Güncel Gelişmeler Bağlamında: Faşizm El Yükseltiyor

Faşizm bir “an” değil, bir “süreçtir”. Her şeyden önce bir karşı devrim sürecidir. Konsantre bir sınıf diktatörlüğüdür. Sermaye sınıfının özel ve sert bir diktatörlük biçimidir. İşçi sınıfına karşı topyekûn bir saldırı pratiğinin rejime bürünmüş halidir. Kendisini bu süreklileşmiş saldırı konseptiyle inşa eder. Bu inşa; bir sınıf tavrıdır. Faşizm, yaşama ve insana içkin olan her şeye açılmış bir savaştır.

Faşizm bir kapitalist devlet biçimidir. İçinde aktığı ortamda riske giren sermaye birikiminin sürekliliğini yeniden tesis eden, daha yoğun ve daha hızlı bir birikim sürecinin koşullarını oluşturmayı hedefleyen bir devlet biçimidir. Bu devlet biçimi, işçi sınıfının hareket kabiliyetini ve devrimci yönünü ezmek üzere yola çıkar. İşçi sınıfının üzerine karabasan gibi çöker.  Bütün toplumu bir ideoloji üzerinden kuşatır. Yeni bir toplum inşa etme hedefiyle yola çıkar. Toplumu arkasına aldığı oranda da kitlesel bir hareket olarak iktidarı hedefler.

Faşizm virüs gibidir. Bir kere kaptın mı virüsü bende virüs yoktur diyemezsin. Fakat virüsün yayıldığı alan da önemlidir. Virüs vücuda karşı savaş açar, lenfositler vücut adına bu savaşa karşı koyar. Yayıldığı alan kadar hasta eder. Vücudun ölümü, klasik kurumsal faşizm deneyimleridir. Almanya’da Hitler iktidarı, İtalya’da Mussolini iktidarı.

Bu süreç dinamik ve hareketlidir. Hareketlenme güncel politikada başlar. Çarpışma da denebilir. Sınıfların birbiri ile çarpışması. Henüz taraflardan birinin yenmiş olması durumundan ve çarpışma anını soyutlamaktan öte daha çok bir süreç olarak analoji kurabiliriz elbette. Ama genel itibariyle bakarsak güncel politikada hareketli bir süreci ifade edebiliriz. Çünkü faşizm, iktidarı politikayı kullanarak ve onu eğip bükerek hedefler.

Bu bağlamıyla Türkiye’deki güncel politik gelişmeleri inceleyelim.

***

Gayrimeşru sonuçları olan bir seçim geride kaldı. AKP-MHP iktidarı, seçimi bin bir hile ile yeniden kazanmış oldu. Seçimlerin hileli olduğu açıktır. Fakat ardından seçim sonuçlarını da arkalarına alarak güç kazandılar ve hamle üstüne hamle yapmaktan imtina etmiyorlar.

Seçim sonrası iktidar koalisyonu içerisinde, kabinede üç önemli değişim meydana geldi. Bunlardan ilki İçişleri Bakanlığı’ndaki değişim. Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yerine Ali Yerlikaya kabineye atanan kişi oldu. İçişleri Bakanı’nın değişimi sonrası göze çarpan en önemli şey devlet içerisinde çeteleşen organizasyonların birbirlerine karşı giriştikleri savaşın yükselişidir.

15 Temmuz sonrası açığa çıkan, devlet kademelerini paylaşamama biçiminde kendini gösteren devlet krizinin, geldiğimiz noktada bir biçimde aşıldığı görülüyor. Bu kriz, devlet kademelerinde ideolojik hegemonya mücadelesi ve birikime kimin el koyacağı üzerinden, kimi zaman gözle görünür bir hal alıyordu. Fakat bugün gelinen aşamada faşist blokta bir uzlaşı olduğu görünüyor. 57 şehre yeni vali ataması, müftülüklere yeni atamalar, emniyet müdürlüklerine yeni atamalar gerçekleşmesi üzerinden yönetim organında uzlaşımın tesis edilmeye çalışıldığını görebiliriz. Kimi operasyonlar oluyor (örneğin Ayhan Bora Kaplan vs. gibi) ama bunlar çete hesaplaşmaları olduğu kadar faşizmin semptomlarındandır. Çete hesaplaşmaları bir yandan belki bir zayıflık belirtisi gibidir. Ama diğer yandan da devletin dönüşümünün alametlerindendir. Bu dönüşüm halkın aleyhine bir sertleşme içerir.

İkinci değişim Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı’na getirilmesidir. Değişim sonrası Suriye ve Irak’ta savaşın dozunun arttırıldığı görünüyor. 1 Ekim Ankara bombalı saldırı sonrası Rojava’da savaş konsepti devreye sokuldu. Bu gibi savaş konseptleri, içeride şovenizm hortlatılarak faşizmin kendisini konsolide etme sürecinin bir parçasıdır.

Üçüncü önemli kabine değişimi ise Hazine ve Maliye Bakanlığı’nda gerçekleşti. Mehmet Şimşek’in bakanlığı devralmasıyla paralel olarak Orta Vadeli Program (OVP) açıklandı. Bu programla ve yeni bakanla hedeflenen şey, uluslararası ve milli sermayeye kur yapmak; bir yanıyla da ekonomik krizin bedelini halkın ödemesini sağlamaktır. Faizlerin yükseltilmesi, toplanan vergilerin arttırılması, emek politikalarında sermaye lehinde kararlar, ucuz işgücü vs. gibi uygulamalar artı değer üretimini arttırmaya yönelik rejimin hamleleridir. OVP’de işçi sınıfının lehine hiçbir karar yoktur. Vergi yükünün yüzde yetmişinin yoksulun cebinden çıkartılması hedeflenmektedir. Esnek çalışma saatleriyle işgücü yükünün sermaye lehine azaltılması da hedeflenmektedir. İşçi sınıfı bugün sosyal bir yıkım ile karşı karşıyadır.

***

İdeolojik hegemonyanın tesis edilmesi, kurumsal yapının içerisindeki yekvücut olma durumu, emek mücadelesine karşı baskıların fiili olarak uygulanmasının; yeni dönemde bunların meşru kılındığı ve uzun vadede sürekli olacağı yapısal bir dönüşüm hedeflenmekte.

Rejimin sahada kazandığını yeni bir anayasa ile taçlandıracağı bir biçim örgütlenmektedir. Son dönemde hukuk bağlamında Sivas davası olsun, Gezi davası olsun alınan kararlar aslında yeninin ne olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Bu yeni anayasa sermaye sınıfının bir güvencesi olarak, işçi sınıfına yönelik saldırıların yapısal olarak meşruiyet kazanmasıdır. İşçi sınıfının her türlü örgütlenmesinin önüne engel koyarak, milli güvenlik gerekçesiyle grevlerini yasaklayarak alınan yol; nihayete kavuşturulmak isteniyor. Kurulan rejimin işçiler üzerindeki denetiminin anayasal güvencesi olacak yeni bir anayasa önümüzde duruyor.

***

Faşizmin el yükseltmekte olduğu doğrudur. Ancak karşısında halkçı güçler de hareket halindedir. Türkiye’ye özgü Kürt Özgürlük Hareketi’nin direnci, kadın hareketinin ortaya çıkarttığı deneyimin yanında bugün faşizm ile çarpışmada doğrudan doğruya özne olarak işçi sınıfı da hareket halindedir.

Trendyol, Agrobay, Şireci fabrikası, motokurye direnişleri, DEDAŞ işçileri gibi birçok işçi direnişine tanıklık etmekteyiz. İşçi sınıfına yapılan her saldırıya karşı sınıf, kendi mücadelesini örgütlüyor. Bu da faşizmin kurumsallaşma sürecine bir engel teşkil etmektedir. Sendikaların içerisinde olduğu tasfiyeye ve grev yasaklarına rağmen, ekonomik taleplerle sınırlı da olsa; işçiler bir sınıf olarak direnişlerini sürdürmektedirler.

***

Sonuç olarak Türkiye’de faşizm kendini klasik biçimiyle göstermiyor. Faşizm bir karşı devrim sürecidir ve bu bağlamıyla işçi sınıfının devrimci bir hareket olarak iktidara henüz yürüyemiyor olması mevcut rejim biçimini klasik faşizm deneyimlerinden ayırır. Fakat bir süreç olarak baktığımız zaman, bu rejimin emekçilere yönelik tavrı klasik faşizm ile örtüşür. Nüanslar var. Yeni durum sınıfın çözülmesi ve parçalanması hedefiyle ortaya çıkmaktadır. Klasik biçiminden farklı, Türkiye’ye özgü yeni bir faşist rejim.

Güncel politikaya bakacak olursak; seçimlerin gerçekleşmesi, kabine değişiklikleri bağlamında iktidar koalisyonu içerisindeki yekvücut olma durumu, çete hesaplaşmaları, dışarıda ve içeride körüklenen savaş konsepti, ekonomi politikaları bağlamında işçi sınıfının sosyal yıkımı, sınıfın örgütlenmesi üzerindeki envaiçeşit baskı, toplumsal hareketlere yönelik baskılar ve bütün bunların üzerine yükselen yeni “sivil anayasa” hedefi bizlere, sermaye birikiminin güncel koşullara uygun, daha yoğun ve daha hızlı gerçekleşmesini hedefleyen rejiminin inşa sürecini göstermektedir.