Cûdi’nin İnciri ile Akbelen Zeytini Buluşur mu?

Cûdi dağında devam eden talana karşı Mezopotamya Ekoloji Hareketi öncülüğünde 5 Ağustos’ta bir araya gelerek, bölgede yangın ve ağaç kesimi nedeniyle yaşanan tahribatı gözlemlemek, raporlaştırmak istedik. Çeşitli zorluklara rağmen yapılan bu gözlem pratiği ve biriken deneyimlerin hem ekoloji mücadelesine hem de toplumsal mücadelenin tamamına önemli katkıları olacaktır.

Yazının başlığına ilham veren inciri 90’lı yıllarda boşaltılan ancak “çözüm süreci” zamanında köylülerin geri dönerek tarım ve hayvancılık faaliyetlerine devam ettiği alanda tatma fırsatı bulduk. Üzüm, nar, incir gibi fazlaca çeşit meyvenin bir arada yetiştiği oldukça verimli bir alandı. Güneşin altında bir miktar kavrulduktan ve yangının yaşandığı alanı görüp moral bozduktan hemen sonra, köylülerin toplayıp bizimle paylaştığı incirler hayatımda yediğim en güzel meyve olabilir. Belki de tüm yıkıma rağmen yaşam bilgisi ve deneyimi ile yetiştirilen meyvelerin bu kadar tatlı hissedilmesi, bir anda tüm ruh halini değiştirmesi tesadüf değildir.

Toprağın kokusu, ağaçların ve suyun sağladığı serinlik, dalından koparıp yediğimiz meyve ile yabancılaştığımız doğayı yeniden deneyimleme fırsatı bulmuş olabiliriz. Kapitalizm her geçen gün distopik bir gezegen inşa etme yolunda ilerlerken, parçası olduğumuz doğanın hâlâ tüm canlılığı ile direniyor olması umut verici.

Bu kişisel deneyim aktarımının ötesinde bölgede uzun yıllardır devam eden bir ormansızlaşma süreci var. Kimi zaman kesim yapılarak kimi zaman bilinçli olarak yangın çıkarılması sonucu çok sayıda yaban hayvanına, tarım alanlarına, oldukça çeşitli bir flora ve faunaya ev sahipliği yapan Cûdi ve çevresi tahrip ediliyor. Köylülerin gözlemlerine göre bu tahribat nedeniyle yer değişikliği yapmak zorunda kalan yaban hayvanları mevcut.

Bölgede üretim faaliyeti içinde olan Ciner Grubu’na ait Şırnak Silopi Termik Santralini de belirtmeden geçmeyelim. Asfaltit kömür kullanan santral bölgeye çok sayıda zararlı kül saçılmasına neden olarak yeraltı sularını, toprağı ve havayı kirletiyor. Santrale yakın olan bölgelerde solunum yolu hastalıklarının arttığı belirtiliyor. Burada kullanılan “asfaltit kömür”, ithal kömür veya linyit kömürüne göre daha fazla duman çıkararak daha büyük bir kirliliğe ve tehlikeye neden oluyor.

Orman yangını veya ağaç kesimi söz konusu olduğunda eğer olayın geçtiği yer Kürt coğrafyasında ise tutum farklılığı oluşuyordu. Ege veya Akdeniz bölgesinde yaşanan yangına ve olası ihmallere karşı çok daha büyük tepki gelişirken Dersim, Cudi vb. bölgelerde yaşananlara rağmen oluşan sessizlik ürkütücü seviyedeydi.

Ancak ekoloji hareketinin son yıllarda biriktirdiği deneyim ve mücadele ortaklığı sayesinde en azından ortak tepki üretme, politika, söylem geliştirme aşamasında kazanım elde edildi diyebiliriz. Faşizmin adım adım kurumsallaştırılmaya çalışıldığı ve despotik devlet aygıtının seçim sonrası güç kazandığı bir ortama rağmen doğa ve yaşam savunucuları açısından coğrafya ve “çizilmiş” sınırları anlamsız kılan, olumlu tepkiler ortaya koyuldu. Akbelen’de kesimin başlamasına paralel Cûdi’de yangın çıkması, Antakya Dikmece’de zeytinlik ve tarım alanlarına saldırı başlamasıyla birlikte hızlı bir kesişimsellik kuruldu. Doğa ve yaşamın iç içe geçmiş bütünselliği, sınır tanımazlığı saldırılara karşı ortak tepkiler oluşmasını sağladı.

Elbette bu enternasyonal, ekolojik odak merkezli bakış açısının toplumun geneline yayılan, kalıcı politik bir tutum haline geldiğini söylemek iyimserlik olur. Kürt düşmanlığı egemenler açısından hala işlevli bir politik silah.

Kürdistan coğrafyası çok uzun zamandır başta madencilik faaliyetleri ve HES’ler olmak üzere yağma ve rant sürecini içerisinde barındıran yoğun bir tahribat altında. Bölgedeki çatışma ortamı ve yoğun “güvenlik” odaklı ortam halkın ekolojik bütünlüğü koruyabilmesine, duyarlılık geliştirebilmesine pek olanak tanımıyor. Geçici veya fiili güvenlik bölgeleri ile tahribat alanlarını görebilmek, haberdar olmak, belgeleyebilmek çok zor. Çatışma ortamının gerilimi aynı zamanda ekolojik hassasiyetlerin gelişmesinin önünde büyük bir engel.

Ulus devletlerin ırkçı, mezhepçi, saldırgan söylemleri toplumun genelini konsolide etmekte hala oldukça başarılı. Geçtiğimiz seçim sürecinde Erdoğan rejimine alternatif olarak ortaya çıkan “muhalefet” alanı da bu söylemin içerisine oturarak toplumsal muhalefetin önünde ikinci bir baraj kurmuş oldu. Ekoloji mücadelesinin tüm parçaları bu politik havadan belli düzeyde etkileniyor. Ancak bu etkiye rağmen seçim sonrası en büyük toplumsal mücadele Akbelen ormanında gelişti. Cûdi ve Dikmece başta olmak üzere ekolojik/toplumsal sorunlara karşı mücadele edilen diğer alanlarla önemli kesişimsellikler kuruldu.

Yazının başlığına dahil etmemiş olsak da güncel bir alan savunması olarak Antakya Dikmece’de devam eden süreci de önemli bir deneyim olarak kabul etmek gerekir. Depremin ve sonrasında gelişen ihmallerin en çok yaraladığı bölge Antakya oldu. Zorla istimlak ile hem demografik yapıya müdahale edilmek isteniyor hem de potansiyel rant inşaat şirketlerinin salyasını akıtıyor. Karşısında gelişen kıymetli direnç ise özellikle Arap Alevi halkının komün refleksinin önemli bir yansıması. Tarihsel ve kültürel köklerin, kaynakların mücadeleye çeşitli biçimlerde katkısı oluyor. Hem Arap Alevi halkı açısından hem de ekoloji hareketi açısından karşılıklı bir etkileşim.

Enternasyonal bir potansiyeli de içinde barındıran ekolojik bilinç çeşitli kanallardan güç kazanıyor ve deneyim biriktiriyor. Bu ortak birikim havuzuna rağmen henüz nitelik ve nicelik olarak sıkışmış olduğumuz alanı kırabilmiş değiliz. Dolayısıyla zaman zaman politik nitelik sorununu aşmaya ne kadar yaklaşıyor olsak da güç sorunu ikinci bir engel olarak karşımıza çıkmaya devam ediyor. Ekoloji hareketi başta sınıf mücadelesi olmak üzere tüm toplumsal dinamikler ile iç içe geçen, kaynaşan yeni bir yola, nitelikli öncülere ihtiyaç duyuyor. Tek tek alan savunmanın yetersiz kaldığı açık bir sorun olarak karşımızda. Ülke ve dünya düzeyinde etkili olabilecek, güven ve umut veren, ekolojik/politik bir mücadele hattı ihtiyacı kendisini hissettiriyor.

Despotik devlet aygıtı inşa etmek istediği yeni rejimin engellerini ortadan kaldırmak için her türlü enstrümanı (medya, mahkemeler, kolluk gücü) kullanmaktan çekinmeyecektir. Buna karşı Cûdi, Dikmece, Akbelen ve doğaya yönelik nerede bir saldırı varsa sorumlusunun sermaye devleti olduğunu, devam etmekte olan çatışma ortamının, savaşın en önemli ekolojik yıkım kaynaklarından biri olduğunu unutmadan ortak mücadeleyi büyütmek gerekli.

Gezi direnişi nasıl ki biçim ve form değiştirerek gündelik yaşamın alışkanlıklarına, ruhuna katkıda bulunduysa, Akbelen ormanı direnişi de aynı benzerlikte bir etkiye sahip. Bugün itibariyle planlanan orman katliamı gerçekleşmiş olmasına rağmen direniş kararlılıkla devam ediyor. Alan tamamen maden sahasına dönüşse dahi etkileri itibariyle toplumsal mücadeleye çok önemli bir deneyim aktaran Akbelen mücadelesi kaybetti demek pek mümkün olmayacak. Parçalanmışlığın getireceği yenilgi ihtimaline karşı her yerde kazanım elde edebilmenin yolu ise Cudi’de yetişen incir ile Akbelen’de yetişen zeytin arasındaki bağı kurmaktan, güçlendirmekten geçiyor.

Akbelen ormanını savunanların yazdığı, seslendirdiği bir söz ile bitsin yazı;
Akbelen’den Dikmece’ye, Kazdağları’ndan Cudi’ye ormanlar, zeytinlikler, halklar kardeştir.

 

Ekoloji hareketlerinden Botan’da süren doğa talanına ilişkin rapor:

http://mezopotamyaajansi35.com/tum-haberler/content/view/217180

Bölgede çıkarılan Asfaltit kömür üzerine kısa bir bilgi:

https://www.evrensel.net/haber/450855/kalori-degeri-dusuk-sirnak-komuru-ilk-kez-sinirlarini-asti