Tarihsel Dersler Bağlamında Seçimler

Giriş

Eski Yunan tarihinden bu yana çeşitli biçim ve yöntemlerle insanlık, merkezi yönetimini belirlemek için seçimler yapıyor. Feodal toplumlardaki hükümdarlıklar bile toplumun tamamını kapsamasa da bir zümre etrafında seçimler gerçekleştirmişti. Daha sonra gelişen tarihsel süreç ise feodaliteyi yıkarak burjuva demokrasisinin temellerini attığı günümüz kapitalizmin koşullarını ortaya çıkarmıştır. Burjuva demokrasisi yani zengin sermaye sınıfının güdümündeki seçimlerle halkın çoğunluğunun çıkarına bir değişimin olmadığını söylemek de yine tarihten alınan dersler ışığında yanlış olmayacaktır. Lenin Büyük Ekim Devrimi’nin dördüncü yıldönümü için kaleme aldığı konuşmasında burjuva demokratik rejimlerde yer alan kadın eşitsizliği, ezilen uluslar meselesi ve din konusu gibi ayrımcılığa sebep olan sorunların hiçbirinin burjuva demokrasilerinde çözülemediğini ve bunları çözüme bağlayan yapının sosyalist devrim olduğunu ifade etmiş ve Sovyet deneyimleriyle de ispatlamıştır.  

Burjuva devrimlerinin gelişimi “kendiliğindenci” ve “eşitsiz” bir şekilde meydana geldiğinden, dinci bezirgân saltanatın altında ezilen halklar geçmişe bağlı ve sınıf ilişkilerinin yapısal olarak karmaşık olduğu ve bu koşullar neticesinde de dünya tarihinde burjuva devrimlerinin eşitsiz bir biçimde dağınık olarak gerçekleşmiştir (Kıvılcımlı, 1978a). Bu yüzden burjuva devrimleri kendiliğinden ilk olarak 1648’de İngiltere’de, akabinde 1789’da Fransa’da, 1848-49 yıllarında Avrupa’da, 1878 Balkanlar’da meydana gelmiştir. Nihayetinde 1908 yılında ikinci meşrutiyetin ilân edilmesiyle birlikte II. Abdülhamid’in otuz yıllık istibdat dönemi kırılmış ve toplumumuzun ilk burjuva devriminin adımı atılmıştır.

Tarihten Dersler-1: Marx ve Engels’in Seçim Deneyimleri

22 Şubat 1848’de başlayan Avrupa ayaklanmaları kıtadaki elliden fazla şehirde mutlakiyetçi rejimlerin iktidarını yıkmayı başarmış ve geçici hükümetlerin kurulmasına neden olmuştur. Bu dönemin önemi Komünist Manifesto’nun daha yeni kaleme alındığı yıllara denk geliyor olmasıdır. O yıllar Marx ve Engels burjuva demokratik devrimleri tamamlanmadan proleter demokrasisinin tesisinin mümkün olmadığını dile getiriyordu ve öngördükleri gibi de oldu. Bu nedenle Avrupa ayaklanmalarından 44 yıl sonra demokratik yönetim biçimlerini yok saydıkları eleştirisine karşı Engels, “Marx ve ben, kırk yıldır, bizim için demokratik cumhuriyetin işçi sınıfıyla kapitalist sınıf arasındaki mücadelenin önce genelleşebileceği ve sonra da proletaryanın kesin zaferiyle sonuçlanacağı tek siyasi biçim olduğunu bıktırıncaya kadar tekrarladık.” şeklinde cevap vermiştir (Nimtz, 2018).

18 Mart 1848 tarihinde Prusya kralı IV. Friedrich isyan eden kitlenin taleplerini kabul ederek anayasa vaadinde bulunmasının ardından Marx ve Engels demokratik cumhuriyetin temellerini o günkü Almanya için atacak on yedi maddelik bir broşür hazırlayıp demokratik seçimler için tarihe geçecek ilk bildiriyi yayımlamış oldular. O günkü koşullarda ortaya çıkan bu bildiri gerekliliği de Marx ve Engels’te Komünist Manifesto’ya bazı eklemeler yapılması düşüncesini uyandırmıştır. Bu maddelerin içindeki dört madde özellikle seçim stratejisi üzerine yol gösterici olduğundan başta Lenin olmak üzere tüm ileriki dönemde yaşamış komünist önderlere ışık tutmuştur. Bildirinin ilk üç maddesi Almanya’nın bütünlüğünü, yirmi bir yaşını dolduran Alman vatandaşlarının oy hakkını ve işçilerin de parlamentoya üye olabilmeleri için halk temsilcilerine ödeme yapılması üzerineydi. Bu aynı zamanda Marx ve Engels’in ilk kez genel oy hakkı üzerine kaleme aldıkları bir bildiridir. Ayrıca diğer maddelerin de manifestonun ilk metninden farklı olarak altını çizdiği sorun köylülük üzerineydi. Feodal sistem altında ezilen köylüler ve şehirli küçük burjuvalar için devlet tarafından herhangi bir kesintiye gitmeden bu kitlenin üzerine yıkılan kamusal borçların ve vergilerin hafifletilmesi bu doğrultuda yükümlülüklerinin azaltılması talep bildirisinde yer alıyordu (Nimtz, 2018).  Ancak çok geçmeden demokratik girişimler kralın darbesiyle meşrutiyete çevrilecekti. Bu noktada Marx ve Engels’in vardığı çıkarım 21. yüzyılda hâlâ geçerlidir: “Burjuvazinin korkaklığı gerici güçlere cesaret verdi.” Sınıfsal koalisyon üzerinde ittifak sağlayamayan devrimci halk güçleri, daha kaygan olan küçük burjuvazi ve büyük sermayenin ihaneti sebebiyle demokratik kazanımları çok hızla tüketmiş oldu.

Marx ve Engels bu iki yıllık devrimci hareketlilik döneminde liberallerin ve burjuvazinin gericileri cesaretlendirecek kadar sandıktan çözüm arayan ve en küçük oy çokluğunu bile zafer gören ahmaklığını yaşayarak tecrübe ettiler. Bunun neticesinde parlamenter sürecin görmezden gelinebilecek bir gerçeklik olmadığını ancak meclis binasının içinden işçilere ve ezilmiş halk kitlelerine bir kazanım çıkmayacağını da çok iyi gördüler. Sandık meclis için bir araçtır ve mecliste işçi sınıfını temsil edecek olanlar da sokakta yapılacak devrimin propagandacısı olmalıdır. Tam da bu sebeple Marx ve Engels’in 1848-1849 yıllarından yaptıkları çıkarımlar günümüzde hâlen geçerliliğini koruyor.

Tarihten Dersler-2: Leninist Seçim Çalışmaları

1877 yılında Marx Rusya’da bir devrim olacağını öngörüyordu. Marx’ın öngörüsünün temelinde Rusya’nın giderek yoksullaşan bir halka ve üstündeki feodal katmana bilenen bir sınıfsal çelişkiler içinde olması vardı. Dönemin Osmanlı-Rus savaşlarında Osmanlı’nın kısmi zaferleri de feodal sistemin başını çeken Romanov hanedanını iyiden iyiye zayıflatıyordu. İşte bu nesnel şartları komünist kavrayış süzgecinden geçiren Marx yakın tarihte bir devrimin olacağını öngörmüştü. Hanedanı demokratik açılımlara zorlayan o hareket 1905 yılında ortaya çıkacaktı. 1905 devrimi ile birlikte Rusya’da ilk kez demokratik bir açılım başlamış oldu.

1905 döneminde anti-demokratik bir biçimde tasarlanan Buligin[1] Duması çok sınırlı bir oy hakkına dayalı iki turlu seçimler aracılığıyla seçiliyordu. Vekilleri seçecek olan seçmenler, nüfusun farklı kesimlerinden oluşan seçmen heyetlerinde belirleniyordu. Buligin anayasası toprak sahipleri, ruhban sınıfı, kentli mülk sahipleri, komün arazilerindeki köylüler ve şehir sakinlerini seçmen kitlesi olarak belirlemişti ve bütün bu kategorilerde oy hakkı için büyük mülk sahipliği şartı söz konusuydu. Lenin bu seçim sistemini eleştiren Anayasa Pazarı başlıklı makalesinde “Temsilin doğası, öncelikle, özellikle asildir, toprak sahibidir. Soylular, üst meclisteki seçimlerde oyların yarısına ve alt mecliste yaklaşık yarısına sahiptir. Köylüler gülünç bir şekilde seçimlerden dışlanıyor.” tespitini yaptıktan sonra “İkinci olarak, işçilerin tamamen dışlanması en çarpıcı olanıdır. Bu kuzular parlamentosunun tüm temsili, mülkler temelinde inşa edilmiştir. İşçilerin “mülkü” yoktur ve olamaz.” diyerek bugün etrafından dolanıp gerçekleştirdikleri manipülatif burjuva seçimlerinin aleni hâlinin nasıl olduğunu göstermiştir (Lenin, 1905). İşte tam da böyle bir antidemokratik zeminde işletilmeye çalışılan bir Duma için yapılacak seçimler boykot edilmelidir ve Lenin’in önderliğindeki Bolşevikler de boykotu desteklemiştir. Boykotun yaygınlaştırılması için gereken propaganda üzerine çalışmalar yapılmıştır.

Birinci Duma Çar tarafından feshedilip İkinci Duma için seçim çalışmaları başladığında ise Lenin, ilk Duma’da yer alan diğer sol grupların özellikle köylü katmanlar üzerinde etkili olduğunu ve onları liberallerin elinden aldıklarını fark edince boykot fikrinin bundan sonraki seçimler için doğru olmayacağı kararına vararak haftalık yayımlanan Proletariy dergisinde yazıya dökmüştür. Duma’da Bolşeviklerin grup oluşturarak ajitasyon ve propagandayı kitlelere yayma adına büyük işler başarabileceğinin ilk tespiti bu şekilde yapılmıştır. İşçiler ile köylülerin ortak kazanımlarının gözetilmesi adına diğer sol gruplardan olan Trudoviklerle[i] bir seçim ittifakı İkinci Duma seçim sürecinde parti meclisinde kabul görmüştü. Burada Lenin bu ittifakın bir süreliğine ve taktiksel olarak gerekliliğini savunmuş ve proletarya demokrasisinin tesisi için küçük burjuvazinin kaypaklığına karşı uyanık bir program benimsemiştir (Lenin, 1906).

Birinci ve İkinci Duma’nın esasen Üçüncü Duma’nın birer basamağı şeklinde ortaya çıktığı doğrudur. Tek fark Üçüncü Duma 1907-1912 yılları arasında planlandığı şekilde beş yıllık yasama dönemini tamamlamış ilk iki Duma gibi darbelenmemişti. Lenin Birinci Duma’daki boykotun gerekliliğinin altını çizerek diğer Dumalardaki parlamenter hedeflerini bu sözle açıklıyordu: “Yine de biz bu Dumaları temel ve yalın bir ajitasyon, propaganda, eleştiri ve kitlelere ne olup bittiğini açıklamak amaçları için kullandık ki en kötü temsili kurumları bile aynı amaçla daima kullanmaya çalışacağız.”(Lenin, 1908) Duma’da yapılacak konuşmaların ya da ateşli hitabetlerin sınıf katmanlarını harekete geçirip bir devrim yapmayacağını herkesten iyi Lenin ve Bolşevik Partisi biliyordu. Ancak Dumalar yukarıda alıntılanan cümlede açıkça anlatıldığı gibi propaganda ve kitlelere ulaşma adına önem arz eden bir kurumdur.

Lenin burjuva sınıfının artan baskıları ve halkı terörize ettiği dönemleri halkın ve işçi sınıfının geri çekiliş dönemi olarak tanımlar ve geçiş aşaması olarak açıklar. Dr. Hikmet Kıvılcımlı da hem Türkiye özelinde hem de dünya genelinde bu tutumu legaliteyi istismar olarak ifade etmiştir. Geri çekiliş dönemini “meclis avanaklığı ile örgütü kangrenleştiren oportünizm batağına manda gibi gömülmek dönemi değil, gelecek saldırıyı hazırlama, bir tür hız alma dönemi” olarak somut bir biçimde vurgulamıştır. Bu dönem ışıltılı yaşamlara düşkün toyları hayal kırıklığına uğratacak kadar, az parlak ve az gösterişlidir. Fakat Marksizm’in felsefesi ve Leninizm’in teoriye pratik katkıları göz önünde bulundurulduğunda bir ordunun, güçlerini derleyip toplamadan taarruz edemeyeceğini tekrarlamaktan yorulmamıştır. Parlamentoyu ya da bunun gibi öteki legal olanakları kullanmak, aslında görünürde parlak olmayan bir silahı kullanmakla eşdeğerdir. Ancak bir geçiş döneminin nesnel şartları, tam tamına güçleri hazırlamak ve toplamaktır, yoksa doğrudan doğruya ve kesin kararla her ne olursa olsun harekete kalkmak değildir (Kıvılcımlı, 1978b). Tam da içinde bulunduğumuz dönem faşizmin kurumsallaşmasını kırıp nefes alabileceğimiz karşı hegemonya ihtiyacı da neredeyse yüzyılı aşan Kemalizm ve ardılı siyasal İslam’ın ortaya koyduğu gerçekliktir. Bu yüzden tekrar etmeliyiz: Faşizme karşı seçim propagandamızı parlatalım, devrim yolunda sınıf kinini harlayacak kıvılcımı çakalım!

Tarihten Dersler-3: Türkiye Komünistlerinin Seçim Hazırlıkları

Esasen 1920-1946 arasında TKP’nin örgütlenme sorunları, yaşadığı ihanetler ve tutuklamalar düşünüldüğünde bambaşka bir yazının konusu olduğu görülüyor. Çünkü legal ortamda siyasetin mümkün olmadığı, her faaliyetin yer altından idare edilmesinden dolayı o dönemin koşullarında ortaya konmuş bir seçim stratejisinden söz etmek mümkün değildir. Bu noktadan hareketle karşımıza çıkan üç özel tarihsel dönüm noktası olarak: 1946 sendikal hareketliliği, 27 Mayıs öncesi dönem ve 1961-1970 dönemi üzerinden çıkarılacak dersleri okuyacağız.

Tek parti döneminde baskıcı politikalar sendikal faaliyetleri engelleme üzerine gerçekleşmiş olsa da çok partili sistemin ilk denendiği 1946 yılının tarihteki yeri ayrı tutuluyor. Zira 1946 yılı içerisinde patlayan sendikal çalışmaları tüm devlet erkini elinde tutan CHP ya da sermayedarlar değil Türkiye Sosyalist Partisi (TSP) ile Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi (TSEKP) emek yığınlarını sınıfsal perspektifte örgütlemiştir (Çelik, 2010). Bu sendikal hareketlilik sosyalist partilerin sınıf içindeki örgütlemeleri yoluyla gerçekleşmiş olması iktidarı korkuttuğundan sıkı yönetim mahkemeleri tarafından yargılanmış ve sonrasında tepeden inme bir sendika kanunu 1947 yılında çıkarılmıştır. Bu dönüm noktasının önemi ise TKP’nin yıllarca büyük oranda aydın kesime hitap ettiği bir örgütlenme biçimi göze çarparken 1946 yılında sendikalaşma yoluyla farklı sosyalist hareketler sınıf mücadelesini tabanda geliştirerek örgütlenme adımı atmıştır.

“İşçilerin hak ve varlığını korumak” sloganı ile Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve dağılan TKP’nin üyeleri Vatan Partisi’ni 1954 yılında kurmuştu. Türkiye’nin Demokrat Parti iktidarında oldukça gerici şartları yaşadığı bu dönemde, Kıvılcımlı cezaevinde kaldığı yıllarda hazırladığı teorik çalışmalarını hayata geçirmek gayesiyle hareket etmişti. Partileşme adımıyla tam olarak kendi deyimiyle legaliteyi istismar yöntemini pratiğe dökmüştür. Her ne kadar tabanda yeteri kadar örgütlenme başarısını gerçekleştirememiş olsa da ortaya koyduğu misyon ve çalışmalar açısından günümüze ışık tutuyor. Burada en çok dikkat çeken nokta 1957 seçimlerine yönelik partinin yaptığı sosyalist seçim çalışmalarıdır (Yaraşır, 2022). Bu noktada daha sonrasında türlü türlü davalara konu olacak Eyüpsultan konuşması ajitasyon ve propaganda açısından değerlidir. Bu dönem için ortaya koyduğu “İkinci Kuva-yı Milliyecilik” sloganı ve dine yönelik yaptığı çalışmalar nedeniyle eleştirilmiştir. Eleştirenlerin gözden kaçırdığı ya da görmek istemediği nokta ise Kıvılcımlı siyasetinin temelinde ve merkezinde her zaman Marksist-Leninist kuram ve işçi sınıfı önderliğinin duruyor oluşudur. O Lenin’in ortaya koyduğu “Prensipte bükülmezlik, taktikte esneklik” yöntemini, şartların olgunlaştığı dönem için ele almıştır. Tıpkı Marksizm’i tahrif edenler gibi Leninizm’in içini boşaltanlar, Kıvılcımlı’yı da softaca okuyup darbeci, ordu yanlısı gibi mesnetsiz ithamlarda bulunmuşlardır. Vatan Partisi, içinde bulunduğu şartlarda işçi sınıfı önderliğinde bir kitle yaratmaya çalışan sloganlar altında örgütlenme yapmaya çalışmıştır.

1946 sendikal hareketliliğinde sınıf içinde güçlenen sosyalistler, sonraki dönemde de Vatan Partisi ile TKP’nin boşluğunu doldurmaya başlamıştı. Akabinde 27 Mayıs darbesiyle DP iktidarı devrilmiş ve ardından gelişen süreçte sınıf mücadelesi ekseninde ciddi bir atılım meydana gelmiştir. 1960-1970 döneminin tarihsel olarak özel bir periyot olarak dile getirilmesinde sınıf hareketinin işçiler, yoksullar ve öğrenciler gibi çeşitli halk katmanlarıyla birlikte hareket halinde olmasının yanı sıra Dünya’da meydana gelen olayların etkisi olmuştur. Çin Kültür Devrimi sürecinin Asya’da yarattığı rüzgâr, 68’lerin Avrupa ve coğrafyamızda yığınları harekete geçiren eylemliliği hem bu dönemi özel kılmış hem de dikkatli incelendiğinde geçmişten birikerek gelen bir mücadelenin sonucu olduğunu göstermiştir.

1961 yılında gerçekleşen Saraçhane mitinginde on binlerce işçi bir araya gelerek toplu sözleşme ve sendikal haklar için yürümüştür. Burada hareket eden yığınlara yön veren kadrolar 1946 sendikal patlamasında öne çıkan isimler olmuş ve daha sonrasında TİP bu mitingin bir meyvesi olarak doğmuştur. TİP bu süreçte işçi sınıfının parlamenter bir kanadı da olsa tarihimizin önemli bir parçası olmuştur (Yaraşır, 2022). Zamanın değişimini anlamak ve nesnel şartlara uygun sloganlarla propaganda eğilimi göstermek seçim çalışmalarında işçi sınıfının çıkarları ve sosyalistler açısından çok önemlidir. Bu dönem ruhu Yalınayak İsmetlerin, Fukara Tahirlerin fabrika işgalleri ve grev yürüyüşleriyle can bulmuştu. Aynı şekilde öğrenci hareketleri, fikir kulüpleri, boykotlar ve üniversite işgalleriyle işçi sınıfı önderliğinde sınıf savaşımı yedek güçler ve müttefikler kazanarak mevzi alıyordu. Bu bağlamda 27 Mayıs öncesi Kıvılcımlı’nın büyük bir adım attığı ifade edilmişti. Ancak 1965 seçimleri ve 1968-1970 döneminin sınıfsal ve ulusal hareketliliği geçmiş dönemin koşullarından farklı cereyan etmiş olmasına rağmen TİP parlamentarizm ve sendikalizm çerçevesinde kısıtlı kalmış, Kıvılcımlı ise Volkan Yaraşır hocamızın deyimiyle zamanın ruhunu kaybetmişti. 15-16 Haziran grevlerinin yarattığı büyük işçi direnişi ile sosyalistlerin kitlesel gücü artmış olsa da 12 Mart’ın neticesinde, öncesinde kazanılan devrimci cepheler kayba uğramıştır. 1970-80 arası dönemde ise THKP-C, THKO, TİKKO vb. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya gibi devrimci önderlerin kurduğu illegal yapılanmaların faaliyetleri daha çok tartışılsa da 1973-1974 sonrası dönemden darbeye kadar işçi hareketleri ön plana çıkmıştır. Ancak 1960-1970 dönemindeki grevler, eylemler, yürüyüşler göz önüne alındığında sınıfsal hareketliliğin 1970-1980 arasında biraz daha geriye düştüğü ve bu dönemde legal zeminde yürütülen faaliyetlerin daha çok öğrenci hareketleri çerçevesine sıkışmış olduğu, bu sebeple de önceki tarihsel periyoda göre daha kısırlaştığı görülüyor.

Tarihten Dersler-4: Kürt Özgürlük Hareketinin Sosyalizmde Filizlenmesi

Kürt halkının özgürlük mücadelesi 1920’li yıllardaki isyanların kanlı bastırılması neticesinde durgunluk dönemine girmişti. 1960’ların toplumsal dinamikleri bu ulusal hareket için de önemli bir dönüm noktasını oluşturdu. Kürt hareketinin sol içinde filizlenmesinde TİP’in kuruluşunun etkisi büyük olmuştur. Zira partinin aydın kesimi içerisinde Kürt hareketinden gelen insanları da barındırıyordu. Lenin’in ortaya koyduğu Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı tezi Kürt hareketine sınıfsal perspektif kazandırarak TİP’le hareket etmesini sağlamıştır. Daha sonrasında Kürt hareketi kendi yolunu çizerek TİP’ten ayrılmış ve doğu bölgesinde yoksul köylü hareketlerinde özneleşmiştir (Yaraşır, 2022). Yol serisinde Kıvılcımlı’nın 30’lu yıllarda ortaya koyduğu Kürt halkının sömürülmesi ve ulusal hareketi üzerine yaptığı analizler o gün de bugün de Kürt özgürlük hareketinde etkilidir.

1980 dönemi askeri darbenin en baskıcı zamanlarını yarattığından bu dönem tüm sol örgütler gibi Kürt hareketi de yer altı faaliyetlerinin dışına çıkamamıştır. 1990’lara değin gelinen süreçte Kürt hareketi SHP içerisinden listelerle meclise girmiş ancak o karanlık yılların devlet klikleri DGM eliyle milletvekillerini mecliste tutuklayarak uzun yıllar kalacakları hapishaneye götürmüştür. Kürt halkının yüzlerce yıllık ezilmişliğinin getirdiği politik duruş onların kültürüne de yansıdığından tarihin hiçbir döneminde kolayca bertaraf edilememişlerdir. 90’lardan günümüze kadar olan noktada ise Kürt hareketi geçmişin tersine Türkiye komünist hareketine yol açacak kadar kitlesel gücü yakalamıştır. 1989’dan itibaren kurulup kapatılan HEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP, DTP ve BDP altında türlü türlü burjuva oyunlarına ve faşist baskılara rağmen legal zeminde çalışmalarını sürdürmüştür ve sürdürmeye de devam ediyor. 2000’ler itibariyle tüm seçim dönemlerinde tarihsel sorumluluklarından geri durmayarak yalnız Kürt halkının özgürlüğü için değil tüm yoksul halk katmanlarının refahı ve ezilen uluslar için radikal demokratik duruş sergilemiş, bu demokratik anlayıştan tüm kesimlere seslenmeyi ilke edinmiştir. Bu sebeple de günümüzde mecliste Kürt hareketi bileşeni olarak onlarca sosyalist kökenli milletvekili vardır.

Sonuç

Bugünün koşulları ekonomik olarak içi ve kurumları boşaltılmış, halk yığınları devlet içerisindeki cemaat grupları ve siyasal İslamcı paramiliter çeteler tarafından sindirilmeye çalışılan faşizmin günbegün kurumsallaşmaya çalıştığı bir kavşağı işaret ediyor. Marx’tan bu yana demokratik cumhuriyetin gerekliliği toplumsal süreçteki önemi bilimsel zeminde anlatılmış ve nihayet bugün Emek ve Özgürlük İttifakı’nın programına girerek ülkemizin üzerine çöken karanlık perdesini yırtıp parçalayacak bir evreye gelmiştir. Sosyalist devrimin gerçekleşmesi için burjuva devriminin sonuna kadar götürülmesinin esas olduğunu Lenin 1917 Ekim Devrimi ile ispat etmiş ve bu noktadan hareketle biz Türkiye komünistlerinin de en birinci ödevi burjuva devrimini sonuna götürecek olan demokratik cumhuriyeti kurmak olacaktır. Sınıf mücadelesi ekseninde tüm halk katmanlarını işçilerin örgütlü mücadelesinin önderliğinde iktidara taşıyacak olan yegâne şey devrimdir. Bu sosyalist devrimin temelini atacak olan ve yığınları mücadeleye katacak olan demokratik cumhuriyet için meclis bir amaç değil araçtır. Tüm bu bilinci özümseyip deprem nedeniyle halkımızı enkaz altında bırakan ve sonrasında da rant peşinde koşup halkı enkazdan çıkarmaya bile imtina eden bu iktidarın bertarafı ile alınacak nefes de demokratik cumhuriyetin temeli için çakılacak ilk çivi olacaktır. Unutmayalım, bizim çakacağımız bu ilk çivi sadece yeni cumhuriyetimizin temeline değil aynı zamanda siyasal İslam’ın tabutuna da çakılacaktır!

Seçim sürecinde yaptığımız çalışmalar, siyasetten uzak kalmış yığınları ister istemez siyasetin içine çekecek. Belki mecliste kazanılan sandalyeler kesin bir zafer getirmeyecek ama yeni bir dünya ve müreffeh bir ülke için atılacak ilk adım olacaktır. İşçilerin, yoksulların, ezilenlerin kısaca tüm sömürülen halk katmanlarının sesi olabilmek, mevcut şartlardaki üretim çelişkilerini tüm topluma anlatabilmek için meclis önemli bir araçtır. Demokratik yollarla kazanılan haklar ve kurulan karşı hegemonya neticesinde tarihin her anında şahit olduğumuz gibi iktidar pençelerini bileyerek bu kazanımların üstünden geçmek isteyecektir. İşte o zaman halk yığınları meşru bir şekilde elde ettikleri zaferin zor yoluyla kendilerinden alındığını gördüğünde devrimin gerekliliğine ikna olacaklar. Demokratik anayasa ile kuracağımız demokratik cumhuriyet sosyalist devrim için atılan ilk adım olacak!

Kaynakça

Çelik, A. (2010). Vesayetten Siyasete Türkiye’de Sendikacılık 1946-1967, İstanbul: İletişim Yayınları, 2010, s. 88.

Kıvılcımlı, H. (1978a). Sevkulceyş Bahsi (Strateji Konusu), Yol V, Köxüz Dijital Yayınları, s.16

Kıvılcımlı, H. (1978b). Legaliteyi İstismar (Legaliteyi Kullanma), Yol IX, Köxüz Dijital Yayınları, s.26

Lenin, V. İ. (1905). Anayasa Pazarı. Vperyod Gazetesi No:16. 30 Nisan 1905. (В. И. Ленин (1905). Конституционный Базар. 30 Апреля 1905 г. в газете «Вперед» №16.)

Lenin, V. İ. (1906). Boykot Hakkında. Proletariy gazetesi No:1. 21 Ağustos 1906. (В. И. Ленин (1906). О Бойкоте. 21 Августа 1906 г. в газете «Пролетарий» №1.)

Lenin, V. İ. (1908). Dolambaçlı Yol Boyunca. Proletariy gazetesi No:29. 16 Nisan 1908. (В. И. Ленин (1908). По Торной Дорожке! 16 Апреля 1908 г. в газете «Пролетарий» №29.)

Nimtz, A. H. (2018). Lenin’in Seçim Stratejisi, Marx ve Engels’ten 1905 Devrimi’ne Sandık mı, Sokak mı, Yoksa Her İkisi mi? Cilt-1, Yordam Kitap, s.26-28.

Yaraşır, V. (2022). Kıvılcımlı, Tarih Tezi ve Marksizm Sınıf Savaşlarının Ritmi ve Ruhu. Umut-Sen, s.24-25.

Dipnotlar

[1] Aleksandr Grigoryeviç Buligin (Александр Григорьевич Булыгин), 1905 döneminde Çar’ın içişleri bakanı olarak görev yapan Rus devlet adamı. Devrimci dayatmalar sebebiyle taviz vermek zorunda kalan Çar için Duma tasarısını hazırlayan kişidir. Bu sebeple Birinci Duma için aynı zamanda Buligin Duması da denir. (y.n.)

[i] Emek Grubu (Трудовая Группа), Rusya’da bir küçük burjuva siyasi örgüt. Bu örgüte bağlı kimselere Rusça Trudovik ismiyle hitap edilirdi. Nisan 1906’da Birinci Devlet Duması’nda Narodnik akımından köylüler ve aydınlardan oluşan bir milletvekili grubu olarak ortaya çıktı. Taslak program çerçevesinde “emek” normunu aşmayan devlet, mülk, kabine, manastır topraklarının yanı sıra özel mülkiyete ait topraklardan ülke çapında bir toprak fonunun oluşturulmasını, yani toprak mülkiyetinin ortadan kaldırılmasını ve fiili arazi kamulaştırmasını talep etmiştir. (Kaynak: Lenin V.İ., Köylü veya “Emek” Grubu ve RSDİP, Tüm Eserler (Rusça)., 5. baskı, cilt 13. Ленин В. И., Крестьянская или «Трудовая» Группа и РСДРП, Полн. собр. соч., 5 изд., т. 13)