Filistin’in İçeriye Tuttuğu Işık

Geçtiğimiz ay Filistinli örgütlerin “sürpriz” baskınıyla dünya gündeminin zirvesine oturan Filistin meselesi, Türkiye gündeminin de önde gelen konularından biri olmayı sürdürüyor. Bu önde olma durumunun nedenlerinin başında tarihsel ve ideolojik arka plan gelmekle birlikte, siyasal alanı oluşturan öznelerin güncel siyasal hatlarını Filistin meselesi üzerinden oluşturma ya da destekleme gibi hedefleri de bu durumu besliyor. Öznelerin pratikleri ve söylemleri, Filistin meselesinin eskiye nazaran “dışarıdan” çok “içeriye” önem verildiğini ortaya koyuyor.

İslamcıların “Duygusal” Çizgisi

Özellikle 90’lı yıllarla birlikte Filistin meselesi üzerine söylemini ve pratiğini artıran İslamcılar, günümüzde Filistin’deki direnişin “İslami” niteliğini öne çıkararak konu hakkında tek söz sahibinin kendileri olduklarını kabullendirmeye çalışmaktalar. Söylemlerini Hamas’ın eylemlerini[1] sahiplenmekten kola dökme ve Starbucks’a saldırılara kadar çeşitli pratiklerle “destekleyen” İslamcılar, meseleyi çözümsüzlüğe iterek güç kazanmayı ve oluşacak kitlesel desteği militanlaştırmayı istemekteler.

İslamcıların Filistin meselesinin çözümünü “lanetli” Yahudi halkının ortadan kaldırılması gibi “imkansız” bir olasılıkta görmeleri meselenin “çözümsüzlüğe” itilmesini sağlıyor. Meseleyi “Müslüman” Filistinliler ile Yahudi=Siyonist İsrail ikilemine indiren ve söylem ile pratikle bunu pekiştiren İslamcılar, İsrail’e yönelik öfkeyi kendilerine kitlesel destek sağlayacak şekilde yönlendirmeyi hedefliyor. Tarikatlarda yaşanan çürüme ile artan yoksulluk ve işsizliğin halkın önemli bir kesiminin başta AKP olmak üzere İslamcı hareketlere ve tarikatlara mesafelenmesine yol açtığı bir dönemde yaratılan bu ikilemle kitleler tekrar mevzilere çekilmek isteniyor. Bu ikilemi İsrail’in de tercih etmesi oldukça önemli.

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından sömürge ülkelerde ve özellikle Orta Doğu’da yükselen anti-emperyalist ve ulusal kurtuluş mücadeleleri sonucunda İsrail sadece bölgede değil, uluslararası düzeyde de gayrimeşru, ABD emperyalizminin ileri karakolu ve işgalci bir devlet olarak görülmekteydi. 1980’lere kadar devam eden bu dönemde anti-komünist bir saikle şekillenen İslamcı hareketler, laik-solcu el-Fetih ile Marksist-Leninist FHKC’nin öncüsü olduğu Filistin direnişine mesafeli ve kimi zaman düşmanca bir bakış açısına sahiplerdi. 80’lerle birlikte neoliberalizmin saldırısı, İran’da mollaların iktidara gelişi ve SSCB ile devrimci hareketlerde yaşanan gerileme Filistin direnişinde Hamas ve İslami Cihad gibi İslamcı örgütlerin oluşmasına neden oldu. Bu örgütlerin Yahudi halkını “yok etmeyi” hedeflemelerini uluslararası ve bölgesel gayrimeşruluğunu ortadan kaldırmak için fırsat gören İsrail de onların palazlanması için fiilen destek verip büyümelerine olanak sağladı.[2] 12 Eylül darbesinin sosyalist harekete vurduğu darbeden dolayı Türkiye’deki yoksul mahallelerde güç kazanmaya başlayan İslamcı hareketler de Filistin’de büyüyen İslamcı örgütlere desteğini açıklayarak ülkede ve bölgede meşruiyet, itibar ve kitle desteği kazandı.

Uzun zamandır süregelen bu kitlesel desteği kaybetmek istemeyen İslamcılar, kitlelerin öfkelerini “simgesel” saldırılarla militanlaştırarak “gerektiğinde” sahaya çıkacak paramiliter örgütlenmeleri oluşturmayı planlamaktalar. Özellikle yoksul Müslümanların öfkesini çekecek “simgelerin” seçilmesinin ardında ise birden çok neden yatıyor. İlk olarak, on yıllardır İslamcı hareketlere ve tarikatlara emek vermesine rağmen yoksulluktan kurtulamayan bu kitlelere, yoksulluğun nedeni olarak “Batıcılar”, “laikler”, “solcular” gösterilerek öfkelerini onlardan çıkarmaları arzulanıyor. İkinci olarak da kitlelerin yoksulluklarının nedeni olarak iktidarı ve sermayeyi görmemesi de sağlanmak isteniyor.

İslamcıların söylem ve pratiklerinin gösteri kısmının şaşaalı olmasının en büyük nedenlerinden biri de İsrail’le yapılan ticaretin açığa çıkmasın istenmemesi. Yapılan onca çağrılara rağmen İsrail ile ticari ilişkilerin kesilmesi bir yana daha da artması ve BBP kurucusu[3] gibi iktidara yanaşan herkesin bu pastadan faydalanıyor olması ise “duygusal” kısmın görünmemesi için şaşaanın sürekli büyütülmesi çabasına neden oluyor.

Milliyetçilerin Derdi “Kitleler”

Geçmişte Filistin meselesine İslamcılar gibi anti-komünist açıdan bakarak mesafeli duran “milliyetçi”, ırkçı, Türkçü kesimler bu kez daha aktif bir tutum sergilemekteler. Bu tutum değişikliğinin başta gelen nedeni ise siyasal alanda zemin kazanmak ve son dönemde artan kitle desteğini daha da büyütmek.

MHP lideri Bahçeli’nin Mehmetçiği Filistin’e gönderme teklifi ve “Filistin’in güvenliği Türkiye’nin güvenliğidir” söylemiyle “sürpriz” çıkışlarda bulunarak AKP ve İslamcı zemine oynamaya devam ediyor. Uzun bir süredir bu politikasını devam ettiren Bahçeli, hem yerel seçimlerin hem de son genel seçimin gösterdiği üzere İç Anadolu ve Karadeniz’de AKP’den uzaklaşan oyları kendinde toparlamayı başarmıştı. Bahçeli toparladığı kitleyi bu çıkışıyla konsolide etmeyi amaçlamakla birlikte siyasal alana rengini vermeye çalışıyor.

MHP’nin aksine ırkçı ve Türkçü kesimler ise mesafeli duruşun yerine karşıt bir tutum takınmaktalar. Bu kesimlerin yıllardır dile getirdikleri “Araplar bizi sırtımızdan bıçakladılar” söylemi ve Atatürk’e ait olduğu iddia edilen “Türk çocuğu, artık Arap çölleri için kanını dökmeyecektir” sözüne paralel olarak Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ “Filistin davası Türk milletinin değil, Arapların davasıdır” açıklamasında bulundu. Suriyeli göçmenlere yönelik nefret ve şiddet dilinden beslenerek kitlesel desteğe kavuşan ırkçı-Türkçü kesimler, Filistin meselesini Arap meselesine dönüştürerek tıpkı MHP gibi toparladıkları kitleyi konsolide etmeyi ve siyasal alanda var olmayı hedeflemekteler. Buna ek olarak ırkçı-Türkçü kesimlerin Hamas’ın sivillere yönelik şiddetini IŞİD’le benzeştirerek “laiklik hassasiyetine” sahip Kemalistleri de yanlarına çekmeye çalıştıkları görülüyor.

CHP’nin Görevi

Saldırılar sürecinde kurultay mesaisinde bulunan ana muhalefet partisi CHP’de ise hem sabık başkanın hem de yeni başkanın söylem ve pratiklerinde süreklilik arz etmekte. Bir yandan Filistin halkının yanında olduğunu vurgulayan ama diğer yandan İsrail’in işgalciliğini dile getirmeyip ilişkilerin kesilmesini savunmayan CHP nalına ve mıhına vurma politikasına devam ediyor.

CHP izlediği ikili politikayla düzen içi muhalefet rolünü yerine getirmekte. Görevlerin ilki Filistin’e “üzülmek” ve İsrail’i “kınamak” ile halk kitlelerinin öfkelerini sistem içinde tutmak. Bu noktada CHP, özellikle demokrat, anti-emperyalist ve sol-Kemalistlerden gelecek tepkiyi soğurmak ve sisteme kanalize etmekle görevli. Tepki yükseldiği taktirde de öfkeyi kapsama adına CHP’nin dilinde “sertleşme” görülebilir.

İkinci görev ise CHP’nin ana özelliği olan devlet partisi olma niteliğinden doğru geliyor. Türkiye devletinin İsrail kurulduğundan beri ticari, siyasi ve kültürel ilişkilerini sürekli geliştirmesi ve Türk sermayesinin önünü açması, CHP’ye de izleyeceği siyasi çizgiyi gösteriyor. Bu bağlamda İsrail devletinin varlığını kabul edip dünya çapında meşrulaşmasına katkı sunarak ve Türk sermayesinin ticari ilişkilerine dair sessiz kalarak CHP düzenin devamının güvencesi olduğunu ortaya koyuyor.

Doğru Konumlanma ve Süreklilik

İslamcıların, milliyetçilerin, ırkçı-Türkçülerin ve CHP’nin Filistin meselesinde izledikleri politikaların Filistin halkının özgürlük ve var olma mücadelesinden çok kendi çıkarları üzerine kurulu olmasında düzen içi özneler olmalarının payı büyük. Sosyalist hareketlerin meselenin başından bu yana ayrı bir hat izleyerek düzeni teşhir eden politikalara yönelmesi bu bağlamda önem taşıyor.

Filistin meselesinin ortaya çıkışından bu yana Filistin halkının var olma ve özgürlük mücadelesine destek sunmakla kalmayıp canını veren Türkiye Devrimci Hareketi, meselenin özüne yani İsrail’in işgalci olmasına ve ABD emperyalizminin bölgedeki savaş politikalarına değinerek doğru konum almayı sürdürüyor. Bu doğru konumlanma halkın önemli bir kısmından (gerek anti-propaganda gerek sansürden gerekse de solun örgütsel krizinden dolayı) henüz hak ettiği ilgiyi göremese de hem ilkesel duruşun korunması hem de çözümü getirecek yapının inşa edilmesi gerekliliğinden dolayı sürmesi gerekiyor. Sürdürüldüğü takdirde ise bölgedeki ve ülkedeki halk kitlelerinin düzen içi siyasal öznelerin parıltılarının sahteliğini deneyimleyip devrimci zemine yönelmeleri ciddi bir olasılık olarak karşımızda duruyor.

Dipnotlar

[1] 7 Ekim’de gerçekleşen Aksa Tufanı Operasyonu’na FHKC, FDHKC, FHKC-GK gibi devrimci örgütlerin katılmasına rağmen sürekli Hamas’ın öne çıkarılmasının İslamcı hareketlerin söylem ve pratiklerine “istenmeden” de olsa fiilen destek verilmesi anlamına geldiğini geçerken belirtmek isterim.

[2] https://www.youtube.com/watch?v=BcPrJivPSYM

[3] https://twitter.com/metcihan/status/1729076053597970893