Çıkış Yolu-Ercüment Akdeniz

El Yazmaları’nın notu: Sosyalist solun mevcut krizinden ortak bir çıkışın sağlanması çabalarına katkı sunmak amacıyla, “Solun Krizi, Çıkış Arayışları, Mücadele ve Olanaklar” başlığı altında Türkiye Sosyalist Hareketi’nin çeşitli temsilcileri ve yazarlarına yönelttiğimiz çağrı çerçevesinde hazırladığımız dosyamızın on sekizinci yazısını paylaşıyoruz. Emek Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz’in yazdığı “Çıkış Yolu” başlıklı yazıyı ilginize sunuyoruz. Akdeniz yazısında faşizm ve restorasyoncu gidiş değerlendirmesi yapıp sosyalistler için iki acil göreve işaret ediyor; bu görevleri, acil talepler etrafında örgütlenme ve halk ittifakının yaratılması olarak belirtiyor.

Türkiye’de, sermaye düzeninin dümeninde son 19 yıldır AKP iktidarı oturuyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş sürecinde yanına MHP’yi alan AKP, “tek adam tek parti” sistemini adım adım hayata geçirdi, geçiriyor. Süreç faşist bir rejimi tahkim etmeye doğru ilerliyor. Ne ki, yeterli halk desteğinden uzaklaşan iktidar sendelemeler de yaşıyor. “Beka” dedikleri şey tam da ayaklarının altından kayan halının zor yoluyla tutulmasıdır.  

Çokça sözünün edildiği gibi bu “yeni” rejim sadece hükümet blokunun arkasında pozisyon tutan 5’li sermaye çetesine dayanmıyor. TÜSİAD, MÜSİAD, TİSK de içinde olmak üzere bir bütün olarak patronlar koalisyonu tarafından kurulan bu rejim, yıpranan yerde at değiştirmek üzere yeniden tartışılıyor. Bir restorasyon projesi olarak Millet İttifakı tam da burada anlam kazanıyor. “Tek adam yönetiminden kurtulmak” uğruna ehven-i şerhe mahkûm edilmek istenen işçi sınıfı ve halk kitleleri, bir başka burjuva ittifak bloku olan Millet İttifakı’nın arkasına yedeklenmek isteniyor. Burjuva klikler arasındaki hegemonya mücadelesi elbette bir gerçeklik. Fakat esen rüzgâra göre sermaye çevrelerinin rüzgârgülü misali nasıl saf değiştirdikleri de tarihsel süreçle kanıtlanmış bir gerçeklik. 

Bir süre önce çete-mafya liderleri tarafından ifşa edilen bilgiler, karşılıklı salvolar; rejim değişikliği tartışmalarında devlet içinde örgütlenmiş yahut devletle ilişki halindeki karanlık güç odaklarının da yeniden pozisyon almaya başladığını gösteriyor. Dolayısıyla mevzu, seçim yoluyla bir iktidar değişikliğinin çok ötesine geçerek, aynı zamanda bir zor aygıtı olarak devlet içindeki yapıların iktidar savaşını da içinde barındırıyor. 

Verili durumda düzen ya da sistem içi çözümlerin işçi sınıfı ve halk güçleri bakımından kurtarıcı bir çıkış yolu sunamayacağı açık. O nedenle devrimci demokratik bir dönüşümü temel almayan bir siyasal anlayışın halka gerçek kurtuluş yolunu sunması mümkün değil. 

Sosyalistler bugün iki acil görev ile karşı karşıya. 

Birincisi, emekçilerin ve yoksul halkın acil talepleri etrafında bir mücadeleyi örgütlemektir. Bu kapsamda mücadele örgütleri ve içerisinde sendikal yapıların olduğu çağrı merkezlerini tabandan oluşturmaktır. Bu başarılması kolay bir görev değildir. Zira iktidar her fırsatta baskı ve tehdidi artıyor, halkı sindirerek yoluna devam etmek istiyor. Düzen muhalefeti ise sandığı işaret ederek “sokak korkusu”nu egemen hale getirmek istiyor. 

İkinci olarak, iki kutuplu burjuva ittifak anlayışına karşı işçi sınıfı ve halk güçlerini birleştirecek üçüncü bir seçeneğin (halk ittifakı) yaratılması gerekiyor. Elbette bu çalışma esas olarak emekçi yığınların içerisinde örgütlenmelidir. Bu temelde emek, barış, demokrasi ve özgürlük güçlerinin birliği muhakkak sağlanmalıdır. Sürecin örgütlenmesinde sosyalist parti ve örgütlerin rolü belirleyici olacak. Fakat bilinmeli ki, Halk İttifakı çok daha geniş bir alanı kapsar, kapsamalı. Bir sosyalist parti olarak EMEP’in dönem taktiği işçi sınıfının politik ittifak platformunu örgütlemektir. Halk seçeneğinin yaratılması işçi sınıfını, emekçileri ve onların taleplerini merkeze koyan bir platform üzerinden inşa edilmelidir. Kadın ve gençlik kitlelerinin, ezilen yığınların kurtuluşu işçi sınıfı etrafında kenetlenmeye bağlıdır.

Sözü edilen iki kutuplu burjuva ittifakın bir yanı “tek adam rejimi”nde ısrar ederken, diğeri “güçlendirilmiş parlamenter sistem” diyor. Her iki sistemin ortak özelliği uluslararası sermayeye ve yerli işbirlikçilerine güven temeline oturuyor. Bizim farkımız, alternatifimiz, halk demokrasisini hedefleyen, kurucu meclis ve demokratik bir anayasayla taçlanan ve halkın gerçek anlamda egemenliğine kapı aralayan bir alternatiftir. İşçi ve emekçilerin, yoksul köylülüğün, ezilen gençlik ve kadın kitlelerinin, ezilen halk ve tabakalarının başka türlü yönetimde söz sahibi olması mümkün değildir. Elbette bu inşa süreci, zengin sınıfların bugüne kadar hüküm sürdükleri egemenlikten farklı olarak yoksul emekçi sınıfların, en genel anlamda halkın egemenliğine dayanacaktır. Kaldı ki, Türkiye, Kürt sorunu, laiklik sorunu gibi ağır demokrasi yoksunluğuyla karşı karşıyadır. Dolayısıyla ekmek mücadelesi tutarlı demokrasi ve laiklik mücadelesine bağlanmak zorundadır. Kürt sorunu ve laiklik sorunun çözümü restorasyoncu hayallerde değil halkların birleşik mücadelesini kapsayacak Halk İttifakı çizgisinde sağlanabilir.  

AKP’nin 2023, 2053, 2071 vizyonuna bakıldığında “sınıfsız, zümresiz bir toplum”dan söz eder. Sınıf tanımlaması bakımından benzer yaklaşımı CHP’nin “İkinci yüzyıl manifestosu”nda da görmek mümkün. Oysa cumhuriyet tarihinde toplum hiçbir zaman sınıfsız zümresiz olmamıştır. Bir avuç sermaye sınıfı, milyonları aç yoksul bırakmak pahasına ülke zenginliklerine, üretilen artı değere el koymuştur. Bu nedenle sosyalist bir parti olarak EMEP, Türkiye’nin yoksulluk ve sömürüden kurtuluş programını dünyanın uluslararası kapitalizmden kurtuluş hedefine bağlamaktadır.   

Pandemide işçileri ölümüne çarklara süren kapitalistler hem dünya hem de Türkiye’de yeni sömürü teknikleri geliştirdiler. Evden ve esnek çalıştırma, daha az işçi ile çok verim, düşük ücret, kuralsız ve güvencesiz çalışma bu tekniğin güncel görünümleri haline geldi. Öte yandan enflasyonist politikalar bütün dünyada belirmeye başladı. Acı reçete ise yine yoksullara kesiliyor. Kısacası sınıfsal uçurum derinleşti, derinleşmeye devam ediyor. Bu süreçte sağlığa, aşıya, teste, ilaca erişim daha da zorlaştı. İlaç ve aşı tekelleri yeni bir endüstri alanı oluşturdu. İnsanlık bu nedenle Hindistan başta olmak üzere yoksul bölgelerde kırıma itildi. Küresel iklim değişikliği, kuraklık ve kıtlık alametleri geleceğe dair endişeleri arttırıyor. Dolayısıyla ülkelerin tek tek kurtuluşu davası hiç olmadığı kadar dünyanın ve insanlığın geleceği mücadelesine bağlanmış durumda. Enternasyonal dayanışma ve mücadele her zamankinden çok önem kazandı. Bu gelişmeler elbette uluslararası sosyalist hareketin yeniden ayakları üzerinde doğrulması bakımından da önemli bir zemin sunuyor.   

Emperyalizm, sistematik biçimde küresel göç ve mülteci nüfusu üretiyor. Türkiye, dünyanın en çok mülteci nüfusuna sahip ülkesi haline geldi. AKP, mülteciler üzerinden pazarlıklar yaparak Türkiye’yi Avrupa’nın “göçmen deposu” yaptı.  Geçtiğimiz 10 yılda bu hikâye daha net görüldü. İşçi enternasyonalizmini savunan bir parti olarak EMEP her daim göçmen ve yerli işçilerin mücadele birliğini savundu. Irkçılığa, şovenizme karşı kararlılıkla mücadele etti. Bu süreçte saya ve tarım işçilerinin grevlerinde olumlu mücadele biçimleri ortaya çıktı. EMEP, Türkiye’deki siyasal, sosyal mücadelede, yurttaş olan/olmayan ayrımını reddeder. Bu topraklarda yaşayan bütün emekçilerin sendikal, siyasal ve ortak örgütlenmesini savunur. Partimizin bu yönelimi sosyalist hareket bakımından da ön açıcı olmaktadır.

Sonuç olarak EMEP, bu eksende, ülkenin bütün işçilerini, emekçilerini ve ezilen kesimlerini birleştirmek ve mücadeleye kazanmak için çalışmaktadır. Ve elbette dost parti ve örgütlerle dayanışma, bu mücadelenin önemli köşe taşlarından biridir.