Faşizme Karşı Sovyetler’in Büyük Zaferi

 

 

91. Gönüllü Denizciler Birliği’nden

Sovyetler Birliği Kahramanı

Deniz Piyade Er Aleksandr Matveyeviç Matrosov[i]’un Anısına

 

Giriş

Berlin’de Reichstag üzerine dünya işçi sınıfının emeğinin biricik sembolü kızıl bayrak dikildiğinde takvimler 30 Nisan 1945 tarihini gösteriyordu. Kızıl Ordu birlikleri Berlin’i ablukaya almıştı ve çok geçmeden Adolf Hitler sığınağında kendi yaşamına son vermişti. Geçen 8 günlük muharebe sonrası Nazi Almanya’sı yenilgiyi kabul ederek Moskova saatiyle 9 Mayıs 1945’te kapitülasyonları imzaladı. İşte o gün tüm dünya halklarına Kızıl Ordu ve SSCB halklarının yüksek gayretleri sayesinde bir zafer armağan edilmiş oldu.

Hitler faşizminin tarihe gömüldüğü bu kanlı savaşın çıkacağı daha 1920’lerde Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşının sonucunda imzalanan Versay Antlaşmasının koşullarından ve Almanya’da yükselen şovenizmden kendini belli ediyordu. Aynı dönem Sovyetler’in kuruluş temellerini atan iç savaş neticesinde tahrip olmuş bir enkaz vardı. Kısacası Bolşevikler Çarlık’tan bir enkazı devralmıştı ve kısa sürede toparlanıp merkez kapitalist ülkelerle yarışacak bir seviyeye gelmesi gerekiyordu, aksi takdirde Paris Komünü gibi örgütlü burjuvazi tarafından ezilip geçilirdi. Bu hususa dikkati çeken Stalin hiçbir muğlaklığa yer bırakmayacak şu sözlerle durumu ifade ediyordu: “Gelişmiş ülkelerin 50-100 yıl kadar gerisinde bulunmaktayız ve bu farkı on yılda kapatmak zorundayız. Ya başaracağız ya da bizi ezecekler” (Stalin, 1931). Bunun bilincinde olan Sovyet hükümeti halk örgütlenmesini ve ağır sanayi hamlelerini tamamen sosyalist ülkenin inşası ve gelecekte kapıya dayanacak olan savaşa hazırlık olarak planlamıştı. 1932 tarihinde Fransız Le Temps gazetesi “SSCB yabancı sermaye desteği olmadan ülkesini sanayileştirerek birinci raundu kazandı” başlığını atarak burjuvazinin ülkede tasfiyesini ve kollektifleşmenin başarısını kendilerine itiraf ediyordu. Bu bizim için başarı ancak onlar için bir tehditti elbette.

Sovyetler’in Kuruluşu ve Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı

Lenin eserlerinde dünya savaşlarının suçlusunun emperyalizm olduğunu söyler. Hem Birinci hem de İkinci Dünya Savaşlarına yol açan, kapitalizmin gelişiminin en yüksek aşaması olan emperyalizmdi. Bu nedenle de Marksizm perspektifinde bu savaşlar birer paylaşım savaşı olarak adlandırılır ve her ikisi de çeşitli emperyalist güç grupları arasındaki bir çatışma olarak başladı. Dahası, ilkinde sosyalist devletler yoktu ve bu nedenle bazı politikacıların ve tarihçilerin iddia ettiği gibi İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşının sorumlusu SSCB değildi ve olması da barışçı sosyalist politikalara ters düşüyor. Tarihi tahrif ederek Sovyetler’i küçük düşürmek istemelerinin yegâne amacı bu büyük zaferi hafızalardan silmek istemeleridir. Zira İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sadece faşizmin ininde yok edildiği bir savaş değil, aynı zamanda kapitalizme karşı sosyalist uygarlığın kazandığı ihtişamlı bir zaferdi. Bu zafer sadece cephelerde değil aynı zamanda üstün diplomatik becerilerle masada da kazanıldı.

1914’ten 1918’e kadar iki emperyalist devletler bloğu arasında meydana gelen uzun süreli kıyım, 1917 Şubat Devrimi sırasında Rusya’da çarlığın düşmesine yol açtı. Bununla birlikte, devam eden savaş ve büyüyen ekonomik kriz bağlamında gerçekleştirilen demokratik reformlar, nüfusun çoğunluğuna gerçek faydalar sağlamadı, sadece burjuva demokrasisi fikrinin kendisini işçi ve köylülerin gözünde itibarsızlaştırdı. Hem onlar hem de diğerleri savaştan bıkmıştı ve bu sermayedarların servetine servet katan savaşın zaferiyle ilgilenmiyorlardı. Bu nedenle, başarılı Şubat Devrimi’nden altı ay sonra, 25 Ekim (7 Kasım) 1917’de, kitleler iktidarı kendi ellerine aldı. Lenin, “Bolşeviklerin hakkında bıkıp usanmadan söz ettikleri işçi ve köylü devrimi gerçekleşti!” diye ilan etti (Lenin, 1917). İnsanlık tarihinde ilk kez, gezegende bir işçi ve köylü devleti kurulmuştu: Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti (RSFSR).

Sovyet devletinin varlığının ilk gününden yani Lenin’in Barış Kararnamesi’nden itibaren, Bolşevik Parti ve Sovyet hükümeti, barışı, sosyalizm ve komünizmin inşası için uygun uluslararası koşulları sağlamayı görevleri olarak gördüler. Sosyalizm ve barış birbirinden ayrılamaz ancak barışı koruma arzusunu beyan etmek de yeterli değildir. Bunun için savaşmak gerekiyordu. Çarlık Rusya’sı, Alman-Avusturya-Macaristan karşı savaşta İtilaf devletlerinin bloğunda yer aldığından dolayı, Sovyet hükümeti İttifak devletleri bloğuyla barış müzakerelerine başlamak için görüşmeler önerdi. İtilaf devletleri ise bu noktada Sovyetleri masada yalnız bıraktı. Bu mevcut koşullar neticesinde RSFSC Almanya ve müttefiklerinin şartlarını kabul eden antlaşmayı imzalayacaklarını beyan etti. Bu sebeple de Çarlık dönemi halklarının yaşadığı ancak Almanların işgali altında kalan Polonya, Litvanya, Belarus ve Letonya’nın bir bölümü Almanya’da kaldı. Bundan daha kötü olanı ise o dönem dış ilişkilerde hükümet tarafından yetkilendirilen Trotskiy, merkezi talimatlara uymayarak Alman şartlarını kabul etmeyip antlaşmayı imzalamadığı için Sovyet-Alman cephesi boyunca birlikler Letonya, Estonya ve Ukrayna’nın da bir bölümünü işgal ederek daha da ağır koşullarda Brest-Litovsk antlaşmasının imzalanmasına sebep oldu (Yembulayev, 2010).

Sovyet hükümetinin barışçıl politikaları kapitalist ülkeleri korkutmaya başlamıştı. Merkezi sermayenin neredeyse üçte biri savaş ekonomisine yatırılıyordu ve yanı başlarında bir sosyalist uygarlık yetişmekteydi. Bu sebeple İtilaf devletleri Sovyetlere karşı müdahale denemeleri gerçekleştirdiler. Kızıl Ordu’nun başarılı püskürtmeleri sayesinde askeri müdahale ile devrimi yıkamayacaklarının idrakine varan İtilaf devletleri, içeride beyaz ordu ve çar artıklarıyla iş birliğinin kaçınılmaz olduğunu anladılar. Sosyalist inşanın ve devrimin yıkılması için 11 Kasım 1918 tarihinde birinci emperyalist paylaşım savaşına son verildi. Savaş sonrası Almanya’da gerçekleşen burjuva demokratik devrim ile Sovyet hükümeti Brest-Litovsk ile kaybedilen toprakları geri almayı başardı. Ancak 25 Nisan 1920 tarihinde Batı destekli Polonyalı milliyetçiler Sovyet sınırını geçerek Almanlardan geri alınan Batı Rusya topraklarını işgal etti ve bu topraklar 1939 yılında Nazilerin işgale başlamasıyla Polonya hükümetinin ülkeden kaçarak devletin fiili varlığına son verilmesine kadar Polonya’da kaldı. Ve son olarak 25 Ekim 1922’de Kızıl Ordu ve Partizan, Japon ve Amerikan birliklerinin kaçtığı Vladivostok’a girerek 5 yıllık iç savaş dönemini bitirmişti. Bundan sonra, Sovyet ülkesi sosyalizmin barışçıl inşasına başladı. 2 ay sonra 30 Aralık 1922’de de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) resmen kuruluşunu ilân etti. Sovyet ülkesiyle teke tek mücadelede yenilgiye uğrayan kapitalist ve faşist unsurlar biraz toparlanıp uluslararası emperyalist gücünü ortaya çıkarınca diğer kapitalist ülkelere karşı saldırgan özünü göstermeye devam ederek ikinci emperyalist paylaşım savaşının fitilini ateşlemiş oldu.

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşının Başlangıcı

1931 ile 1933 yılları arası Japon birlikleri Mançurya ve Kuzeydoğu Çin’i işgal etti. Ekim 1935’in başlarında, faşist İtalya’nın birlikleri savaş ilan etmeden Etiyopya’yı işgal etti. Temmuz 1936’da Almanya ve İtalya, İspanya’ya askeri müdahale başlattı. 1937’de Japon birlikleri Orta ve Güney Çin’i işgal etti. Mart 1938’de Almanya, Avusturya’yı işgal etti. Mart 1939’da Almanya Çekoslovakya’yı tamamen işgal etti. 1 Eylül 1939’da Almanya Polonya’ya saldırdı. 3 Eylül 1939’da İngiltere ve Fransa, Almanya’ya savaş ilan etti. Bu, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşının başlangıcı oldu.

Görüldüğü gibi İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı, emperyalizmin yabancı toprakları, pazarları ve hammadde kaynaklarını ele geçirme aşamasında kapitalizmin çelişkilerinin şiddetlenmesinin doğal bir sonucuydu. Ancak Birinci ve İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşları arasında önemli bir fark vardı. İkincisi Sovyet ülkesinin var olduğu koşullarda çıktı ve bu nedenle, en keskin emperyalistler arası çelişkilerle birlikte, şimdi daha da derin çelişkiler vardı; iki sistem arasındaki çelişkiler; kapitalizm ve sosyalizm. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın başlangıcı, kapitalist ülkelerin pazar mücadelesinin ve rakiplerini boğma arzusunun, pratikte kapitalizm kampı ile sosyalizm kampı arasındaki çelişkilerden daha güçlü olduğunu gösterdi. Böylece kapitalist ülkeler ile Sovyetler Birliği arasındaki bir savaşla değil, kapitalist ülkeler arasındaki bir savaşla başladı. Çünkü bir sosyalizm ülkesi olarak Sovyetler Birliği ile bir savaş, kapitalizm için kapitalist ülkeler arasındaki bir savaştan daha tehlikeli olurdu. Kapitalist ülkeler arasındaki bir savaş yalnızca bazı kapitalist devletlerin diğerleri üzerindeki egemenliği sorununu gündeme getirir, oysa Sovyetler Birliği ile bir savaşın mutlaka kapitalizmin kendisinin varlığı sorununu gündeme getirmesi gerçeğiyle açıklanır. Bu da çok büyük bir meşruiyet krizi yaratır. Ayrıca kapitalistler, Sovyetler Birliği’nin saldırganlığı hakkında “propaganda” amacıyla gürültü koparmalarına rağmen, Sovyetler Birliği’nin barışçıl politikasını hesaba kattıkları ve gördüklerinden dolayı, Sovyetler Birliği’nin saldırganlığına kendileri dahi inanmadılar. Ancak, yine de emperyalist devletlerin kendileri, Sovyetler Birliği’nin askeri gücünü test etmek için birçok kez girişimlerde bulundu. Temmuz 1938’de, Hasan Gölü yakınlarındaki Primorye’de Japon ordusu, Primorye’nin merkezi Vladivostok’taki Sovyet topraklarının bir kısmını ele geçirmeye ve Sovyetler Birliği’ne karşı büyük bir savaş başlatmaya çalıştı. Ancak 6 Ağustos’ta kararlı bir taarruza geçen Sovyet birlikleri, düşmanı kısa sürede tamamen mağlup etmeyi başardı. Japon emperyalistlerinin Hasan Gölü bölgesindeki Sovyet karşıtı provokasyonu utanç verici bir şekilde başarısız oldu (SSCB Bilimler Akademisi, 1973).

Stalin ve Molotov, Polonya’nın Alman saldırısına dayanamayacağını ve yakında bir saldırı gerçekleşeceğini istihbarat bilgileri ve öngörüleriyle anlamıştı, ve Hitler’in orada durmayacağını, er ya da geç Sovyetler Birliği’ne girmeye çalışacağını da net bir şekilde anladılar. Bu nedenle görev, Hitler’i olabildiğince erken ve mevcut Sovyet sınırından olabildiğince uzakta durdurmaktı. İngiltere ve Fransa’nın, faşist Almanya’nın Polonya’ya yönelik saldırganlığına karşı Sovyetler Birliği ile birlikte toplu eylemi reddetmesinin bir sonucu olarak, Nazi Almanya’sı dışişleri bakanı Ribbentrop acilen Moskova’ya gelir ve o zamana kadar Almanya’nın Polonya dahil birçok Avrupa ülkesiyle zaten sahip olduğu bir saldırmazlık paktı imzalar. 1 Eylül 1939’da Nazi Almanyası Polonya’ya saldırdı. Savaşın başlamasından beş gün sonra, Rydz-Smigla ve Beck başkanlığındaki Polonya hükümeti Varşova’dan Brest’e ve birkaç gün sonra da Romanya’ya kaçtı. Polonya halkı kaderin insafına bırakıldı. Ve iki hafta sonra, Polonya orduları Almanlara teslim oldu ve Polonya devleti fiilen varlığını yitirdi. Bu durumda, 17 Eylül’de Sovyet birlikleri savaş öncesi sınırı geçti ve Batı Ukrayna ve Batı Beyaz Rusya nüfusunun canını ve malını korumak için bir kurtuluş kampanyası başlattı. Bütün bunlar 10 gün sürdü. Bu harekât insani ve barışçı bir veçhede gerçekleşti. Zira ortada hukuki olarak devlet vasfını yitirmiş bir bölgede faşizm terörü baş göstermişken Kızıl Ordu’nun hiçbir şey olmamış gibi sınırın gerisinde durması beklenemezdi. Siyasi kazanım olarak ise, Sovyetler Birliği’nin, 1920’de Sovyet Rusya’ya karşı savaşta Polonya tarafından ele geçirilen Curzon Hattı[ii]‘nın doğusundaki toprakları geri alması olmuştu.

Kasım 1939’un sonunda, Mannerheim liderliğindeki Fin gericileri, Sovyetler Birliği’ne karşı bir savaş başlattı. ABD, İngiltere, Fransa’nın yanı sıra İsveç, Norveç ve İtalya’nın yönetici çevreleri Fin gericilerini destekledi. Ancak 11 Şubat’tan 1 Mart 1940’a kadar zor koşullarda faaliyet gösteren Sovyet birlikleri düşmanı yenmeyi başardı. Sovyetler Birliği o zamanlar Finlandiya’nın tamamını işgal etmek için her fırsata sahip olmasına rağmen Sovyet hükümeti, Finlandiya hükümetinin talep ettiği barışı kabul etti. Finlandiya ile Sovyetler Birliği arasında askeri bir çatışmayı kışkırtan ABD, İngiltere ve Fransa’nın burjuva yönetimi, bu çatışmanın kesinlikle Polonya’yı yeni işgal etmiş ve topraklarında bulunan Alman silahlı kuvvetlerini de kapsayacağını umuyorlardı. Ama sonra Alman askeri makinesini Sovyetler Birliği’ne yönlendirmeyi başaramadılar. O süreçte Nazilerse, Batı Avrupa’daki devletlerin topraklarının ele geçirilmesi için hazırlığa başlamıştı. Unutulmamalıdır ki, Fransa ve İngiltere, Sovyetler Birliği ile birlikte, Almanya’nın Polonya’ya yönelik olarak hazırlamakta olduğu saldırıyı silahlı yollarla durdurmayı reddettikten sonra, Sovyet hükümeti bu sorunun diplomatik olarak çözülmesi gerektiği sonucuna vardı. Bu arada, Hitler faşizmi Curzon Hattı’nın doğusuna olan ilgisini gizlemiyordu. Brest ve Lviv bölgesinde, Alman ve Sovyet silahlı kuvvetleri arasında zaman zaman çatışmalar yaşandı, ancak Sovyet birliklerinin kararlı ve başarılı saldırılarının ardından Almanlar geri çekildi. Sovyet diplomasi sanatı yeteneğini konuştururcasına kurtarılmış olan Belarus Brest’te Hitler Alman ve Sovyet birliklerinden oluşan ortak bir geçit töreni düzenlemek zorunda bırakıldı. Bununla amaçlanan ise kapitalist kampa karşı Almanya ile Sovyetler Birliği arasında tehlikeli ve ciddi hiçbir şeyin olmadığını göstermekti (SSCB Bilimler Akademisi, 1974).

Sovyet ve Alman birlikleri arasındaki ilk muharebe çatışmalarından sonra, her iki taraf da kendileri için uygun sonuçları çıkardı. Almanya, önce tüm Avrupa’yı işgal etmesi gerektiğine ve ancak bundan sonra tüm ekonomik ve askeri potansiyeliyle Sovyetler Birliği’ne saldırması gerektiğine karar verdi. Bu nedenle Alman birlikleri, Finlandiya’nın Sovyetler Birliği’ne karşı başlattığı askeri çatışmaya müdahale etmedi. Sovyet diplomasisinin dahice yapmış olduğu taktik manevralar sayesinde Sovyet Anayurdu acımasız bir sınıfsal ve jeopolitik düşman olan faşizme karşı bir ölüm kalım savaşı için mücadele hazırlığı yapma fırsatı bulmuştu. Çünkü artık bu kanlı savaşın bir gün kesinlikle geleceği herkes için açık ve net hale gelmişti.

Büyük Anayurt Savaşı Yıllarında Komünist Parti Örgütlenmesi

Nazi Almanyasının hain saldırısı, SSCB’deki tüm devlet ve kamu yaşamının yeniden yapılandırılmasına yol açtı. Bolşeviklerin Tüm Birlik Komünist Partisi (VKPb[iii]) Merkez Komitesi Politbürosu’nun 30 Haziran 1941’de aldığı kararla, Devlet Savunma Komitesi (GKO[iv]) kuruldu. Merkez Komite Politbüro üyelerini ve aday üyelerini içeriyordu. Devlet Savunma Komitesi 4 Eylül 1945’e kadar sürdü (Japonya’nın teslim olmasından sonra kaldırıldı). Devlet Savunma Komitesinin bileşimi değişikliğe tabiydi.

Savaş, savaşı yönetmek için özel bir askeri yapının oluşturulmasını gerektiriyordu. 23 Haziran’da, Parti Merkez Komitesi Politbürosu’nun kararıyla, Yüksek Komuta Karargâhı kuruldu. Politbüro üyelerini ve Halk Savunma Komiserliği liderlerini içeriyordu: S.K. Timoşenko (başkan), S.M. Budyonniy, K.E. Voroşilov, G.K. Jukov, N.G. Kuznetsov, V.M. Molotov ve J. V. Stalin. Daha sonra 10 Temmuz’da Stalin başkanlığa atandı ve 1942 yılında Jukov Başkomutan yardımcısı olarak seçildi. GKO’nun ve bir dizi başka yapının oluşturulması, Parti Merkez Komitesinin ve organlarının sosyalist yönetim anlayışında herhangi bir prensip değişikliğe yol açmadı. Savaş yıllarında 200’den fazla toplantı yapıldı. Parti kararları, GKO’nun, SSCB Yüksek Sovyeti Başkanlığının ve SSCB Halk Komiserleri Konseyi kararlarının, Halk Savunma Komiserliği ve Başkomutanın emirlerinin temelini oluşturdu. Bu proleter demokrasisinin ve Leninist parti anlayışının burjuva diktatörlüklerden nasıl keskin bir biçimde ayrıldığını sarih bir biçimde gösteriyor. Bu sadece düşmanla başa çıkmak için bir strateji geliştirme meselesi değildi. Savaş yıllarında, parti örgütleri çok büyük pratik örgütsel çalışmalar yürüttüler. Mümkün olan en kısa sürede parti güçlerinin yeniden dağıtılması gerçekleştirildi. Komünistlerin cepheye seferber edilmesi, orduya deneyimli liderler sağlamanın önemli bir koşuluydu, birimlerin ve oluşumların savaş kabiliyetini artırmaya, düzen ve disiplini güçlendirmeye katkıda bulundu. Parti Merkez Komitesinin neredeyse üçte biri, Birlik cumhuriyetlerinin Komünist Partileri Merkez Komitesi sekreterleri, bölge komiteleri, şehir komiteleri ve partinin ilçe komiteleri cephedeydi. Bu sebeple Haziran 1941’de, Politbüro, orta siyasi kompozisyonu güçlendirmek için yedek siyasi işçilerin seçilmesine karar verdi. Kasım 1941’de Parti Merkez Komitesi, askeri akademilerde ve okullarda 1-2 aylık zorunlu kursların zorunlu geçişiyle komünistlerin yeni bir seferberliğini gerçekleştirdi. Yalnızca savaşın ilk altı ayında, parti kararıyla 8800 parti kadrosu ve yaklaşık 9400 önde gelen Komsomol[v] üyesi Kızıl Ordu’ya gönderildi. Savaşın ilk altı ayında siyasi savaşçı olarak cepheye 60.000 komünist ve 40.000 Komsomol üyesi gönderildi. 1 Ocak 1945 itibariyle, askeri parti örgütlerinde 3 milyonu aşkın komünist yani partinin toplam üye ve aday üye sayısının %57,7’si cephede savaşa gitmişti (Marksizm Leninizm Enstitüsü, 1970).

Büyük Anayurt Savaşı’nın İlk Yılları

22 Haziran 1941 tarihinde Nazi Almanyası saldırmazlık paktını yok sayarak Sovyetler Birliği’ne taarruza başladı. Naziler tıpkı Fransa, Belçika, Danimarka’yı yıldırım harekatlarıyla hızlıca yuttuğu gibi SSCB’yi de yarıp Moskova’ya kadar ilerleyeceğini düşünmüşlerdi. Ancak hayalleri Kızıl Ordu’nun, Partizanların, Komsomol’un ve örgütlü halkların ortak mücadelesiyle suya düşmüş oldu. Savaşın başladığı ilk günden itibaren sistematik bir biçimde milyonlarca insan, malzeme ve her türden stratejik teçhizat koordineli bir şekilde iç bölgelere doğru sevk edilmeye başlandı. Buradaki temel amaç Nazi ordularının işgal ettiği topraklarda kendi lehlerine hiçbir yiyecek, sanayi makineleri, silah ve mühimmat, yetişmiş insan gibi ordusunu tahkim edebileceği bir kaynağa erişmesini engellemekti. Kızıl Ordu’nun kaçtığını düşünen faşist Nazi orduları günler geçtikçe ve Sovyet topraklarında ilerledikçe yaşadıkları ikmal krizleriyle geri çekilmelerin mantığını kavradılar ancak artık çok geç olmuştu. 1941 Temmuzundan Aralığına değin yaklaşık 2600 sınai işletme, demiryoluyla 10 milyon insan, deniz yoluyla 2 milyon insan cephe hattından emniyetli bölgelere taşındı. 1941 Eylül başında Leningrad’dan 100 büyük işletme ve 600 bin vatandaş aynı şekilde cephe gerisine gönderilirken Moskova’dan 500 büyük sanayi, kültürel miras olan eserler, yüz binlerce bilim insanı ve sanatçılar tahliye edilmişti (SSCB Bilimler Akademisi, 1982). Batılı tarihçilerin çok basitmiş gibi lanse ettikleri sözüm ona “Hitler Rus kışına yenildi” hikayesi bir safsatadan ibarettir ve ayrıca 27 milyon insanını kaybetmiş Sovyet halklarına da edilmiş ağır bir hakarettir. Sovyet Kızıl Ordusu ve örgütlü halkı, komünistleri canla başla mücadele ederek faşistleri inine kadar kovalayıp orada imha etmiştir.

Nazi birlikleri, Sovyet Silahlı Kuvvetlerini bir buçuk ilâ iki ay içinde yenilgiye uğratmayı ve Kızıl Meydan’da bir zafer geçidi düzenlemeyi planlıyordu. Ancak, gelişen savaşlar sırasında Sovyet birliklerinin inatçı direnişiyle karşılaşan düşman, savaşın uzun süreceğini anladı. Bununla birlikte, yavaş yavaş, Almanya yöneticilerinin Sovyetler Birliği’ne karşı bir savaşa karar verirken yaptıkları temel yanlış hesap ortaya çıktı. Anti-komünizmle gözleri kör edilmiş olarak, sosyalist devletin en büyük olanakları olan Sovyetler Birliği’ne hâkim olan sistemin özü ve doğası hakkında tam bir anlayış eksikliği gösterdiler. Sosyalist üretim tarzına dayalı Sovyet ekonomisinin gücünü, sosyalist ideolojinin gücünü, Sovyet halkının ahlaki ve siyasi birliğini, Sovyetler Birliği halklarının sarsılmaz dostluğunu ve Sovyetler Birliği’nin gücünü hafife aldılar. Nazi Almanyası ve suç ortaklarının ordularına, komünist parti liderliğindeki birleşmiş Sovyet halkının maddi ve manevi gücü karşı çıktı. Bütün bunlar, tarihsel kaçınılmazlıkla, savaşın ilerideki gidişatını önceden belirledi.

Düşmanlıklar geliştikçe, faşist saldırganların, savaşın başında elde ettikleri başarılara rağmen, Sovyet halkının, kahraman Kızıl Ordu’nun direnme iradesini kıramadıkları yavaş yavaş ortaya çıktı. Aksine, Sovyet birliklerinin düşmana karşı tepkisi her geçen gün artıyordu. Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere gibi emperyalist devletlerin o zamanın özel koşulları altında Sovyetler Birliği ile iş birliğine hazır olmalarının, yönetici çevrelerinin Sovyetler’e karşı en keskin sınıf nefretini hissetmeyi bıraktığı anlamına gelmediğini söylemeye gerek yok. Emperyalist devletlerin Sovyetler Birliği ile iş birliği konumundan ilişkilerinin özü, faşist Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne saldırısı öğrenildikten sonra ABD Dışişleri Bakanının ifadesi ile net bir biçimde açıklanmış oldu: “Bırakın birbirlerini öldürsünler.” İş birliği için koalisyon yaptığı sözde müttefikim dediği SSCB ne kadar kan kaybederse, savaş sonrasında sosyalist kampın çöküşü o kadar kolay olur diyerek bir taşla iki kuş vurma hesabına girdiler. İşte, kapitalizmin özü budur!

1941 Aralık ayı başından 1942 Şubat sonuna değin Kızıl Ordu stratejik geri çekilmeler gerçekleştirerek Moskova önlerine kadar gelmişti. Bu süreçte Naziler üstün gelmiş ve birçok yenilgi alınmıştı. Ancak Moskova önlerinde Alman ordusunun yenilmezliği efsanesi ortadan kaldırıldı ve Nazilerin yıldırım harekâtı planı suya düştü. Artık muzaffer Kızıl Ordu taktik geri çekilmesini tamamlamış ustaca Jukov’un askeri dehasını ve Stalin’in önderliğini tüm dünya konuşur olmuştu.

Kızıl İlerleyiş ve Mutlak Zafer!

1942 yılı itibariyle Kızıl Ordu birlikleri Moskova önündeki Nazileri temizlediler. Hava şartlarına güvenen Hitler Moskova’ya direkt giremeyeceğini düşünerek Bakü petrollerini hedefleyip güneyden taarruz hazırlığı yapıyordu. Nazi birlikleri Stalingrad önlerine ulaştı ve Sovyetler Birliği’nin kesin zaferiyle sonuçlanacak olan Stalingrad muharebesi 23 Ağustos’ta başladı. Stalingrad’daki General Çuykov komutasındaki 62. Ordu Uranüs operasyonu ile Sovyet karşı saldırısını 19 Kasım 1942’da başlattı. Operasyon 23 Kasım’ın erken saatlerinde 290 bin Nazi askerinin Don Nehri’nin doğusunda kıstırılmasıyla sona erdi. Havadan yapılan ikmalle bir süre daha tutunan Naziler, 2 Şubat 1943’te teslim olmak zorunda kaldılar. Tarihin en kanlı direnişlerinden biri olan Stalingrad Savaşı’nın ardından Nazilerin doğudaki ilerlemesi durduruldu. Kızıl Ordu bu zaferden sonra Nazi ordularını önce Sovyet topraklarından, sonra Avrupa’dan kazımaya başladı. 5 Haziran – 5 Ağustos 1943 tarihlerinde faşist birliklerin Kursk’ta tamamen yenilgiye uğratılması, Sovyet birliklerinin inisiyatifi kendi ellerine almalarına ve tüm Sovyet-Alman cephesi boyunca kararlı bir şekilde karşı saldırı başlatmalarına izin verdi. Kursk Muharebesi aynı zamanda tarihin gördüğü en büyük tank savaşı olmuştur. 1944 yılı Ekim ve Kasım ayları nihayet Sovyet topraklarının nefret edilen Nazi işgalcilerinden kurtarıldığı zamana işaret ediyordu ve Avrupa’da büyük bir kurtuluş görevi yürüten Sovyet birlikleri, faşist canavarı savaşın başladığı Berlin’e geri sürdü. 25 Nisan 1945’te Kızıl Ordu Berlin’i kuşattı ve çok geçmeden beş gün sonrasında ise Reichstag’ta 30 Nisan 1945’te emeğin sembolü olan orak çekiçli kızıl bayrağımız dalgalanmaya başladı. 2 Mayıs’ta Berlin garnizonu teslim olurken 8 Mayıs’ta Naziler kayıtsız şartsız teslimiyet belgesini imzaladılar. Tarih 9 Mayıs olduğunda Kızıl Ordu birlikleri Prag’ı kurtardı ve Avrupa’daki son Nazi kalıntıları da temizlenmiş oldu.

Nazi Almanyası ve Hitler karşıtı koalisyondaki müttefikler, ABD ve İngiltere, zaferi Sovyetler Birliği’ne “vermek” istemediler, çünkü bu, hangi sosyal sistemin (sosyalist veya kapitalist) insan uygarlığının gelişiminde ilerici olduğu sorusunu kesin olarak yanıtlıyordu. Bu nedenle savaşın sonunda Himmler liderliğindeki Nazilerin desteğiyle Sovyetler Birliği’nden zaferi almaya çalıştılar. Bu amaçla, 4 Mayıs 1945’te Alman birliklerinin yüksek komutanlığı, Almanya, Danimarka ve Hollanda’nın kuzeybatı kesiminde bulunan tüm birliklerin İngiliz birliklerine teslim olduğunu duyurdu. İngiliz işgal bölgesinde, yaklaşık 1 milyon asker ve Wehrmacht subayı dağıtılmadı ve savaş esiri konumuna da alınmadı. Bazıları savaş eğitimi konusunda eğitildi. İngiltere Başbakanı Churchill bizzat, Alman birliklerinin silahsızlandırılmaması, Sovyetler Birliği ile olası bir silahlı çatışma durumuna karşı hazır bulundurulması emrini verdi. 5 Mayıs 1945’te intiharından sonra Hitler tarafından Almanya’yı yönetme talimatı verilen Dönitz’den bir temsilci, ABD Silahlı Kuvvetleri Başkomutanı Eisenhower’ın karargahına geldi. Bu ziyaret sadece Anglo-Amerikan birliklerine genel bir teslimiyetle ilgiliydi. Batılı Müttefiklerin zaferi “ele geçirme” arzusu, Amerikalı General Smith ve Alman General Jodl tarafından 7 Mayıs 1945 günü saat 02:11’de Reims’de koşulsuz teslim olma eyleminin imzalanmasına yol açtı. Eisenhower’ın karargahındaki Sovyet temsilcisi Tümgeneral I.A. Susloparov, yalnızca tanık olarak imzalamaya davet edildi. Ancak 7 Mayıs’ta Sovyet hükümeti, Berlin’de kayıtsız şartsız teslim olma eyleminin imzalanmasını sağladı. 8-9 Mayıs gecesi Berlin’in doğusundaki Karlshorst’ta Alman silahlı kuvvetlerinin kayıtsız şartsız teslim olma belgesi Alman Yüksek Komutanlığı Genelkurmay Başkanı Mareşal W. Keitel tarafından imzalandı. Böylece, Nazi hükümeti Almanya’nın Berlin’de kayıtsız şartsız teslimiyetini Reims’te imzalayarak bozmaya çalışmasına rağmen, yine de Sovyetler Birliği’nin ve Kızıl Ordu’nun zafere ulaşmadaki rolü tam olarak kabul edildi (SSCB Bilimler Akademisi, 1982).

Sonuç

Zaferi Sovyetlerin kahraman halklarından çalmaya yönelik bu çabalar, Nazilerin savaşın son günlerinde Batılı güçlerin desteğiyle giriştikleri girişimleri bugün de devam ettiriyor. Üçüncü Reich’in son günlerinin dikkatli bir şekilde incelenmesi, Sovyet halklarının düşmanlarının onları zafer hakkından mahrum etmek için hangi hilelere başvurduğunu görmenizi sağlar. Aynı zamanda, o gün Sovyetler’in düşmanları ile bugün tüm komünistlerin modern düşmanları arasındaki organik benzerlik ortadadır. Bu şaşırtıcı değil, çünkü Mayıs 1945’teki Büyük Zafer, son tahlilde, sosyalist sistemin kapitalist sisteme karşı kazandığı bir zaferdi. Bu nedenle, kapitalizmin NATO şahsında birleşik güçleri, faşist Almanya’nın birliklerinin Sovyetler Birliği’ne saldırırken hayalini kurdukları gibi, bugün Kızıl Meydan’da geçit töreni yapmaya değer veriyor, çünkü yabancılar ancak işgalleri sonucunda askeri geçit törenleri düzenleyebiliyorlar.

İnsanlık tarihinin en kanlı savaşında Sovyet sosyalist uygarlığının sermayenin şok yumruğunu, özgürlüğün, adaletin ve ilerlemenin en büyük düşmanı olan faşizmi yendiğini unutmamalıyız. Büyük Zafer’in kökleri, Sovyetler Birliği’nde somutlaşan yeni sosyo-politik sistemin özünde yatıyor. Üretim araçlarının kamu mülkiyeti, sosyalist bir ekonominin ve toplumun sosyal birliğinin inşa edilmesinin temeli haline geldi. Leninist ulusal politika, halkların dostluğunu ve kardeşliğini güvence altına aldı. En insancıl Marksist-Leninist ideolojinin rehberliğinde Sovyet hükümeti, sosyal ilerlemenin ana hedefini, sosyal adalet koşullarında bireyin çok yönlü gelişimi olarak belirledi. Büyük Zaferin ana dersi, sosyalizmin avantajlarının ikna edici kanıtıdır. Büyük Anayurt Savaşı’nı kazanan halk, ayrıca J.V. Stalin önderliğindeki Komünist Parti tarafından eğitilen, örgütlenen ve yönetilen Sovyet halkıydı. Büyük Zafer’in örgütleyicisi ve ilham kaynağı Komünist Partiydi. Sadece Büyük Anayurt Savaşı cephelerinde, Sovyetler Birliği’nin 3 milyon komünisti öldü; bu, çatışma sırasında öldürülen ve yaralardan ölenlerin %45’ini oluşturuyordu. Savaş başladığında cepheye ilk gidenler parti üyesi komünistlerdi ve en son onlar geri çekildi.

Genel olarak, tüm gerçek halk devrimleri ve ilerici anti-emperyalist hareketler, 20. yüzyılda komünistlerin önderliğinde veya onların en aktif katılımıyla gerçekleşti. Bu nedenle, önde gelen kapitalist ülkelerin liderleri için, Komünist Partinin Büyük Anayurt Savaşı’ndaki lider rolü her bakımdan kabul edilemez kaldı. Kabul edilemez, çünkü onayladıkları yaşam tarzı sosyalist sisteme taban tabana zıttır. Alman faşizmini besleyen ve Hitler’i Sovyetler Birliği’ne karşı kışkırtan dünya emperyalizmiydi. 350 milyon nüfuslu kapitalist Avrupa’nın neredeyse ekonomisinin tamamı Sovyet halkına karşı verilen savaşta yer aldı.

Birleşik Devletler ve Britanya liderleri İkinci Cepheyi açmakta tereddüt ettiler ve ancak Sovyetler Birliği’nin zaferi kaçınılmaz hale geldiğinde ve ABD’nin Avrupa ülkeleri üzerindeki etkisini kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kaldığında Normandiya’ya asker çıkardılar. Bunun en açık ve net ispatı kayıpların karşılaştırmasıyla ortaya çıkıyor. Bakınız tekrar tekrar sayıldı-anlatıldı, Sovyet-Alman cephesindeki telafisi mümkün olmayan Sovyet kayıpları 8.668.300 kişiydi (sivil nüfusla 27 milyon). Almanlar ise 8.649.500 kayıp verdi. Karşılaştırma için: ABD 405 bin, İngiltere 375 bin, Fransa 500 bin kayıp verdi. Ne pahasına olursa olsun devrimini ve vatanını vahşi canavar Nazi faşizminden korumak ve daha da büyük bir amaç olarak dünya halklarına özgür bir yaşam kurmak için, hepimiz için canlarını hiç çekinmeden veren kahraman komünistler olmasaydı bugün çok başka daha da karanlık bir dünyada yaşıyor olurduk. Tam da bu nedenle 9 Mayıs’ın, Stalin liderliğindeki Komünist Partinin ve Sovyet halkının, 1941-1945 Büyük Anayurt Savaşı’nda faşist devletler koalisyonuna karşı Lenin bayrağı altında kazandığı Büyük Zafer’in yıldönümü olduğunu unutmaya hakkımız yok. Büyük Anayurt Savaşı’nda ölen milyonlarca Kızıl Ordu askerinin ve donanma denizcilerinin anısına saygıyla!

Kaynakça

Lenin, V. I. (1917). Petrograd İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti 25 Ekim 1917 tarihli Toplantısı, Sovyet İktidarının Görevleri Hakkında Raporu, 26.10.1917 tarihli 207 sayıyla İzvestiya MYK tarafından yayımlanmıştır. (Ленин, В. И. (1917). Заседение Петроградского Совета Рабочих и Солдатских Депутатов 25 Октября 1917 г. Доклад о Задачах Власти Советов, Известия ЦИК в 26 Октября 1917 г. №: 207.)

Marksizm Leninizm Enstitüsü (1970). Sovyetler Birliği Komünist Partisi Tarihi, Büyük Anayurt Savaşı arifesinde ve savaş yıllarında sosyalist toplumun takviye edilmesi ve gelişimi sürecinde Komünist Parti, 1938-1945, 5. cilt 1. kitap. (Институт Марксизма-Ленинизма (1970). История Коммунистической партии Советского Союза, Коммунистическая партия накануне и в годы Великой Отечественной войны, в период упрочения и развития социалистического общества. 1938-1945 гг. Т.5, Кн. 1)

SSCB Bilimler Akademisi (1973). İkinci Dünya Savaşı Tarihi 1939 – 1945, Savaşın Arifesinde, cilt 2, Moskova. (СССР Академии Наук (1973). История Второй Мировой Войны 1939—1945. Накануне Войны, Т. 2. Москва.)

SSCB Bilimler Akademisi (1974). İkinci Dünya Savaşı Tarihi 1939 – 1945, Savaşın Başlangıcı, SSCB’ye karşı Saldırıya Hazırlık, cilt 3, Moskova. (СССР Академии Наук (1974). История Второй Мировой Войны 1939—1945. Подготовка Агресии против СССР, Т. 3. Москва.)

SSCB Bilimler Akademisi (1982). İkinci Dünya Savaşı Tarihi 1939 – 1945, İkinci Dünya Savaşı’ndan Dersler ve Sonuçlar, cilt 12, Moskova. (СССР Академии Наук (1982). История Второй Мировой Войны 1939—1945. Итоги и Уроки Второй Мировой Войны, Т. 12. Москва.)

Stalin, J. V. (1931). İşletme Yöneticilerinin Görevleri Üzerine: 4 Şubat 1931 tarihli Birinci Tüm Birlik Sosyalist Sanayi İşçileri Konferansı Konuşması. 35 Sayılı Pravda gazetesinde 5 Şubat 1935’te yayımlanmıştır. (Сталин, И. В. (1931). О Задачах Хозяйственников: Речь на Первой Всесоюзной Конферанции Работников Социалистической Промышленности в 4 февраля 1931 г. Правда №:35 5 февраля 1931 г.)

Yembulayev, V. N. (2010). Büyük Zaferin Siyasi Yönü, Vladivostok Devlet Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, s17-29. (Ембулаев, В. Н. (2010). Политический Аспект Великой Победы, Журнал Политической Наук Владивостокского Государственного Университета, ст17-29.)

Dipnotlar:

[i] 23 Şubat 1943 yılında Pskov yakınlarındaki Çernuskiy köyünde birliğinin ilerlemesi için vücudunu Nazi makineli tüfeğine karşı siper etmiştir. Kendini birliği için feda eden Matrosov ölümünden sonra efsaneleşmiş ve Sovyetler Birliği Kahramanlık Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Bir yetim olarak doğmuş ve 19 yaşında faşizm canavarı tarafından katledilmiştir. Benim devrimci kişiliğimde etkisi en fazla olan şahsiyetlerden biri olduğu için bu yazıyı ona atfediyorum. (Efecan Özcan)

[ii] Curzon Hattı (Линия Керзона), SSCB ve Polonya arasındaki bir sınır çizgisi önerisidir. Sınır hattı adını İngiliz Dışişleri Bakanı George Curzon’dan alır.

[iii] ЦК ВКП(б): Центральный Комитет Всесоюзной Коммунистической Партии (Большевиков) Tüm Birlik Komünist Partisi (Bolşevik) Merkez Komitesi

[iv] ГКО: Государственный Комитет Обороны Devlet Savunma Komitesi

[v] Komünist Gençlik Örgütü Rusça kısaltması.