“Giden Gelmez Dağları” ve Sinemanın Ekolojik Potansiyeli

Üretilen görsel içeriklerin büyük çoğunluğu her geçen gün daha kısa ve niteliksiz hale geliyor. Derinlik ve anlamdan yoksun, parmakla kaydırılan kısa video kesitlerine hapsolduk diyebiliriz. Her gün çok sayıda hızlı üretilmiş “içeriğe” maruz kalan bizler kısa zamanda uzun kitapları, makaleleri, filmleri sıkıcı bulur hale geldik. Uygun teknik imkanlara bağlı olarak herkesin “içerik üreticisi” olabildiği sosyal medya alanları, kuşatma halinde telefon bataryalarımızı, zihinlerimizi ısıtarak zorluyor.

Tüm bu kuşatılmışlık hali içinde sinema, kültürel birikim ve deneyim bakımından oldukça güçlü bir mevziydi bizler için. Toplumsal, siyasal olan her meselenin farklı biçimlerde işlenebildiği kısmi özgürlükçü bir alan olarak var olabiliyordu. Bu alanı kaybettik, sinema açısından kültürel hegemonya tamamen sistem içi güçlerin eline geçti demek fazla karamsar olur. Yüksek bütçeli içeriklere, devlet destekli muhafazakâr/milliyetçi içi boş kahramanlık ve düşmanlık hikayelerine rağmen alternatif/başka sinema anlayışı var olmaya devam ediyor.

Bu sistem dışı alternatif sinemaya önemli bir örnek olduğunu düşündüğüm, yönetmen Özcan Alper tarafından çekilen Karanlık Gece filmini izlerken, bir süredir üzerine düşünüp üretmeye çalıştığım ekoloji siyaseti ile son dönem izlediğimiz filmler arasında bağ kurdum. Filmin ardından yönetmenin söyledikleri ise düşüncelerimi doğrularcasına insan-doğa ilişkisine dair önemli vurgular yapıyordu.

Herkesin fark edeceği üzere ekolojik yıkımın etkileri somutlaştıkça sinema alanında üretilen sanatın içeriği ekolojik bir potansiyel barındırmaya başladı. Üretilenlerin belli bir kısmı distopik yönüyle öne çıkıyor elbette. Zombiler, vampirler derken yeni kıyamet senaryoları ağırlıklı olarak ekolojik yıkıma bağlı aşırı iklim olayları, salgın hastalıklar vb. şeklinde gidiyor. Yerli dizi sektörü de yakın zamanda Netflix için “Sıcak Kafa” dizisini ortaya çıkartmıştı. Önümüzdeki yıllar bu tarz üretimlerin sanatın her alanında artacağını öngörmek mümkün.

Karanlık Gece

Popüler kültürün yaygınlaştırıldığı platformlar dahil olmak üzere yıkımın alt başlıkları üzerine çok sayıda dizi, belgesel film vs. çekilerek yayınlandı. Kültür endüstrisi tarafından üretilenlerin dışına çıkan örnekler de var elbette. Karanlık Gece filmi popüler kültür alanında üretilenlerin çok daha ötesine geçmeyi başararak, kamerasını, hikayesini güçlü bir şekilde insan-doğa ilişkisine çeviriyor.

Özcan Alper film üzerine yapılan söyleşi sırasında filmin çekileceği alanı belirlerken Yaşar Kemal romanlarından aldığı ilhamla Toroslar’ı seçtiğini söylediği sırada, yazarın tüm romanlarında eşsiz bir doğa betimlemesi yaptığı ve bu yönünün ne kadar güçlü olduğu tekrar aklıma geldi. Yaşar Kemal okuyanlar bilir ki eğer yazar soğuk bir havayı betimliyorsa hafifçe üşüdüğünüzü hisseder, kavurucu bir sıcağı anlatıyor ise artan sıcaklığı hissedebilirsiniz. Eğer okuduğunuz sayfalarda bir dengbej destanlar, kılamlar seslendiriyor ise yeterli konsantrasyon ile müziğin duygusunu hissetmeniz mümkün olabilir. Romanlarında bilmediğimiz çok sayıda bitki ismini kullanırken özelliklerini anlatmayı ihmal etmez, gözünüzde canlanmasına imkan sağlar.

Yaşar Kemal’in ekolojik potansiyeli, doğayla ve toplumla kurduğu ilişki başlı başına ayrı bir makale, kitap veya belgesel konusu. Biz bu yazıda daha fazla uzatmayalım, zira konunun uzmanı olanlar çok daha güzel anlatmaktadır. Cihan Erdönmez hocamızın “Yaşar Kemal’in bitkileri” üzerine olan çalışmalarına bakmanız şiddetle tavsiye edilir.

Film boyunca izlediğimiz eşsiz doğa görüntüleri, sarp kayalıklar, sonu görünmeyen devasa obruklar, ismi dahi esrarengiz olan Giden Gelmez dağları, dereler, nehirler ve bitkiler. İnsan türünün, parçası olduğu doğaya duyduğu özlemi yansıtıyor sanki. Öte yandan doğanın korkutucu, bilinmezleri olan tehlikeli yönü açıkça gösteriliyor. Teknolojik gelişimin aşırı hızlanmasına bağlı elimizdeki imkanlara rağmen doğanın önümüze çeşitli sınırlar koyduğunu hatırlatıyor film.

Ekolojik yıkımın en önemli göstergelerinden birisi biyo-çeşitlilik kaybı. Film buna dikkat çekecek biçimde hikâyeyi zenginleştirmiş. Avcılık, hayvanlara şiddet olgusunu film boyunca gördüğümüz diğer bütün düşmanca tavırlar ile birlikte işlemeyi başarmış. Kentlerde ağırlıklı olarak kedi ve köpekler hedef alınırken, kırsalda ise sömürü ilişkilerine maruz kalan hayvanların uğradığı şiddet hepimizin malumu. Kadınlara, LGBTİ+’lara, ezilen inanç ve kimliklere yönelen şiddet ile hayvanların maruz kaldığı şiddetin aynı kaynaktan beslendiğini iyi biliyoruz. Kırsalda doğa düşmanı projelere, faaliyetlere karşı kurdun kuşun yaşamını savunurken saldırıya uğrayan doğa savunucularını aklımıza getiren, bizlere hiç uzak olmayan bir hikâye.
Elbette filmi izleyen herkes gördüklerinden farklı çıkarımlar yapabilir. Cinsiyetçilik, yabancı olana düşmanlık gibi çok sayıda çatışma noktası var.
Sanat filmleri ağırlıklı olarak kırsalı, köylülüğü hakir görmekle eleştirilir. Karanlık Gece’yi izlerken kırsal olanın, köylülüğün objektif bir yansıması olduğunu düşündüm. Köylülük olarak tanımladığımız katman, özellikle de küçük üreticiler başta olmak üzere deneyimleri ve yaşam bilgisi nedeniyle kıymetlidir. Ancak çoğu zaman ekonomik çıkarları doğrultusunda ekolojik ve toplumsal duyarlılıktan uzak hareket ederler. Elbette durumun böyle olması köylülüğün suçu değil, devletin kırsal alanda devam eden yaşam ile ilgili belirleyici politikaları, büyümekte olan kır-kent ikiliği ile birlikte kentlere yoğun göç. Öte yandan tersine örnekler olarak aktif devam eden, kazanılmış veya kaybedilmiş olan çok sayıda ekoloji direnişinin öncülüğünü köylüler yapmaktadır.
Film boyunca adım adım ilerleyen düşmanlık ve bunun fiziki şiddete dönüşümünü bireyin içerisinde barındırdığı kötülük olarak görmüyorum. Ekonomik ve toplumsal ilişkilerin nasıl olacağını belirleyen örgütlü kötülük, bireyin hangi konuda nasıl bir tutum alacağını büyük oranda belirler. Bununla birlikte tek tek bireyler de tamamen suçsuz, sorumluluktan azade değildir. İş karar vermeye gelince irade devreye girer veya çalışmaz olur, olanlara seyirci kalır. Yönetmenin söylediği gibi “herkesin bir karanlık gecesi vardır”.
Özcan Alper ile ortak noktamız olan Yaşar Kemal’in “Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana” kitabından alıntı ile bitsin yazı: “Bu öldürme makinası insanoğlu, şu yeryüzünde önüne ne gelirse, kim çıkarsa öldürüyor, havada uçan kuşu, denizde yüzen balığı, öldürecek hiçbir şey bulamazsa kendini öldürüyor.”