdi bu şans da kaybedildi. Devrimci, sol siyaset anlayışının yıkılmış bir kenti yeniden ayağa kaldırma pratiğini deneyimlemek ve devrimci, halkçı başarılar elde etmek yerine, sonuç olarak halk seçeneksiz bırakılmış oldu. TİP’li dostlarımızın Gökhan Zan ısrarı sadece kendi partilerine zarar vermekle kalmayıp devrimci siyasete olan inancı sarstı. Mesele “biz demiştik” sözüyle haklı çıkmış olmanın vakurluğu ile şişip kasılmak değil elbette.

Hatay halkı açıktan hedef gösterilerek, göç etmeye zorlanırken alternatif devrimci bir seçeneğin ortaya çıkamamış olması büyük tarihsel hatalar arasında yerini alacaktır. Halkın güncel ihtiyacı olan siyaset alanını kurmak yerine popülizmi tercih eden, ittifak oluşturmak yerine dağıtmayı/kurulmasını engellemeyi tercih edenler ise özeleştiri kavramını boşa düşürecek düzeyde konuya yabancılaştı.