Erdoğan Yüzünü Batı’ya “Döndü”

Seçimlerin ardından “merak edilen” konulardan biri de Erdoğan’ın dış politikada izleyeceği politikalar. Özellikle son 10 yıldır dışarıda izlediği “hızlı” ve değişken politikalarla gerek ümmetin gerekse de muhaliflerin başını döndüren Reis’in yeni dönemde de benzer bir tavır içinde olması “beklenen” bir gelişme. Geçen günler ise hız ve değişkenlik kısmında “beklentilerin” karşılandığı gösterirken odaklanılan zeminde kısmi değişiklikler olacağına da işaret ediyor. 

Kazanımlar 

2000’li yılların sonunda dile getirilmeye başlanılan ve 2010’lu yılların başlangıcından itibaren bolca kullanılan “eksen değiştirme” kavramıyla Türkiye’nin dış politikada “geleneksel” çizgisinden çıkabileceği ve hatta çıkması gerektiği tartışılmaktaydı. Türkiye’nin ABD’nin dünya çapındaki hegemonyasının azalmasından faydalanarak “ulusal çıkarları” doğrultusunda bir politika izlemesi gerektiği düşüncesi AKP/Erdoğan iktidarı tarafından söylenmiş ve bugün de farklı söylemlerle ifade edilmeye devam ediliyor.  

Bu düşünce ve söylem altında yatan nedenlerin başında ise Türk burjuvazisinin ihtiyaçları gelmekte. AKP/Erdoğan iktidarının ilk yıllarında, ABD ve AB’nin de desteğiyle, büyük oranda pürüzsüz bir şekilde hayata geçirilen neoliberal politikalarla Türk burjuvazisi önemli bir sermaye birikimi sağladı. Bu birikimin yeni pazarlara ve kaynaklara ihtiyaç duyması ise AKP/Erdoğan iktidarının dışarıya yönelmeye zorladı. Bu zorlamanın “Arap Baharı” ile çakışması ise iktidara hem burjuvazinin sermaye birikiminin ihtiyaçlarını gidermesini sağlama hem de “İslami” söylemlerle ülke içerisindeki iktidar alanını derinleştirmesine ve genişletmesine imkân tanıdı. Diğer yandan ABD’nin hegemonik gücünde yaşanan eksilmeden dolayı bölgedeki gelişmelerle ilgilenme işini “vekilleri” ihale etmesi de AKP/Erdoğan iktidarının önünü açtı.  

Bugüne kadar gelen bu süreçte AKP/Erdoğan iktidarı Suriye, Irak ve Libya’da ciddi sayıda cihatçıyla savaş gücü, büyük bir alan hakimiyeti ve dolayısıyla yeni pazarlar elde etti, Doğu Akdeniz’de kısmi ama önemli bir konum kazandı, Karabağ ve Ukrayna’da silah sanayi üzerinden yeni bir birikim alanına giriş yaptı ve Katar ile Somali’deki askeri üsler üzerinden de bölgeye nüfuz etme imkânını edindi.  

Kısa ve orta vadede elde edilen bu kazanımlar, geçmişteki birikim düzeyinin ihtiyacını önemli oranda karşılamış durumda. Ek olarak kazanımlar içinde bulunulan tarihsel koşullar için de ciddi sayıda avantajları barındırıyor.  

Maddi ve “İdeolojik” Güç 

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle küresel ve şiddetli bir zemine sıçrayan günümüzdeki hegemonya mücadelesi, bölgesel güçler için riskler kadar yeni fırsatlar sunuyor. Ve fırsatlardan yararlanmak için de büyük oranda maddi güce (ve “ideolojik” güce de) sahip olmak gerekiyor.  

Maddi güç ise oldukça çeşitli bileşenlerden oluşuyor: Oluşan sürekli savaş haline doğrudan müdahale edebilmek için “paralı” ve paramiliter gruplar, çeşitli silahların sürekli ikmalini sağlayabilecek silah sanayisi, hakimiyet altına alınan bölgede piyasayı oluşturabilecek ve inşayı gerçekleştirebilecek sermaye grupları ve bu maddi güçleri sürekli ve hızlı bir şekilde hazır ve nazır edebilecek jeopolitik bir konum.  

Maddi gücü oluşturan bu bileşenlerin hepsine önemli oranda sahip olan Türkiye’de AKP/Erdoğan iktidarı, seçimlerle birlikte “ideolojik” gücü de tahkim etti. İslami ve Osmanlı’ya atıflı söylemlerle başlatılan süreçte kimi zamanlarda yapılan Türkçü eklentilerle son şeklini “millilik” adı altında alan iktidarın “asabiyeti”, ideolojik gücün sürecin başındaki gibi “dışarıdan” değil “içeriden” sağlanacağına işaret ediyor. Dolayısıyla seçim “zaferiyle” içeride yükseltilecek “milli” politikalar, “dışarıdaki” politikalar için oldukça hayati bir öneme sahip. 

Neden Şimdi? 

Hem maddi hem de ideolojik olarak “yeterli” güce sahip AKP/Erdoğan iktidarının, seçimlerden sonra (pek de “beklenmeyen” bir şekilde) odaklandığı zemini “Doğu”dan “Batı”ya çevirdiği görülüyor. Ağız dalaşlarının yapıldığı Yunanistan’la başlayan görüşmeler, Karabağ’da yenilmesine çalışılan ABD yanlısı Paşinyan ile kurulan temaslar, Rusya’nın uyarılarına rağmen Azov birliklerinin komutanlarının Ukrayna’ya geri verilmesi, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmelerinin kabul edilmesi gibi gelişmeler iktidarın çubuğu önemli bir oranda Batı’ya büktüğüne işaret ediyor. 

Çubuğun bükülme zamanı hamlenin en az kendisi kadar önem arz ediyor. 2016’daki darbe girişiminin ardından dış politikada Batı odaklı politikalarını kısmen azaltarak özellikle Rusya odaklı politikalara ağırlık veren AKP/Erdoğan iktidarı, Trump yönetiminin da açtığı alandan da faydalanarak “özerk” bir alan kazanmıştı. Biden yönetimiyle de benzer bir ilişki kurarak bu alanı genişletme isteği reddedilince AKP/Erdoğan iktidarı, “Doğu”ya yaslanarak alanını konsolide etmeye yönelmişti. Bu süreçte ABD ve AB’nin kısmi güç yetersizliği ve Rusya’ya hamle yapmaya yoğunlaşmaları ile Erdoğan’ın da bağı koparmamak adına ve yaptırımlardan dolayı “Batı”yla yaptığı uzlaşmalar iktidarın bu yönelimini sürdürebilmesini sağladı. Fakat Rusya’nın Ukrayna’yı işgali süreciyle başlayan ve ABD-Çin eksenindeki geriliminin şişeden çıkmasıyla yeni bir zemine çıkan hegemonya mücadelesinin sunduğu olanak ve fırsatlar, yönelimin ve odaklanmanın değişmesi gerektiğine işaret ediyor. 

Askeri alanın ön planda ve ağırlıkta olduğu bir süreçle başlayan ve devam eden hegemonya mücadelesine, tedarik zincirine ve de-dolarizasyona yönelik hamlelerle ekonomik alan da dâhil olmakta. Ekonomik alanda verilecek savaşım, aktörlerin ekonomik güçlerini büyütmelerine veya krizlerine ilaç olmasına fırsat tanıyor. Dolayısıyla ülke içerisinde halkın büyük çoğunluğunu açlığa mahkûm etmesine ve ekolojik talanı katliama seviyesine çıkarmasına rağmen birikim sürecinde sınırlarına varmış olan Türk burjuvazisi için özellikle “Batı”nın sunacağı fırsatlar hayati önem taşıyor. Yapısı büyük oranda Batı’ya bağımlı ve “uyumlu” olan Türk burjuvazisinin kısa ve orta vadede bu fırsatlardan yararlanma gerçekliği de oldukça yüksek. Buna karşın yeni ve “karşıt” bir yapılanmanın adımlarını atan “Doğu”nun sunacağı fırsatlar ağız sulandırıcı olsa da Türk burjuvazisinin alışık olmadığı “cesareti” ve “girişimi” gerektirdiği için göz ardı edilebilir durumda. Fakat fırsat bulunduğunda Türk burjuvazisi ve AKP/Erdoğan iktidarı “Doğu”nun sunduğu fırsatlardan yararlanmaktan imtina etmeyecektir. Yararlanmanın ölçüsünü ise elde edilecek fırsatın değerinin “Batı”dan yenilecek sopaya değecek olup olmamasına bağlı olacaktır. Dolayısıyla hem AKP/Erdoğan iktidarı hem de Türk burjuvazisi için kısa dönemde “Batı”nın özellikle ekonomik alanda sunacağı fırsatlara odaklanmak çok daha önemli ve “değerli”. 

“Batı” ekonomik alanda olduğu kadar asker alanda da fırsatlar sunuyor. Türkiye’nin askeri alanda yaptığı hamlelere çoğu zaman ses çıkarmayan ve bazen de “endişe duyan” Batı için bu güç “kullanışlı” olabilir. Ukrayna’ya yığılan onca askeri güce rağmen Rusya’ya geri adım attırılamaması, Çin’i kuşatmaya yönelik hamleler, Rusya ve Çin’in Orta Doğu’da kazandığı alanlar gibi konularda Türkiye’nin askeri ve operasyonel gücü önem kazanabilir. Örneğin Ukrayna’da ve Rusya’nın özerk “Müslüman” ülkelerinde Moskova’ya ve Doğu Türkistan’da Pekin’e karşı “kontrolden çıkmış” kimi cihatçı güçler kullanılabilinir. Buna ek olarak Orta Doğu ve Afrika’daki Türk üsleri son zamanlardaki “Batı karşıtı” askeri darbelere karşı hem önleyici hem de müdahale edici gücü sağlayabilir. Bu bağlamda Batı’ya yakın Rusya’ya uzak, Erdoğan’ın “kara kutusu”, ülke ülke dolaşmaktan dışişleri koltuğuna oturamayan Hakan Fidan ise yapılacak hamlelerin “güvenli” ellerde olması ihtiyacını karşılayabilir. 

Riskler? 

“Batı”nın askeri ve ekonomik alanda sunduğu fırsatlar, iktidar ve burjuvazi için olumlu olduğu kadar “olumsuz” hayati nitelikler de taşımakta. 

Ekonomik alanda “Batı”ya olan kısmi “bağımlılık”, Türkiye’yi hammadde kaynağı ve ucuz emek-gücü deposu haline getirerek önce yarı-sömürge sonrasında da tam bir sömürge olmasına yol açabilir. Halihazırda Batı merkezli şirketlerin Anadolu’nun dört bir yanını talan etmesi, iki-üç milyar Euro’ya Türkiye’nin göçmenlerin bekçisi ve dolayısıyla ucuz emek deposu haline getirilmesi sömürge olma olasılıklarının “yüksek” olduğuna işaret ediyor.  

Askeri alanda yapılacak hamleler de benzer riskler taşımakta. AKP/Erdoğan iktidarı, Rus atasözünde söylendiğinin aksine “camdan eve” sahip olmasına rağmen “taş atılan yerde” katkısını eksik kalmıyor. Bu durum zaten çatlak camları olan evin çeşitli yönlerden gelebilecek bir taş yağmuruna maruz kalmasına neden olabilir. Ve taş yağmuru sadece evin yıkılmasına değil, evin arazisine irili ufaklı “kaçak yapıların” inşa edilmesine de olanak tanıyabilir.  

AKP/Erdoğan iktidarı ile Türk burjuvazisinin hem ekonomik hem de askeri alanda yürüttükleri dış politikada çubuğu “Batı”ya bükmelerinin nedenlerini kendi “hayati” çıkarlarını belirliyor. Ama sonucunu kendilerinden çok kapitalizmin kriziyle bağlantılı küresel hegemonya mücadelesindeki süreç içerisinde gerçekleşecek olaylar belirleyecek. Bir de halkların mücadelesi.