Sokak ve Halk Korkusu ile Damgalı Kurtarıcı Siyaseti

Geçtiğimiz günlerde önüme bir video düştü. Kemal Kılıçdaroğlu’nun(KK) esnaf ziyaretleri esnasında bir esnaf, ‘Bizim kırmızı halımız yok’ diyerek Kılıçdaroğlu’nun ayaklarının önüne montunu serdi. Kılıçdaroğlu da esnafa ‘büyük bir teveccüh’ göstererek, monta basmadan üzerinden adım atıp mekâna girdi. Kılıçdaroğlu’nun monta basmaması üzerine esnaflar KK’nin ‘halka iniş’ törenini alkış kıyamet karşıladı.(Söz konusu video için: https://artigercek.com/haberler/esnaf-kilicdaroglu-nun-onune-kirmizi-halimiz-yok-diyerek-montunu-serdi)

Ülkemizde süregelen siyaset ve halk arasındaki ilişkiselliğe dair çıplak bir örnek teşkil ediyor söz konusu video.

‘Halka İnmek’

KK’nin esnafla yaşadığı diyaloğun, esasında karşılıklı olarak kalıplaşmış bu düşünce ve davranış biçiminin tarihsel ve güncel kesişimselliğinde bir arka planı var. Ülkemizin tarihsel kodlarından, despotik devlet geleneğinin siyasal ve toplumsal taşıyıcılığından, o geleneğin kodlarıyla yapılan siyaset biçiminden, kulluk ve biat toplumu gerçekliğinden azade yordayamayız bu iletişim ve ilişkiselliği. Bu iletişim ve ilişkiselliğin kendisi, ana akım muhalefetin kavram setlerinden gidecek olursak ‘halka inmek’ jargonuyla tanımlanabilir, pekâlâ.

Girişte sözünü ettiğim videonun türevleri sizin de karşınıza, flash, flash flash ‘… lideri metroda halkın arasında…’, ’…. lideri uçağa halkla bindi, halkın içinde…’ gibi büyük puntolu manşetten haberler olarak düşmüş olmalı muhakkak. Zira bu gibi durumlar, ‘olağandışı- haber değeri taşıyan’ olaylar olarak lanse ediliyor.

Ana akım muhalefetin ağzına pelesenk olmuş siyasal jargonlarından biridir: halka inmek. Siyaset ve iktidar mefhumu halkın üzerinde, halktan soyutlanmış, doğalında halkın katılımına kapalı olduğundan mıdır nedir, düzen içi siyasi aktörlerin iktidardaki hükümete karşı muhalefet etme söylem ve araçlarında sıkça ‘halka inme’ modüllerine rastlarız.

‘Halka inmek’, her nedense özellikle seçim iklimlerinde başvurulan bir yöntemdir ve halktan oy istemek, kendine oy devşirmek adına esnaf, pazar, kahvehane ziyaretleri ve en fazla parlamento kürsülerine halkı yansıtan figürler çıkarmakla sınırlıdır. Hadi bir de bizden bonus olsun, miting ve buluşmalar ekleyelim bu halka inme parantezine; ama bu çağrılar da kontrollü ve yapılandırılmış çağrılarla sınırlıdır çoğunlukla. Ancak bunlar yapılınca, yani esnaf ziyaretleri, meclisi halka açmak yahut mitingler vb. ‘halkçı siyasete dümeni kırma’ yorumlarını beraberinde getiriverir. Siyasete, medyaya, halka yansımaları farklılaşmakla ve konjonktürel olarak değişmekle birlikte bir şekilde ‘puan toplar’.

‘Halk Adına’ Siyaset

Ana akım siyasetçiler ve de liderleri halka iner ve halk adına konuşurlar.

Ancak karıştırılmamalı ki, halkla birlikte, halkın içinde, halk için siyaset yapmakla, halk adına siyaset yapmak arasında kalın kırmızı sınırlar vardır. Zira, düzen muhalefetince, halk, ona uzaktan bakılan bir inceleme nesnesidir,  halkın sorunları, talepleri, hakları araştırma konusudur. Halk; onun adına konuşulan ve mutlak surette kurtarılması gerekendir. Kurtarıcı; halka inecek, halk adına konuşacak, vaatlerini vaaz edecek, ‘siyasetçi’liğini icra edecek ve zamanını bekleyecektir.

Halkın siyasete katılımı da seçim ve sandık aracılığıyla gerçekleşecek, halk adına siyasal mücadeleyi, parlamento aracılığıyla parti lider ve yöneticileri temsili demokrasinin sınırları gereğince ve gerektirdiğinde yürütecektir.

Sokak ve Halk Korkusu

Erdoğan’ın yeni yılın ilk saatlerinde ‘Biz size aşığız’ diyerek seslendiği halka, yeni yılın ilk armağanı olarak milyonlarca insanı daha da yoksullaştıran en temel insani ürünlere yapılan yüksek zam ilanları, muhalefet üzerinden sokağı tehdit ile devam etmiş, akabinde ise Millet İttifakı partilerinden ‘Bizi sokağa çekmek istiyorlar. Sokağa çıkmayın, sandığı bekleyin’ açıklamaları gelivermişti.

Rejim saflaşması sokağa inerse, onu kontrol edemeyecekleri kaygı ve korkusuyla halkın öfkesini soğurmak adına sürekli olarak geri basan muhalefet lideri KK, ‘Bizim kitabımızda sokağa çıkmak yok’, ‘Sandıkta ve sandık aracılığıyla mücadele edeceğiz’ açıklamasıyla bir kez daha sokak ile kurdukları tarihsel ve güncel ilişkinin adını açıkça koymuş oldu.

Alıştık artık.

Erdoğan öncülüğündeki saray koalisyonu, sokağa çıkanları bir kez daha darbecilikle suçlamış oldu. Hemen peşinden, ‘halkı kurtarmayı vaat eden’ ana akım muhalefet lideri de halkın en temel hakkı olan protesto etme hakkının bile üzerinden atlayarak, sokağı bir kez daha kriminalize etti. Edecek de. Zira, AKP’nin sokağa bakış açısı ile CHP’nin sokağa bakışı arasında pek bir fark yok.

Kemal Kılıçdaroğlu(KK), şimdilerde öncülüğünü yürüttüğü Millet İttifakı ve parlamentoda yan yana geldiği altı partiyle birlikte, Erdoğan iktidarından kurtuluş reçetesi olarak halka sundukları güçlendirilmiş parlamenter sistemde gösteri ve yürüyüş haklarını bizim iktidarımızda güvence altına alacağız vaatlerinde bulunsa da pratikte her zaman yaptığını yapmaya ve de aslında vaat ettiğini bugünden icra etmeye devam ediyor.

Tarihsel pratiklerinde ve kavramsal olarak, parlamenter demokrasi bile, sokağı dışlayan bir model değildir. Sokak, parlamenter demokrasi hukukunda, parlamentoda çözülemeyenlerin çözümünün istendiği alanlardan biridir. Bu 6’lı ittifakın parlamenter demokrasisi de kendilerine has, Türkiye orjinalitesi ve despotik devlet geleneğiyle damgalıdır. Ne de olsa, vaatleri gericiliğin restorasyonundan başka bir şey değil.

Daha evvel sıklıkla, Gezi döneminde, ardışık olarak yaşadığımız seçim dönemlerinde, referandum sürecinde, zamlara ve enflasyona karşı sokak eylemliklerinde; KK, karnından konuşarak ‘protesto bir haktır’ deyiverse de anımsarsanız, ‘protesto, şiddet olmazsa haktır’ demeçleriyle, her defasında sokağı şiddetle eşleyip, kamuoyu önünde defalarca sokağı suç mekânı olarak ilan etmiştir.

Son yıllarda yaşadığımız kritik dönemeçlerde, sokağa çıkış pratiklerini sık yaşadık, protestolar pekâlâ büyüyüp yaygınlaşabilir, politik iklim derinleşebilir, rüzgâr halktan yana daha çok esebilirdi… Sokak eylemleri bu potansiyeli taşıyordu. Hatta daha da ötesinde, kurucu bir potansiyel taşıyordu. Ama ne oldu? Bu kritik eşiklerde, CHP’nin tutumu ve bilinçlice yürüttüğü tartışmalar, bu protestoların sönümlenmesinde önemli bir faktör oldu. Yürütülen anti-sokak politikası her defasında, Erdoğan iktidarına hayat öpücüğü oldu.

CHP ve KK sokak politikasını aslında aynı tutarlılıkla ve ısrarla sürdürüyor, sürdürecek de.

Toplumsal mücadele ve hareketlerin üzerinden atlanması, marjinalleştirilmesi tesadüfi söylem ve pratikler değil, bu siyasal yapıların devlet ve sermaye ile kurdukları ilişki ve doğası gereği tecelli eden tutumlardır. Halkın siyasete dahli, halkın özneleşmesi durumda, kendilerinin boşa çıkacağı bir düzlem oluşacak, bunun gayet tabi farkındalar. Dolayısıyla, anti-sokak tutumlarında provokasyon korkusundan ziyade halk korkusu var.

Aynı halk korkusunun ürünü olarak, geçtiğimiz günlerde, Kazakistan halkının sokağa inen öfkesine karşı, sokak eylemlerine sırtını dönen ve rejimi savunan, birlikte imzaladıkları bildiri de bunun son tescillerinden. AKP, CHP, MHP, İyi Parti tarafından ‘Kardeş Kazakistan’da son günlerde meydana gelen gelişmeleri endişeyle takip etmekteyiz. Kazakistan’ın istikrar ve huzuru bizler için ülkemizin barış ve huzuru kadar önemlidir’ sözleriyle Türkiye’nin Kazakistan’a her türlü desteği vereceği birlikte vurgulanmıştı. Evet; devlet ve sermaye söz konusu olduğunda doğaları gereği yok birbirlerinden farkları.

KK, Gezi sonrası Taksim’de yaptığı mitingin devamını neden getirmemiştir? Adalet yürüyüşünü neden bir adım ileri sıçratmamıştır ya da henüz gündemi soğumamış olan Mersin’de başlattığı, üstelik mitingin yapıldığı mekâna da ‘umut meydanı’ adının verildiği kendi kavramsallaştırmalarıyla ‘milletin sesi’ dedikleri mitinglerin devamını neden getirmemiştir?

Çünkü hepsi konjonktüre özgü simgesel hareketler olmanın ötesinde tutum alışlar değildir. Çünkü onların cenahından yapılan sokağı kapsayan hamlelerin ana ekseninde sokağı bizzat tepeden kontrol altına almak, halkın öfkesini, tepkisini tepedekilerin çıkarlarınca soğurmak, ehlileştirmek gibi bir manası vardır. Çünkü o ‘milletin sesi’ değil devlet ve sermayeyle iltisaklı olmanın ötesinde göbek bağı olan düzen muhalefetinin sözcülerinin sesidir.

Değilse, Millet İttifakı üzerinden gidecek olursak, güçlendirilmiş parlamenter sistem hedefiyle sürekli birbirlerinin parti binalarına misafirliğe gidip ortak basın açıklamalarından gayrısına adım atamamanın, esnaf ziyaretlerinden, arada bir yapılan meclis çıkışlarından, mutfak konuşmalarından, twitter floodlarından öteye geçememenin kendi zeminleri dışında başka ne anlamı olabilir ki? İşte bunlar bu kadardır. Ufukları da tahayyül ettikleri iktidar ve toplum biçimleri de budur.

Kurtarıcı Siyaseti

Sokak, siyasetin toplumsallaştığı ana düzlemi simgeler.

O toplumsallaşma ve özneleşmenin sonuçlarına duyulan korkudandır ki, düzen muhalefeti, konumlandığı zeminin çıkarları gereğince, halkı pasifize ederek, kamuoyu yoklamalarına dayanan siyaset yapma yöntemiyle, arz ve talebi sandığa, seçime indirger. Bu indirgeme, otoriterleşmeye de alan açar ve bu alan lider kültüyle damgalıdır. 

Popülist stratejilerde liderin rolü yadsınamaz. Lidere dayalı hareketlerin, karizmatik liderlik usulü siyaset biçimi, lider ile halk arasında tesis edilen tepeden inmeci otoriter ilişki biçimi kurtarıcı siyasetinin önünü açar.

Sokak korkusu ve kurtarıcı siyaseti arasında doğrusal bir akıl ve ilinti vardır. Dinler tarihinden bu yana, kendilerini çaresizlik içinde gören kitleler, tarihten günümüze, olan bitenlerden, tepelerine çöreklenen hükümdarlardan kurtulmak için yılana sarılıp, kurtarıcı beklentisine girmişlerdir.

Kurtarıcı beklentisinin toplumsal ve siyasal alanda çeşitli tezahür ediş biçimleri olagelmiştir. Egemen siyasetin, mevcut olana muhalefet etmek adına halkı kullanışlı bir aparat olarak dilediğince eğip bükeceği, umut tacirliğiyle kendilerini kurtarıcı ilan ettikleri siyasal zemin de tarihten günümüze farklı biçimlerde tezahür etmiş; ancak Türkiye Cumhuriyeti tarihinden ve yakın siyasi tarihimizden de bizzat okuyabileceğimiz üzere, kurtarıcı siyaseti vaat siyasetinin sınırlarını bir adım dahi aşamamıştır. Bugün de aşamayacaktır. Zira bugün vuku bulan kurtarıcı siyasetinin vaat ettikleri de Türkiye orijinalitesi ve despotizmiyle damgalı olan temsili demokrasiyi iyileştirme ve kurtarma operasyonundan başka bir şey değildir.

Halk için değil, halk adına; kendini, devlet ve sermaye sistemini kurtarmak ve yeniden tesis etmek içindir.

Hükümdarlar ve kurtarıcılar arasında salınan siyaset ikiliğini boşa düşürmek ise, halkın özneleşeceği sosyalist iktidar tahayyülünün örgütlü bir güç olarak sahneye inmesi ile mümkün olacaktır.