6 Şubat Depremlerinin Açığa Çıkardığı Acil İhtiyaç: Demokratik Cumhuriyet

6 Şubat depremlerinde yıkımın en yoğun yaşandığı kentlerden biri olan Antakya’nın içinden, Antakyalı bir genç olarak, kendi tanıklığımın süzgecinden geçirdiklerimle kaleme alıyorum bu yazıyı.

6 Şubat depremleri hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı ve birbirine zıt birçok olağanüstü gelişmeye aynı anda gebe olan bir yol ayrımına getirdi ülkemizi.

Depremin yaşandığı ilk elli saate, göçük altında kalmış yakınlarına ilk müdahaleyi kendi olanaklarıyla yapan halkın ‘nerede bu devlet’ feryatları eşliğinde tanıklık ettik.

Nerede bu devlet? Bu feryat göçük altında kalan milyonların feryadı olarak, sessizliğin sesi oldu günlerce.

Komünistler, varoluşları gereği devlet organizasyonunu gayet iyi bilirler.

Devlet bir zor aygıtıdır. Askeriyle, ordusuyla, polisiyle, bekçisiyle, güvenlikçi politikalarıyla; bir avuç sermaye sınıfının çıkarlarını korumak için mevcudiyetini oluşturmuş bir örgütlülüktür. Zor aygıtını egemenlerin lehine ezilenlere karşı kullanmak için örgütlenmiş çoklu mekanizmaların örgütlülüğüdür.

Nitekim, depremin ilk saatlerinden itibaren, milyonların ‘nerede bu devlet ‘feryadına karşılık gelen devlet pratiği, devletin ne olduğunu kitleler nezdinde ayan beyan tüm çıplaklığıyla ayyuka çıkardı. Milyonların aynı anda deneyimleyerek öğrendiği, gözle görünür bir gerçeklik olarak karşımızdaydı devlet.

Devlet oradaydı. OHAL ilanıydı devlet. Online eğitim istemiyoruz diyen öğrencilerin karşısındaki güvenlik güçleriydi. Deprem bölgesine dayanışma için giden sosyalistlerin karşısına ceza sopasıyla dikilendi devlet. Enkazdan canını kurtaran halka ‘yağmacı şüphesiyle’ işkence ederken vardı devlet. Halktan halka dayanışmaya el koyan, devrimcilerin koordinasyon merkezine kayyım atayandı devlet. Çadırları, konserveleri, halkın temel ihtiyaçlarını halkın yardım parasıyla kara dönüştüren kurumların çatısıydı devlet.

Doğayı ve kentleri çarklar dönsün diye para politikaları uğruna sermaye gruplarına peşkeş çeken, yeşil alanları çılgın projeler adı altında talana açan, sit alanlarını, tarihi alanları

ganimet olarak görüp piyasaya açandı devlet.

***

İkinci dünya savaşı sonrası ekonomik yapının, devletler tarafından müdahale edilip bir derecede kamu çıkarlarınca düzenlemesinin, 70’lerden ve özellikle 80’lerden itibaren zayıflatıldığını görüyoruz.

Devletin neoliberal politikaları diyebileceğimiz; kamusal olanın tasfiye edildiği, özelleştirmelerin derinleştirildiği, halkın ekonomik süreçlerden bağımsızlaştırıldığı, eğitimden sağlığa bütün kamusal kazanımların sermayenin yönetimine terk edildiği

Özünde her şeyin metalaştırıldığı bir sürecin önü açıldı.

Bu süreç, David Harvey’in de sözüyle “yukarıdan, sermaye sınıfı tarafından emekçilere karşı ilan edilmiş bir sınıf savaşı”ydı.

Altını da kalın kalın çizmek isterim; bu bir savaştır. Temel insani ihtiyaçların piyasacılık anlayışıyla meta ambalajına sarılıp makyajlanarak kamusal olandan koparılıp özelleştirildiği, özelleştirilirken her şeyin şirketleştiği, “toplum değil birey” mottosuyla halka karşı açılmış sermaye sınıfının savaşı.

24 Ocak 1980 neoliberal kararlarının mimarı Turgut Özal’ın ayak izlerini takip ederek özelleştirme politikalarından şirketleşen Türkiye politikalarına sıçratan AKP neoliberalizmin sözcülüğüne soyunarak iktidara gelmişti. Türkiye’nin kendine özgün melez burjuvazisinin dünya emperyalist sistemine entegrasyonunu piyasacı ve günden güne kuralsızlaşan sermaye politikalarıyla inşaat sermayesinin başat olduğu yerel ve merkezi yönetimlerini bu amentüyle yeniden yapılandırarak iktidar koltuklarını tahkim edegeldi.

Geldiğimiz aşamada, Kızılay, AFAD gibi kurumların içinin boşaltılıp bir tabela kurum haline getirilerek şirketleştiği bu süreç yürütülen politikaların somut ürünü olarak karşımızda duruyor. Öyle ya, para kazandırmayacaklarsa neden varlar ki zaten?

Hal böyleyken, Kızılay, AHBAP derneğine 2050 çadır da satar, konserve de, insan kanı da. Ne gam! Ya ne yapacaklardı? Halka ücretsiz mi dağıtacaklardı? Üstelik bölgede bir devlet politikası olarak halkın zorunlu göçe zorlandığı bir durumda

***

Anımsadınız mı? Hani, 2017 Başkanlık Referandumu evvelinde,

“Devlet bürokrasisine takılmadan hızlı karar almak için yönetim sistemimizi değiştirmekten başka çaremiz yok diyordu” ya AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan. Devlet bürokrasisi başkanlık rejimi eliyle halka karşı ölümcül bir duvar oluşturmuş ve bölge halklarına büyük bedeller ödetmiş oldu.

Öyle ki kendi kurumları işlerliğini tümüyle yitirirken, başka ülkelerden dayanışmaya gelen arama kurtarma ekipleri bile Adana Havalimanında hangi ile gidecekleri noktasında üst kurum kararlarını beklerken bulmuştu kendisini.

Çadırlar deprem bölgesine ulaşmış ama ne var ki deprem bölgelerine akan dayanışmaların dağıtılması noktasında valilerden kaymakamlardan dağıtılma emri üç gün sonra verilmişti.

Ancak halk lehine işletilmeyen devlet kurumları tersi yerden, çok hızlı harekete geçebiliyordu. Depremin 23. günü, Defne Sevgi Parkı’nda bulunan sosyalistlerin, feministlerin, meslek odalarının koordinasyon merkezlerinin olduğu, halkın çadırlarını kurduğu yaşam alanlarına vali yardımcısı ve AFAD yetkilileri gelerek boşaltın burayı emri verebiliyordu örneğin.

Yerel yönetimler de aynı suç şebekesinin parçasıydılar. Birçok insanın ölümüne, verdikleri imar izinleri ile sebep oldukları depremin her dakikasında yaşamın içinde ifadesini buluyordu.

***

6 Şubat depremleri, 15 Temmuz sonrası açığa çıkan ve halihazırda süren devlet krizinin yaşandığı süreçte mevcut krizin içinde süreci derinleştirdi.

Zaten 15 Temmuz’da başlayan devlet kademelerini paylaşamama ve devleti ayakta tutma mücadelesi beraberinde başka krizleri doğurdu. Bu krizin zaten deprem öncesi somut yansımaları vardı. Taksim patlaması olsun, cinsel istismar davası olsun, devlet fraksiyonları didişme ve restleşme halindeydi.

Deprem bütün bunların üzerine geldi ve yaşanan durum onu derinleştirme ve yayma eğiliminde şekillenmiş oldu.

Öte taraftan ‘nerede bu devlet’ sorusu restorasyoncu bir zeminden de başka karşılıklara işaret etti. Halihazırda şu an kriz içerisinde olan devlet kurumların ana omurgasının aynı kalarak iyileştirilip onarılacağı bir restorasyon aklı da o enkazın altında tuz buz oldu.

Zira, söz konusu neoliberal çerçeveyi tehdit etmeyen bir ekonomik birikim modelinin Millet ittifakı tarafından açıklanan mutabakat metinlerinin gerçek yaşamda karşılığın olmayacağı da halkın deneyimleri ile açığa çıktı. Teknokrasiden vazgeçmeyeceklerini sözü geçen belgelerde zaten kendileri ilan etmişlerdi. Ancak, 6 Şubat’tan itibaren yaşananlar, çözümün asla ve asla restorasyonda değil, köklü değişim ve dönüşümlerde aranması gerektiğini, halktan halka dayanışma alternatifinin yaratıldığı günlerde açığa çıkmıştı bile.

***

Öyle ki, hepimize umut olan, tüm bölge halklarını hayatta tutan, ülke tarihinde görülmemiş bir dayanışmayı deneyimledik. Halk, kendi dayanışma konseptini bir özne olarak kendisi yarattı. Bütün halkta ortak bir ruh hali şekillendi.

Ülke genelinde sosyalistlerin, devrimcilerin, yurtseverlerin parti binaları, dernekleri, kültür sanat evleri, feministlerin mekanları, genel olarak ellerimizin uzandığı her mekan bir kriz ve dayanışma masasına dönüştü. Halk bu mekanlarla özleşti, yardımlar halktan halka doğru devrimcilerin koordinasyonunda iletilmeye başlandı.

Deprem bölgesinde ise koordinasyon merkezleri kuruldu. Bu koordinasyon merkezleri enkaza müdahale etmekten tutalım, erzak dağıtım, beslenme, barınma, sağlık gibi ihtiyaçların çözümüne kadar geniş dayanışma ağlarınca örülmüş oldu. Koordinasyon merkezleri etrafında şekillenen geniş gönüllü çevreleri, devrimcilerle birlikte koordineli çalıştılar. Çalışmaya da devam ediyorlar.

Kadın hareketinin özneleri, bölgede bulunan kadınlar ile dayanışmayı güçlendirdiler. Ekoloji hareketinin özneleri, eko-kırımdan tutalım asbestin yaratacağı halk sağlığı problemine karşı mücadeleyi büyütüyorlar. Hayvan aktivistleri, enkaz altında kalan hayvanların kurtarımına, dışarıda kalan hayvanların beslenmesine ve sağlıklarına ilişkin çalışmalarda bulundular.

İşçi sınıfı bu gönüllü ağların da devrimcilerin koordinasyon merkezlerinin de can damarıydı. Maden işçileri, inşaat işçileri enkaza müdahalede, sağlık emekçileri yaralılara ve göçük altından çıkanlara müdahalede, motokuryeler erzak taşımada, eczacılar ilaç temininde canla başla çalıştılar.

Özcesi, 6 Şubat depremlerinden evvel, hareket halinde olan halk güçlerinin özneleştiği bir dönemin kapıları açıldı. Açılıyor. Ve eskisinden farklı olarak devrimcilerin kazandığı itibarla, sosyalist solun her geçen gün halk nezdinde meşruiyetinin güçlendiği bir zeminde özneleşme yaşanıyor. Kitle kanalları genişliyor.

***

İçerisinde bulunduğumuz çürük gidişatın sürdürülemeyeceği halk tarafından görüldü, görülmeye de devam ediyor. Bu gerçeğin siyasal alternatiflerini yaratmak ise biz sosyalistlerin görevi. Topluma somut bir alternatif sunmalıyız. Bu doğrultuda mücadele hattının inşası için de yıkılan kentlerin inşası için de bir perspektife ihtiyacımız var.

İşte bu perspektif demokratik cumhuriyet perspektifidir. Ve bugün gelinen noktada, demokratik cumhuriyetin inşası yaşamsaldır.

6 Şubat depremlerin içerisinde yaşadıklarımızdan hareketle, valilikler ve kaymakamlıklar kaldırılmalıdır talebi tam da bugünün en yakıcı ihtiyaçlarındandır.

Yerel inisiyatiflerin önü açılmalı, halk meclisleri inşa olmalıdır.

Geniş gönüllü ağlarının siyasal yapılarla koordinasyonu, siyasal aygıtlarla buluşmalıdır. Bunlar yerel ve genel meclislerdir. Halk konseyleridir.

Demokratik Cumhuriyet, kaynakların ve halk örgütlenmelerinin, halkın yararına siyasal örgütlenmesidir.

Kamusal kaynakların halkın çıkarları çerçevesinde kullanılması, ne şekilde kullanılacağına halkın kendisinin karar vermesidir.

Halk olarak, halkla birlikte çözümü birlikte yaratmaktır.

Demokratik Cumhuriyet, başta işçi sınıfı, kadınlar ve ekolojistlerin, yani toplumsal dinamiklerin, kendisi olarak kendisi için çözüm arayışlarının güvencesidir.

Nesnellik bize Demokratik Cumhuriyeti işaret ediyor. Yıkılan kentleri yeniden inşa edeceğiz iddiamızda bu inşayı Demokratik Cumhuriyet ile taçlandırabiliriz.

Yolumuz geleceği bugünden inşa etmek olmalıdır. Halktan halka dayanışma ağının, bir mücadele hattına dönüştürülmesini hedeflemek önümüzü açacaktır.