Bir İhtiyaç Olarak Devrimci Önderlik – Hüseyin Ateş

El Yazmaları’nın notu: Sosyalist solun mevcut krizinden ortak bir çıkışın sağlanması çabalarına katkı sunmak amacıyla, “Solun Krizi, Çıkış Arayışları, Mücadele ve Olanaklar” başlığı altında Türkiye Sosyalist Hareketi’nin çeşitli temsilcileri ve yazarlarına yönelttiğimiz çağrı çerçevesinde hazırladığımız dosyamızın sekizinci yazısını paylaşıyoruz. Devrimci Parti Avrupa Temsilcisi Hüseyin Ateş’in “Bir İhtiyaç Olarak Devrimci Önderlik” başlıklı yazısını ilginize sunuyoruz. Ateş, yazısında derin yeniden üretim krizi içerisindeki kapitalizmin sol için olanaklar ve tehlikeler barındırdığını belirtirken, düzen içi siyasetin sınırlarına hapsolmayan, Leninist bir devrimci önderlik eksikliğine dikkat çekiyor.

Devrimci komünist hareket 20. Yüzyıl sosyalizm deneyimlerinin yenilgisi sonrasında yaşadığı büyük gerilemenin içinden çıkabilmek için yollar arıyor. El Yazmaları’nın çağrısı bu yol arayışlarına katkı sunduğu ölçüde işlevli olacaktır. 

Salgın süreci sermayenin dünya çapında yürüttüğü yeni bir sınıfsal saldırının örtüsü işlevini görüyor. Kurumsallaştırılmaya çalışılan daimî olağanüstü hâl rejimleriyle temel sosyal ve politik haklar sürekli olarak budanıyor. Salgına karşı geliştirildiği iddia edilen önlemler geniş emekçi kitleler açısından işsizleşme, yoksullaşma; küçük-burjuva katmanlar açısından mülksüzleşme ve yoksullaşma sonuçlarını doğuruyor. Tüm bu süreç devletin denetim ve kontrol kapasitesinin yeni düzeyler kazanmasıyla beraber ilerliyor. Bu sınıfsal saldırının temelinde emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı derin kendini yeniden üretme krizi bulunuyor. Bu yapısal krizin en görünür hale geldiği 2008-2009 durağından bu yana, sermaye krize ekonomik, siyasal ve ideolojik düzeylerde yanıtlar üretmeye çalışıyor. Salgınla birlikte uygulanmaya başlayan yeni “olağanüstü hâl” durumu sermayenin krize karşı geliştirdiği siyasi bir hamledir. 

Açılan yeni dönem tüm dünyada büyük alt üst oluş süreçlerini koşullamaktadır. Devrimci sosyalistler için bunun yalın anlamı; büyük devrimci olanaklar ve büyük tehlikeler barındıran mücadele süreçlerinin akmakta olduğudur. Emekçi kitleler arasında hoşnutsuzluk dünya çapında yayılmakta ancak henüz siyasal ifade kazanamamaktadır. Ülkede yaşanan süreçlerin özgüllüklerini dikkate almalı kuşkusuz ancak bunların henüz siyasal ifadesini kazanamamış derin hoşnutsuzluğun dünya çapındaki yayılışıyla bağlantısı da kurulmalıdır.

Açılan yeni dönem eğer kitle kabarmaları, isyanlar, devrimci çıkışlar, karşı-devrimlere gebeyse, devrimci önderlik nosyonu Leninist içeriği ve pratiğiyle kristalize olmalıdır. Leninist devrimci önderlik nosyonuna karikatürleştirilmiş biçimleri üzerinden yapılan liberal-reformist saldırılar gerileme yıllarında sol içinde geniş bir zemin kazanmıştır. Son dönemde sol içinde yürütülen tartışmalarda öne sürülen kimi düşüncelerde bu yaklaşımın izdüşümlerini geniş ölçüde görmek mümkündür. Leninist devrimci önderliğin inşasını en yakıcı gereksinim olarak kabul eden devrimci komünistler, bu hedef için yürüme iradesini kuşanarak yola çıktılar. 

2000’lerin başında yükselen küreselleşme karşıtı eylemlerden Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yükselen büyük kitle mücadelelerine, oradan ülkemizde Gezi’ye somut olarak görüldü ki, devrimci bir önderliğin yokluğunda büyük kitle mücadeleleri dahi gerisinde kalıcı örgütsel ve siyasal birikimler bırakmıyor. 

Leninist içeriğiyle devrimci önderlik, kendinden menkul bir grubun sosyal ve siyasi mücadele dinamiklerine tepeden talimatlar yağdırması değil, o mücadele dinamikleriyle hal hamur olmuş, o mücadelelerin içinde var olan siyasi ögelerin oluşturduğu bir üst birliktir. Ülkenin hareket halindeki mücadele dinamiklerinin dışında devrimci bir önderlik inşa edilemez. Böyle olduğu için, savaşan, mücadele eden bir devrimci önderlik inşası görevini önüne koyanlar ülkede hareket halindeki dinamiklerle birlikte mücadele etmekte, bu hareketleri oluşturan bileşenler arasında yer almaktadır. 

Devrimci önderlik, hareket halindeki mücadele dinamiklerinin eyleminin içinden süzülüp çıkacaktır ve fakat aynı zamanda bu dinamikleri proletaryanın devrim yürüyüşünün aktif bileşenleri haline getirme görevini üstlendiği ölçüde başarılı olacaktır. Bu görevi üstlenmeyen, hareket halindeki dinamikleri proletaryanın devrim yürüyüşünün bileşeni haline getirmekten kaçınan ve bu dinamiklerin varoluşunun kapitalizmin işleyişiyle sıkı bağını ortaya koymayan ve bundan sonuçlar çıkarmayan yaklaşımlar, Lenin’in sözleriyle “kendiliğindenlik önünde eğilme” eğilimini temsil eder. 

20. yüzyıl sosyalizm deneyimlerinin çözülüşü sonrası solu derinden etkileyen liberal-reformist rüzgâr “sınıftan kaçış” eğiliminin çeşitli formlarda ortaya çıkmasına neden oldu. Liberal-reformist rüzgâr, devrimci hareketlerde ideolojik ve örgütsel likidasyonun geniş bir alan kazanmasını sağladı. En bayağı türden liberal kavramların, Marksist teorinin temel kabul ve kavramlarıyla harmanlanması sonucunda eklektik bir ideolojik formasyon sola hâkim oldu. 

Yeni bir devrimci önderlik ideolojik düzeyde sözünü ettiğimiz hâkim eklektik ideolojik formasyona karşı Marksist-Leninist ideolojinin temel kabul ve kavramlarının güçlü bir savunusuyla inşa edilecektir. Liberal-reformist ideolojik formasyonla net bir hesaplaşma ve kopuş yaşamadan yeni bir devrimci önderlik inşa edilemez. Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin 1902-1908 ve 1914-1918 arasında gerçekleştirdiği ideolojik müdahaleler ve kopuş bu bağlamda anılmayı hak eder. 

Marks-Engels sonrası dönemde Marksizm’in temel kabul ve kavramlarında bir “yenilenme”, “revizyon” talep edenler, bu taleplerini kapitalizmin yaşadığı değişimlerle gerekçelendirmişti. Lenin kapitalizmin yaşadığı değişimi reddetmek şöyle dursun, çalışmalarıyla bu değişimin sağlam bir sosyo-ekonomik ve sınıfsal analizini tüm yönleriyle ortaya koydu. Lenin bunu temel Marksist kabul ve kavramlara sağlam bir bağlılık temelinde gerçekleştirdi. Liberal-reformist kavram bulamaçlarının öğretiye bir şekilde eklemlenmesine net bir yanıt verdi. Öğretinin o güne dek elde ettiği kazanımları titizlikle koruyarak ona yeni elemanlar kazandırdı. 

Son 30 yılda yaşananlar Lenin’in yönteminin büyük ölçüde terk edildiğine işaret ediyor. Sosyalizmin yenilgisi, bu deneyimler aracılığıyla ortaya çıkan kazanımların da terk edilmesi yönünde bir eğilimi güçlendirdi. Burjuva demokrasisi normlarına gerileme solun ideolojik ve politik dünyasında baskın bir yönelim konumunu kazandı.

Proleter demokrasisi yerini şekilsiz bir “demokratizme” terk etti. Oysa bu şekilsiz “demokratizm” hiçbir yenilik taşımıyordu; Bolşevik önderlikli Sovyet Halkları Ekim Devrimi sonrası Sosyalist kuruluş yolunda proletarya diktatörlüğünü inşa etmek için harekete geçtiğinde, Alman Sosyalistlerinin reformist önderlerinden Kautsky, bu girişimin bir “çılgınlık” anlamına geldiğini, bir an önce geri dönülmesini ve “demokratik” bir Rusya yaratmak için burjuvaziyle anlaşmanın yollarını bulmalarını salık vermişti. Kendileri Avrupa’da bunu yapmaktaydı. 

Lenin Kautsky ve benzerlerinin bu önerileri hakkında yeterince yazdı; bu önerilerin gerisinde bulunan liberal-reformist ideolojik formasyonu deşifre etti. Marksizm-Leninizm’in önemli ideolojik kazanımları, yenilgi yıllarında çok ciddi saldırılara uğradı, Kautsky ve benzerlerinin tezleri çeşitli kavram hokkabazlıklarıyla solda geniş bir alan kazandı. Bu bağlamda, yeni bir devrimci önderlik inşasının öncelikli görevlerinden birisi ideolojik alanda ciddi bir alan temizliğidir. Alan temizliği, liberal-reformist kabul ve kavramlarla kararlı bir ideolojik mücadeleyle gerçekleşecektir. 

Leninist devrimci önderlik anlayışı, hiçbir mücadele yöntem ve aracını mutlaklaştırmaz. Leninist anlayışa göre, öne çıkacak ya da belirleyici önem kazanacak mücadele yöntem ve araçları akan süreçlerin karakterine ve devrimci örgütün kapasitelerine göre belirlenecektir. Son 30 yıla bakıldığında açık bir biçimde görülmektedir ki, solun çoğunluğu yasal alanı temel alan, faaliyetinin ana eksenini buraya oturtan bir yönelim içindedir. Yukarıda belirttiğimiz, tüm mücadele yöntem ve araçlarının önemi ve kullanımı sözde kabul edilmekte ama pratikte egemen sınıfın keskin kılıcı devletin çizdiği sınırlar içine hapsolmuş bir faaliyet esas alınmaktadır. Yeni bir devrimci önderlik ancak bu sınırların dışında oluşturulabilir. Eğer sınıflar mücadelesi kabul ediliyor ve egemen sınıfın keskin kılıcını her süreçte daha fazla bileylediğine inanılıyorsa -öyle olduğu genel olarak kabul edilmektedir- hareket burjuva yasallığının sınırlarına nasıl ve neden hapsedilir? 

Meselenin bu yönü ülkemiz pratiğinde daha açık hale gelmiştir. AKP-MHP faşist blokunu ister kurumlaşmış faşizm olarak kabul edin, isterseniz kurumsallaştırılmaya çalışılan faşizan bir iktidar biçimi, tüm dünya deneyimlerinde faşizme karşı mücadelede uygulanacak mücadele yöntem ve araçlarının çeşitliliği iyi bilinir. Solun kendini burjuva yasallığı sınırları içine hapsetmesi nedeniyle, bu sınırın dışındaki mücadele yöntem ve araçları bırakalım kullanılmayı, anılmamaktadır da. 

2. Enternasyonal solculuğunun iyi bilinen devrimci mücadeleyi burjuva yasallığının sınırları içine hapsetme eğilimi, yenilgi yıllarında sol içinde “yeni örgüt” adı altında tedavüle sokulmuş, örgütlenme ve eylem bu sınırların içine çekilmiştir. Yeni bir devrimci önderlik, inşa sürecinde bu anlayışla hesaplaşmayı önceliklerinden birisi olarak kabul etmelidir. Mücadeleyi her koşul altında sürdürecek, her tür mücadele yöntem ve aracını kullanan ve bunu yetkinleştiren bir tarz kelimenin gerçek manasında yeniyi inşa edebilir, edecektir. 

Sosyalist solda başlayan tartışmalarda çok atıf yapılan yazılardan birisi Ali Ergin Demirhan’ın Sendika.Org’da yayınlanan “Direniş Fraksiyonu” yazısı oldu. Demirhan yazısında solun durumunu tarif ederken, “Yenilgilerle ehlileşmiş Türkiye sosyalist” hareketinden, “temsil alanındaki siyaseti esas alarak sınıf mücadelesini talileştiren” sosyalist hareketten, “anti-faşist mücadelenin gerekliliğini yadsıyarak mücadeleyi olağanüstü durumun sonrasına erteleyebilen eğilimler”den söz ediyor.

Demirhan’ın sosyalist sola ilişkin bu saptamalarını paylaşıyoruz. Bu saptamalar, komünist hareketin genel olarak Leninist devrimci önderlik nosyonundan kopuşunun pratikteki çeşitli görünümlerini ortaya koyuyor. Bu saptamaları seneler önce yapan devrimci komünistler, bu saptamalara denk düşecek bir siyasi konumlanış için harekete geçtiler. 

Demirhan bu saptamalarının hangi siyasal ve örgütsel sonuçları yaratması gerektiğinin farkındadır ve yazısını bunlarla bitirmiş ve şunları ifade etmiştir: 

“Bu durum kendiliğinden değil iradi bir sürecin gerekliliğine işaret etmektedir. Direniş eğilimlerini sistem karşıtı içeriğiyle kavrayan bir politik programın oluşturulması, ona doğrudan eyleme ve özsavunmaya dayalı bir eylem çizgisi kazandırılması ve böylesi bir eylem çizgisinin ve kapsayıcılığın gerektirdiği çoklu görevlere uygun bir örgütsel yapının kurulması gerekmektedir. Direnişin egemen siyasi saflaşmaya kurban gitmemesinin ve “Erdoğan diktatörlüğü” karşısında devrimci bir politik alternatif yaratılmasının yolu da budur.”

Bu saptamaları seneler önce yapan ve bu saptamalardan doğan siyasi görevleri üstlenmek için harekete geçen komünist devrimciler, birleşik devrime ve bunun için birleşik devrimci savaşın gerekliliğine inanmaktadır. Yol açıktır ve bu yolda yoldaşlaşmak komünist devrimcilerin samimi dileğidir. İradi bir sürece dalmanın temel önkoşulları nelerdir? Sözü edilen örgütsel yapı burjuva yasallığının sınırları temel alınarak nasıl kurulacaktır? Sözü edilen eylem çizgisi burjuva yasallık temel alınarak nasıl üretilir? Bu soruların samimi yanıtı bir temel ögeyi içermek zorundadır: Mevcut olanın reddi. Bu olmadan edilen tüm sözler, sadece mevcudu “idare etme” anlayışına denk düşer. 

Çünkü:

“Yenilgilerle ehlilleşmemiş”, “Temsil alanındaki siyaseti esas almayan” komünist devrimciler vardır. “Anti-faşist mücadelenin gerekliliğini” yadsımamakta tam tersine her tür yöntem ve araçla faşizmle mücadele etmektedirler, tüm mücadele yöntem ve araçlarının kullanılması noktasında son derece net bir perspektifleri vardır. Parlamenter olanaklardan faşizme karşı silahlı direnişe uzanan geniş bir yelpazede hiçbir olanağı elinin tersiyle itmeden, tümünden yararlanarak mücadele etmektedirler. Yeni bir devrimci çıkışın zorunlu önkoşulu işte bu çerçevede çok yönlü yürütülecek mücadelelerdir. Devrimci önderlik çok yönlü mücadelenin içinden çıkagelecektir.

Solun sınıfsal temelinden kopuşu, yenilgi yıllarında hem ülkemizde hem dünyada solun belirleyici özelliği haline gelmiştir. Proletaryayla bağların kopuşu, ona yabancı bir sol yaratmıştır. Bu bağlamda, solun sınıf temeliyle buluşması, proleterleşmesi en yakıcı ihtiyaçlardandır. Yeni bir devrimci önderlik ancak sınıf temeliyle buluşarak proleterleşerek oluşturulabilir. 

Komünist Manifesto yazıldığında, proletarya Avrupa’da dahi azınlığı oluşturuyordu. Günümüz dünyasında proletarya her yerde ezici çoğunluktur. Yenilgi yıllarında sınıfın sosyal varlığı ile siyasal eylemi arasında genişleyen açı sınıftan kaçışın önemli bir nedeni olmuştur. Proleterleşen devrimci bir önderlik sınıfın sahip olduğu eylem kapasitesinin harekete geçirilmesinde belirleyici bir role sahip olacaktır. 

Üretim süreçlerinin dev boyutlarda toplumsallaşma ve uluslararasılaşması ile dünyada rekabet halindeki devlet sınırlarının varlığı; üretimin dünya çapında toplumsallaşması ancak üretilen ürünlere sermaye sahiplerinin el koyuşu emperyalist-kapitalist sistemin temel çelişkileri olarak varlığını sürdürüyor. Kapitalist üretim ilişkilerinin dünya çapında hakimiyet kazanmasının sonucu, sermayenin sınırsız büyüme itkisinin dünyayı çevresel bir felaketin eşiğine getirmiş olmasıdır. Dünyanın yaşanabilir bir yer olmasının önkoşulu kapitalizmin tarihin çöp sepetine gönderilmesidir. Proletarya ve müttefikleri sadece kendi sosyal kurtuluşlarını gerçekleştirmeyecek, dünya üzerinde hayatı da kurtaracaklar.     

AKP-MHP faşist blokunun yaşadığı sarsıntılar ve tabanlarındaki erime ülkedeki tüm siyasi aktörleri hareketlendirdi. Düzen muhalefeti iktidarın bir “yumuşak geçiş” ile kendisine devredilmesi için çeşitli hamleler geliştiriyor. Sermayenin etkili aktörleri açısından belirleyici olan temel unsur, emekçi sınıflarda biriken öfkenin “uygun” siyasi kanallara akıtılması, yaşanması olası büyük sarsıntılardan en az hasarla kurtulmadır. Düzen muhalefeti bu bağlamda sermaye açısından çok kullanışlıdır.

Ülkemizdeki bu durum, emperyalist-kapitalist dünyadaki genel eğilime de uygundur. ABD’de Biden yönetiminin, Almanya’da yeni kurulan koalisyon hükümetinin etrafı “reform” halesiyle kuşatılmıştır. “Reform” palavralarına başvurmak zorunda kalmaları emekçi sınıflarda birikmiş öfkenin yüksek düzeyindendir. Ülkemizde düzen muhalefetinin “reform” palavraları karşısında sağlam durmak solun temel görevleri arasındadır. 

AKP-MHP faşist blokuna karşı mücadele için en geniş ittifakın gerekliliği açıktır. Solda bu yönde çeşitli girişimler söz konusudur. TKP, Sol Parti ve Emek Partisinin bir “halk ittifakı” için görüşmeler yaptığı açıklandı. Bu ittifakın sözcülerinden ikisi, ilkesel temelleri gereği girişimlerinin CHP ve HDP’ye mesafeli olduğunu açıkladı. Anlaşıldığı kadarıyla, bu ittifak Kürt halkını “halk” kategorisi içine almıyor. AKP-MHP faşist blokunun en sert saldırılarını yönelttiği Kürt halkını yok sayan bir anlayışın faşizme karşı mücadelesinden söz edilemez. 

Söz edilemez çünkü faşizme karşı gerçekten ciddi bir mücadele geliştirmek isteyenler hali hazırda çok çeşitli araçlarla bu mücadeleyi yürütmekte olan bir halk hareketini dikkate alıp, onunla mücadele ortalığı yapmak zorundadır. Siyasi farklılıkların silinmesi faşizme karşı ortak mücadelenin bir önkoşulu değildir. Sınırları çizilmiş siyasi hedeflerde bir araya geliş ve bunun araç ve yöntemleri açıktır. Örneğin; sistem sınırlarını aşan devrimci öncünün politik kurmaylığının bileşkesi bir yönüyle BMG ise HDP’de faşizme karşı ortak mücadelenin önemli bir aracıdır. Gerileyen faşist blokun yıkılması sürecinde kararlı ve çok yönlü mücadele geliştirecek bir devrimci hareket hızla gelişecek, öne çıkma şansı bulacaktır. Birleşik mücadele gereksinimini tespit eden ve bu doğrultuda yana yana gelen Birleşik Mücadele Güçleri faşizmle mücadelede öne çıkarak gerçek bir siyasal seçenek haline gelebilir. Solun faşizme karşı mücadelede bu aracı başarıyla kullanabilmesi, hem faşizme karşı mücadelenin düzeyini yükseltecek hem de HDP içinde var olan düzen muhalefetine eğilimli unsurlar üzerinde basınç yaratacaktır.  

Faşizme karşı mücadeleyi “sandıkla” sınırlamak düzen muhalefetinin sınıfsal seçimidir ancak sol güçlerin ezici çoğunluğu farklı söylemler kullansa dahi pratikleriyle “sandık” ekseninde yer almaktadırlar. Dünya deneyimlerinin açık olarak gösterdiği bir gerçeklik, faşizme karşı kararlı ve çok yönlü mücadeleler geliştiren komünist hareketlerin ülkelerinde hızla önemli bir siyasi seçenek konumuna yükselmesidir. Gerileyen faşist bloğun yıkılması sürecinde kararlı ve çok yönlü mücadele geliştirecek bir devrimci hareket hızla gelişecek, öne çıkma şansı bulacaktır. 

Faşizme karşı mücadelede en geniş bileşime sahip bir cephesel birliktelik ile devrimci hareketin kararlı ve çok yönlü mücadelesi birbiriyle tamamlayıcılık ilişkisine sahiptir. Devrimci komünistler faşizme karşı mücadeleye bu bütünlük içinde bakmaktadır ve faaliyetlerini bu doğrultuda yürütmektedir.