İktidara Kurban Edilen Toplum

Müzisyen Onur Şener cinayeti ile beraber insan öldürmenin sıradanlığı ardındaki devlet aklını da görmüş olduk.

Yaşanan her cinayet iktidarın faşizmi kurumsallaştırma hamlesiyle birbirine göbekten bağlı.

Suç olarak cinayetten bir varoluş biçimi olarak insan öldürmeye doğru giden çok tehlikeli bir konaktayız. Bulunduğumuz zemin cehennemin eşiğinde her an içeri itilecek, aynı anda içerden de çekilecek, üzerinde durması zor, kaygan bir zemin. Öldürmenin sıradanlığı kan donduruyor. Esas kan donduran ise bu sıradanlığın kendiliğinden gelişmemesi.

Katliamlara ve cinayetlere yabancı bir toplum olmamamıza rağmen gidilen yer, geçmişte varılan noktaları da kapsayan ama ondan çok öte bir yer. Arkasına resmi gücü de alan(arkadaki bu güç illa silahlı olmak zorunda değil, Onur Şener cinayetindeki gibi devlet kurumlarında çalışmanın verdiği özgüven de aynı işi görmeye yarayabiliyor) cezasızlık zırhına bürünmüş sınırsız bir şiddet ve cinnet çağı.

“Çağın ruhu” otoritenin kendini yapılandırdığı bu şiddet sarmalı ile inşa ediliyor. İnşa edilen bu ruhun yarattığı değer her gün karşımıza çıkan ve gittikçe sıradanlaşan vahşet ile tüketiliyor. Tek adamdan başlayıp tek devlet, tek parti, tek bayrak, tek din, tek cins diyerek derinleşen otoritenin zorunun bireyler üzerinden topluma nüfuz ettirilmesi, ortaya her an her şeyi yapabilme potansiyeli taşıyan bir mahluk çıkarıyor.

Muhalefetin Her Türü Tehdit Altında

İktidarın muhalefet üzerinden ürettiği nefret ve husumetin bireydeki yansıması kendisine karşı geliştirilen her tür muhalefeti de şiddetin nesnesi haline getiriyor. Bu durum ile, istek parçası çalınmadı diye bir müzisyeni, kendine istediği gibi davranmadı diye bir kadını, konuşmasını ya da derisinin rengini beğenmedi diye bir insanı ya da kendi gibi giyinmedi, kendine biçilmiş toplumsal rolü oynamadı diye bir genci, trafikte yol vermedi diye önündeki sürücüyü öldürme serbestliği hızla meşrulaşıyor. Artık herkes ve her şey, bu serbestliği yaratan, yöneten ve yaygınlaştıranların tehdidi altında. Otoritenin her tür uzantısına muhalefet, ölüm riskiyle eş anlamlı.

İnsani değerlerin bu kadar rahat aşağılanıp bastırılması ortaya çıkan mahlukun kendi içinde oluşan şiddet evrenini dıştaki her tür nesneye yansıtmasını da beraberinde getiriyor. Yaşayan, yaşamayan her şey artık bu şiddetin radarında. Ekolojik tahribatın bireysel boyutu, hayvanlara yaşatılan zulüm gibi insani olanla açılan mesafeler de kapanmaz boyutlara geliyor. Faşizm kendini kurumsallaştırma mücadelesinde kişiliklere yer ederek toplumsallaşmaya, her katmanda kendi varoluşu yanında kendi psikolojisini de üreterek insani değerleri tüketmeye çabalıyor.

Yaşamak İçin Mücadele

Bu tablo bize iktidarın insanlık için ne kadar ölümcül ve kendisinin de orada durmasının ne kadar ölümüne olduğunu gösteriyor. Bir toplum iktidarda kalma uğruna kurban ediliyor. Fakat yaşanan durum geri adım atmayı gerektirmiyor. Yaşanan vahşetin siyasi boyutları ile toplumun nasıl bir enkaza çevrildiğini hepimiz görüyoruz. Bu enkaz yeni bir toplumun kurulmasını engellemek için yapılan bir yıkımdır. Aynı, Kürt köylerinin boşaltılıp yakılması gibi toplumun içinde de insana dair hiçbir şeyin barınmaması için yapılan büyük bir yıkım. Bu yıkımı durdurmak, iktidar kaynaklı bu gen bozumuna karşı durmak ancak faşizmin kurumsallaşmasını engellemek ve onu var eden iktidarı devirmekle mümkün olacaktır.