Bir Yıkım Stratejisi Olarak Şeyleşme ve Karşı Stratejiler

Kapitalizm yıkıcı bir sistemdir. O yıkıcılığını, devlet ve sermaye denilen toplumsal ilişki ortaklığından alır. Yıkım, insanın emek zamanının sermayeye dönüştürülmesi için gerçekleştirilir. Zamanın sermayeye dönüşümü aynı zamanda yıkımın kendisidir de. Onun “yaratıcılığı” insana ve doğaya içkin her şeyin yıkılmasında kendisini gösterir. Yıktıkça var olabilir. İşçinin, emekçinin, yoksulun, kadının ve doğanın kanından beslenir.

O bir enkaz düzenidir. Yoksul enkaz altında kaldıkça yeni rantlar için kolları sıvar, salyaları akar. Sözgelimi her yeni rant alanının inşaatında kaç kişinin öleceği önceden hesaplanır. Burada insan sayılardan ibarettir. İş cinayetleri, kadın cinayetleri yıllık ortalama ne kadar olacağı bilinir; düzen onların canı üzerine inşa edilmiştir. 

Kapitalizm sürekli bir keşif halindedir. Yeni rantlar, yeni pazarlar, yeni ham maddeler, yeni coğrafyalar… Bu keşif hali doğanın üzerinde bir tahakkümdür. Buzullarda aranan petrol, madenler için katledilen ormanlar, oteller için yakılan ormanlar… Hepsi onun kendini var edebilmesi için zorunluluktur. Yıkım aynı zamanda doğanın da üzerine bir karabasan gibi çökmüştür.

Kapitalizmin temelini oluşturan serbest piyasa “dünyası” ve bu soyut dünyanın, fiziksel bariyerleri görmezden gelerek, varsaydığı sınırsız meta “kaynağı”; doğal kaynakların saf kâr elde etme alanı olmasında ve insan ilişkilerini bu bağlamda belirlemesinde kendini gösterir. Bu bağlamıyla kapitalizm aynı tümöre benzer. Nasıl ki tümör sürekli yayılma eğilimindedir ve ölümcüldür, kapitalizm de öyledir. 

***

İçerisinde yaşadığımız sistemi anlamak istiyorsak, onu yaratan ilişkileri incelememiz gerekir. Marx’ın da kapitalizmi incelerken ortaya koyduğu yapıtında işe meta incelemesi ile başlaması tesadüfi değildir. Çünkü insanlığın geldiği bu aşamada, meta-yapısı ilişkilerinde tıkanmayan hiçbir problem yoktur. Bu bağlamıyla meta incelemelerimiz yalnız başına bir iktisadi inceleme olarak ele alınmamalı, kapitalist toplumun bütün yönlerini etkileyen bir ilişkiler bütünü olarak ele alınmalıdır.

Kapitalist toplumu önceki toplum biçimlerinden ayıran en önemli özelliklerinden biri de buradadır. Önceki toplum biçimlerinde gerçekleşen meta-mübadelesi ilişkisi, çağcıl kapitalist toplumda meta-fetişizm karakterine bürünmüştür.

Kapitalist toplumda işçinin işgücü metaya indirgenir. İşçi işgücünü kapitaliste satar, emek ürünleri kapitaliste ait olur. Bu durumda işçinin işgücü kendi gözünde bile ona ait bir meta haline gelir ve dolayısıyla, etkin varlığının, türsel ve sosyal varlığının kendisini gösterdiği süreç olan kendi faaliyetine, emeğine, yabancılaşır.

Kapitalizm öncesi toplum biçimlerinde metaların mübadele ilişkisi, toplumun yaşamını bütün yönleriyle bu denli etkileyememişti. Fakat kapitalist toplumsallaşma ile birlikte meta yapısı değişmiştir. Bu durumda insanlar kendi ihtiyaçları doğrultusunda metaları birbirleriyle doğrudan değiş tokuş ederek sürdürmekten ziyade, metalara, onların kullanım değerinden bağımsız olarak atfedilen mübadele değerleri üzerinden meta dolaşımını sürdürmeye başlamışlardır. Bununla ilintili olarak, metalar mübadele değeri temelinde önem kazanmıştır. Bu da beraberine saf kâr elde etme eğiliminde bir sistem şekillendirmiştir.

Mübadele değerinin önem kazanmasıyla metanın niceliği önem kazanmıştır: Daha fazla meta, daha fazla kâr! Nitelik burada önemini büyük oranda yitirmiştir. Marx’ın da deyimiyle; “Zaman her şeydir, insan ise hiçtir. Nitelik artık önemli değildir, nicelik önemlidir.” Özünde bu sistemde nitelik niceliğe indirgenir. Her şey bir “şey” halini alır.

Kapitalizm mekanik bir sistemdir. Bu mekaniklik makineleşme ile sınırlı kalmaz, insanı da mekanik bir hale getirir. Mekanik sistem içerisinde mekanikleşmiş kişiler, uzmanlaşmış emeğin, iş bölümüne dayalı emeğin ürünü olarak yaratıcılıktan kopartılmıştır. İnsan burada sürekli üretim-sürekli tüketim zincirinde çarkın bir parçası haline gelmiştir. Burada söz sahibi kişiler değildir. Zaman akar, insanın var oluşu yalıtık bir parçacığa indirgenirken ve sisteme yem edilirken, seyretmek dışında bir şey yapılamaz.

Üretim için makine kullanımı ve alet kullanımı arasında çok temel bir fark vardır. Alet, insanın uzantısıdır. İnsan, kendi kafasında yarattığını alet aracılığıyla hayata kazandırır. Üretim tarzı işgücüne dayalıdır. Fakat makine öyle değildir. Burada insan makinenin uzantısıdır. Üretim tarzı emek aracına dayalıdır. İnsan, iş makinesinin hareket gücünü sağlamaktan öteye gidemez. Yaratıcılığın yitiminin bir diğer boyutu da budur.  Makine sistemi olarak kapitalizm, mekanik, seri üretim ve uzmanlaşmış emek boyutuyla, insanı, bir ömür bir kot pantolonun sağ cebini dikmeğe zorlar.

***

Kapitalizmin gücü, her şeyi metalaştırabilmesindedir. Fakat aynı zamanda bu metalaşma süreci, o çok yaygın ifadesiyle “kendi mezar kazıcısını” da beraberinde doğurur. İşte o mezar kazıcılar proletarya dediğimiz sınıfın kendisidir. Proletarya işgücünden başka satacağı hiçbir şeyi olmayan, yaşamak için işgücünü satmak zorunda olanlar sınıfıdır. Kapitalizmin iki temel sınıfı, üretim araçlarına sahip mülklüler ve yaşamak için işgücünü satmaktan başka çaresi olmayan mülksüzler.

İşgücü dendiği zaman, insanın canlı varlığında mevcut olan ve onun herhangi bir kullanım değeri üretirken kullandığı yeteneklerinin bütününü anlıyoruz. Ancak kapitalistin işgücünü piyasada meta olarak bulabilmesi için, kimi koşullar yerine gelmiş olmalıdır. İşgücü ancak, kendi sahibi tarafından meta olarak satışa sunulduğu takdirde piyasaya çıkabilir. Diğer bir koşul ise işgücü sahibi, içinde kendi iş gücünün maddeleştiği metaları satacak durumda olmayıp, yalnızca kendi varlığında mevcut bulunan işgücünün kendisini meta olarak arz etmek zorunda olmalıdır. Bir kişinin kendi işgücünden başka metalar satabilmesi için doğaldır ki üretim araçlarına sahip olması gerekir. Kapitalist burada üretim araçlarına sahiptir; işçinin işgücünü satın alarak, işçinin ürettiği ürünlere el koyar.

İşçi sınıfının gücü ise, metalar ile kurduğu organik ilişkisindedir. O, işgücünü sermayeye dönüşmesi üzere kapitaliste satabilir. Ancak sınıf, varlık sebebini, onu yaratan ilişkileri ortadan kaldırmaya da yazgılıdır. İşçi sınıfı işgücünü metalaştırabildiği ve kapitaliste satabildiği için işçi sınıfıdır. Ama aynı zamanda bu sınıf, aslında onu yaratan, emeğin işgücüne dönüştürebilmesine karşı da direnir. İşgücünün metalaşması sürecinin ortadan kaldırılması bu bağlamıyla kendisini de ortadan kaldıracaktır. İşçi sınıfının devrimci bir sınıf olarak ortaya çıkışı bu yüzdendendir.

Sermaye sistemi, devlet ortaklığı ile muazzam bir sömürü aracıdır. Başta da belirttiğimiz üzere insanın faaliyetinin yabancılaşma sürecini de göz önünde bulundurursak; proletaryanın devrimci misyonun bir diğer sebebi, halihazırdaki sömürü ve yabancılaşmadan kurtulma istenci ve bunla bağlantılı olarak var olan mevcut üretim ilişkilerine karşı direnç oluşturmaya olan zorunluluğudur.

Sermayenin birikim süreci ve sürekli kâr oranlarını artırma eğilimi, sınıf üzerindeki tahakkümü üzerinde yükseldi. İşçilerin işgücünün metalaşması üzerinden yaratılan artı değer sömürüsü, bir tarafta muazzam bir kapitalist zenginlik yaratırken diğer tarafta ise muazzam bir yoksullaşma dalgası yarattı. İşçiler üretim araçlarından koparılırken, ürettiği ürüne dair olan özgül haklarından dahi kopartılırken; mülk bir avuç azınlığın elinde toplandı. Sermayenin bu mülksüzleştirme eğilimi işçi sınıfını devrimci yapan diğer bir yönünü açığa çıkardı: üretim aracı olmadığından işgücünü satmak zorunda olması ve bununla beraber kendisinden kopartılanı geri almak zorunluluğuyla mülkiyete dayalı bir sınıf çıkarı.

Bu bağlamıyla, üretimle ve metalarla kurulan organik ilişkiler bağlamında proletarya, kendisi gibi olanların çıkarları bağlamında ortak hareket etme kabiliyetiyle, mülksüzlerin kaderlerini belirleyecek ve yeni bir toplumsallığı yaratacak yegâne sınıftır. Yani devrimci öznedir.

***

Sermayenin sömürüyü yoğunlaştırdığı kimi mekanları olmuştur elbette. Fabrikalar ve işyerleri örneğin. Fakat bugün gelinen aşamada sömürü hayatın her alanına kadar nüfuz etmiştir. Metalaşma süreci hayatın her alanındadır. Yaşamın her alanı, her yeri mevcut ekonomik modelin bir parçası haline gelmiştir. Hatta daha da ileriye giderek, doğaya ve yaşama dair her şey kapitalist saldırı altındadır.

Egemen olduğu ilk andan bu yana, sermaye, bir birikim yöntemi olarak elbette artı değer sömürüsünü kendisine bir yol bellemiştir. Ama sadece o değildir. Bunun yanında mülkiyete dayalı çıkar doğrultusunda el koyma yöntemine de sık sık başvurmuştur. Örneğin üretim araçlarına el koymak gibi. İktidar ve devlet aygıtı kullanılarak, alt sınıflar ve ezilenlerin üzerine muazzam bir baskı kurularak ve güç kullanarak bu süreç ilerlemiştir. Irksal çelişkiler, kültürel çelişkiler bu politikalarla var olmuştur.

Emek ve sermaye arasındaki çelişkinin yanı sıra burada sistemin pragmatik bir biçimde başka çelişkileri de kullandığını görmek zor değil. Kadınların üzerindeki patriyarkal tahakküm, doğanın üzerindeki tahakküm, sömürge politikaları üzerine yükselen ırkçılık, farklı cinsel kimlik ve yönelimler üzerindeki tahakküm, geleceği çalınan gençlik vb. Bunların hepsi kapitalizmin kuşatması altındadır.

Tabii ki bu kuşatmaya karşı, her bir toplumsal dinamiğin kendisi olarak kendisi için sokaktaki hareketliliği de kaçınılmaz oluyor. Ekoloji hareketi, kadın hareketi, gençlik hareketi vb. bunların her biri antikapitalist hareketlerdir. Kendi kurtuluşları için kapitalizmin yıkılması mutlak zorunluluktur. Ama bu hareketlerin kapitalizmi yıkabilmeleri mümkün değildir. İfade ettiğimiz üzere kapitalizmin doğası gereği onu yıkacak özne proletaryadır. Proletarya yıkıcılığını kapitalist sistemin üretim sürecinde uzlaşmaz çıkarlara sahip olmasından alır. Fakat bu durum antikapitalist hareketleri de önemsiz kılmaz. O hareketler direniş ile kurdukları bağlar dolayısıyla son derece dinamiktirler ve ayrıca direniş öğreticidir. Bundan dolayıdır ki bu hareketlerin işçi sınıfı ve işçi sınıfı hareketleri ve örgütlenmeleri ile bağ kurmaları gerekir. Proletarya kendi yıkıcı potansiyelini geliştirmek için anti-kapitalist hareketlerle ilişkilenmelidir. Ki, günümüzde işçi sınıfının ulaştığı toplumsallaşma düzeyi düşünülecek olursa, zaten o hareketlerinin kitlesinin çoğunluğu da işçilerden oluşmaktadır.

Merkezde işçi sınıfı hareketi, çeperinde sınıfla bağ kurmaya yazgılı antikapitalist örgütlenme.

Elbette ki bu antikapitalist örgütlenmeler kendi bağımsız örgütlenmelerini kurabilirler. Bu örgütlenmeler toplumsal dinamiklerin özneleşmesini ve devrimcileşmesini sağlayacaktırlar. Halkın özneleşmesi, toplumsal özgürleşmenin en önemli koşuludur. Halkın devrime katılmasının da bir yöntemi olabilir. Kendisi olarak kendisi için mücadele eden toplumsal dinamiklerin yıkıcı güce kavuşmasının da tek yolu yukarıda ifade ettiğimiz üzere işçi sınıfı ile kurduğu bağdır. Bu aynı zamanda hareketlerin mevcut sisteme içerilmemesinin de mutlak ön koşuludur.

***

Devlet egemen sınıfların sopasıdır. Kapitalist toplumda burjuvazinin sopasıdır. Alt sınıflar üzerinde yukarıdan bir tahakkümdür. Tahakküm sadece çıplak şiddet ile de kurulmaz. İdeolojik bir kuşatma da vardır. Bütün aygıtlarıyla halka gözdağı verilir, her gün. Medya, polis, abluka, eğitim… Her biri ideolojik birer sopadırlar. Her biri sistemin çıkarınca dizayn edilir ve ortak bir çıkara hizmet eder. Egemenlerin egemenliğini devam ettirebilmesi için, meşruiyetlerini sağlayabilmeleri için vardırlar.

Bu ideolojik ablukayı yıkmanın da en önemli yöntemi işçi sınıfının kendi ideolojik mücadelesidir. Birçok mücadele alanı vardır evet ama bu mücadele alanı da oldukça önemlidir. Sermaye, bilgiyi ürettiği üretim araçlarına sahiptir. Sınıf oradan da koparılmıştır ve her gün onlarca manipülasyonla karşı karşıya kalır. Buna karşı en etkili mücadele aracı eylemi olacaktır, ideolojik yeniden örgütlenmesi olacaktır.

Marx ve Engels’in külliyatı ve ortaya koydukları ideoloji, işçi sınıfının yeni bir toplum; sınıfsız, sömürüsüz bir toplum tahayyülünün önünü açar. Onların ufkundaki topluma erişebilmeleri için gerekli yöntemi ortaya koyar. Yukarıdan düşünce tarihi yazımındaki, egemenlerin egemenliklerini meşrulaştırma yöntemleri üzerine kurulu siyasal düşünce tarihi yazımını aşarak işçi sınıfını özne kıldığı bir düşünce yazımı onlar tarafından ortaya konmuştur. Marx’ın sistemleştirdiği felsefe yıkıcı ve yaratıcı bir felsefedir. İşçi sınıfı eskiyi yıkacak yeniyi yaratacaktır.

İşçi sınıfının partisinin en önemli misyonlarından biri de ideolojik bir birikimin üzerine inşa olmasıdır. Tarihteki deneyimler, içerisinde yaşanılan sistemin analizi, tarihten çıkarılan dersler, sorumluluklar, görevler, yöntem, paradigma; ideolojik bir birikimin işçi sınıfı ile buluşmasının bir aracıdır.