Solun Krizi ve Çıkış Arayışları Üzerine Birkaç Söz – Kâmil Kartal

El Yazmaları’nın notu: Sosyalist solun mevcut krizinden ortak bir çıkışın sağlanması çabalarına katkı sunmak amacıyla, “Solun Krizi, Çıkış Arayışları, Mücadele ve Olanaklar” başlığı altında Türkiye Sosyalist Hareketi’nin çeşitli temsilcileri ve yazarlarına yönelttiğimiz çağrı çerçevesinde hazırladığımız dosyamızın altınca yazısını paylaşıyoruz. Sendika uzmanı Kamil Kartal’ın “Solun Krizi ve Çıkış Arayışları Üzerine Birkaç Söz” başlıklı yazısını ilginize sunuyoruz. Yazısında Türkiye’de kapitalizmin güncel koşulları ve işçi sınıfının değişen yapısı üzerine değerlendirmelerde bulunan Kartal, solun krizine dair birleşik emek mücadelesi vurgusu yapıyor.

Dünyada ve ülkemizde yıllardır solun ve sınıf hareketinin krizinden ve işçi sınıfının kompozisyonundaki değişimden bahsediyoruz. Yaklaşık 40 yıldır gündeme gelen neoliberal uygulamalar ekonomik yapıdaki değişim ve işgücünün vasıf yapılanması, sınıf hareketinin tarihsel olarak güçlü bağlara sahip olduğu ve sendikal alanda geleneksel üye kitlesinin oluşturduğu işgücü grubunu değiştirdiğini, bu değişimin sınıf hareketinin en önemli aracı olan sendikalaşma eğilimini zayıflattığını ifade ediyoruz. 

Neoliberal uygulamalar dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çok yoğun bir sendikasızlaştırmanın yanında göçlerle yoğun bir proleterleşme dalgasını da gündeme getirdi. Tarihin en büyük proleterleşme dalgası gündeme geldi. Türkiye’nin kendi nesnel koşulları açısından bakıldığında daha çok yedek işgücünün şehirlerde kendini ifade etmesinin açığa çıkmasının da önü açıldı. Kırsalın ve geçimlik tarımın tasfiye edilmesi, yoğun Kürt göçü ve çevremizdeki savaşlar nedeniyle göçmen akımı gibi çeşitli nedenlerle şehirlere yoğun bir proleterleşme yığılması gerçekleşti. Bu yığılma yoksulluğu da beraberinde getirdi. 1980 faşist darbesinin ardından zaten bu yoksul kesim güdülür bir ümmetçi yaklaşım tarzına hapsedildi. Bu süreç sınıf açısından örgütsüzlük ve güvencesizliği de beraberinde getirmiş oldu.

90’lardan itibaren net bir biçimde gündeme gelen neoliberal süreç, aslında üretim ilişkilerinin darmadağın edilmesinin önünü açtı. Aynı zamanda da güçlü bir örgütsüzleştirme süreci inşa etti. Bir taraftan baskılar, bir taraftan kazanılmış hakların gaspı, bir taraftan sosyal devlet kavramının ortadan kaldırılması ile sermayenin temel ihtiyaçlarına hizmet eden bir süreç inşa edilmiş oldu. Böylesi bir süreçte, yeni bir sendikal hareket çıkabilir miydi? Çıkma ihtimali gözüküyordu, ama olmadı. 

Artık tartışılması gereken ve pandemi süreci dâhil her koşulda üretime devam etmek konusunda kendini planlayan sermayeye karşı nasıl bir sınıf hareketi, nasıl bir sendikal hareket inşa etmek gerektiğidir. Aynı zamanda inşa edilecek hareketi ekonomik mücadelenin ötesine taşıyarak ‘sınıfın iktidar perspektifi’ diye tabir ettiğimiz bir süreci nasıl inşa edeceğiz? Solun ve sınıf mücadelesinin bağlaşıklarını nasıl kuracağız? İşte cevaplanması gereken ana başlık budur.

Bu çerçevede öncelikle sınıfın genel yapısı ve değişen işçi profili göstermektedir ki, Türkiye kapitalizmi uluslararası sermaye ile ilişkileri ve ihtiyaçları vesilesiyle yoğun bir ara kadro yetiştirmek doğrultusunda eğitim politikası uyguladı, uygulamaya devam ediyor. Diğer yandan hukuki olarak ihtiyaçlarına yönelik yasal düzenlemeleri siyasal iktidarlar eliyle önemli ölçüde gerçekleştirdi. Bununla birlikte, ağırlıklı olarak güvencesiz orta ve küçük ölçekli sanayi sitelerinde çevre örgütlenmeleri gerçekleştirdi. Yan sanayi diye tabir edebileceğimiz işyerleri oluştu ve buralara yoğun işçi kitlelerini sürdüler.

Bu kitlelerin neredeyse tamamı sendikal birikim ve pratik politik bilgi ve deneyimden yoksundur. Sermaye tarafından yoksullaştırılan kitleler aynı zamanda siyasal iktidarın çeşitli politikaları ve gerici ideolojilerce kuşatılıp güvencesizlik halleri bir bağımlılık ilişkisine dönüştürüldüler. Bu toplulukların hâlihazırda sadece bir milyon iki yüz bin civarı sendikalıdır ve dört yüz bine yakını kamudadır. Mevcut yasal sınırlar içerisinde bile bakılsa, yani kayıtlı 13 milyon sigortalı işçinin düzeyinden dahi baksak sendikalı işçi oranı yüzde 5’i geçmemektedir.

Özetlersek sınıf hareketini ve sendikal yapıyı gerileten faktörler olarak yeni kapitalizm, neoliberal politikalar, istihdam ilişkilerinin yapısal değişimi, sermayenin sendikal hak gaspları, toplumsal yapıdaki değişimler-mülksüzleşme, proleterleşme, göç vb. tespitler öne çıkıyor.

Bu belirlemelerden sonra özetle Türkiye’de birleşik bir emek mücadelesinin yaratılması uğraşı veren sosyalistler, solcular 40 yıla yakındır bu meseleleri tartışıyor. Zaman zaman pratik politik güncel müdahaleler gerçekleşse de ortaya sağlıklı bir süreç çıkarılamıyor. Güçlü bir sınıf hareketi oluşamıyor -sendikal hareket olmayınca sol, sol olmayınca sınıf hareketi- sendikal hareket güçlenemiyor. 

Sol kendini rekabetten uzaklaştırıp birleşik bir mücadele hattı öremezse, toplumsal olaylar ve sınıf hareketi solun başat gündemi haline gelmezse, sınıf hareketinin örgütlenmesi konusunda bir eksen, ortak bir akıl ortaya çıkarılamazsa çeşitli politik unsurların ya da küçük deneme tahtası şeklinde gündeme getirdikleri ve emeklerinin de heba olduğu –bu çabaları çok değerli olmasına rağmen- sonuç vermiyor. 

Öte yandan son 30 yıldır sınıf hareketinin örgütlenmesi, deneyimler, mücadele süreçleri, müdahale tarzları, sınıf hareketinin en önemli mücadele aracı olan sendikaların gerçek birer mücadele örgütü haline gelmesi gerçekleşemiyor.

Oysa Türkiye işçi sınıfı mücadelesinde ciddi birikimler vardır. Buralardaki eksiklikleri değerlendirmek, eleştirel bir süzgeçten geçirerek birlikte hareket tarzlarını ortaya çıkaracak bir siyasal örgütsel kültür inşasına yönelmek gerekmektedir. Öte yandan sınıf zeminleri dışında birleşik bir emek hareketi inşası da mümkün değildir. Sınıf zeminlerinde solun sermayeye karşı emek ve hak mücadeleleri eksenini işyerlerinden başlayarak kurabilme olanakları mevcuttur. Bu sendikal hareket içerisinde ortak yönelimler, akıl ve bir enerjinin ortaya çıkarılmasını sağlayacaktır.

Sınıf hareketinin krizi kapitalizmin yaşadığı yapısal dönüşümle aynı jenerikte görülebilir. Sosyalizmin tarihsel bir döneminin kapanmasına koşut kapitalizmin yaratıcı bir yıkıcılıkla yeni birikim rejimleri ürettiğinin farkında olarak bu yıkıcılığı tersinden işçi sınıfının yıkıcılığına dönüştürmek mümkündür.

Yukarıda belirtildiği gibi sendikalar sınıf çalışmasının en önemli araçlarındandır. Sınıf çalışmasını devrimci siyasal süreçlerin inşa edilmesinde ana eksen olarak tarif etmekteyim. Ekseni sınıf olan, yüzünü sınıfa dönen bir sol/sosyalist hareketten bahsetmek gerekmektedir. Sosyalist solun temel sorunlarının sınıf hareketinin içinde olunarak ve birleşik bir emek mücadelesi örgütlenerek aşılabileceğini, sınıf hareketini sol kendisinin örgütlediği değil kendisinin örgütlendiği bir araç işleviyle görmeye çalışmasını düşünmekteyim. Bundan ötürü benmerkezci, kendine ait sendika, kendine ait işçi çalışması anlayışından vazgeçerek, emek örgütlerini sınıf mücadelesine ve toplumsal süreçlere dair söylevinin daha rahat söylenebileceği süreçler inşa etmeye çalışmasını, sendikal hareketi aynı zamanda bir kitle hareketi olarak örmek gerektiğini, içerisinde güncel siyasal pozisyonlara ve ideolojik taraf oluşlara sahip çalışanların yer aldığı bir yapı olarak sermayeye karşı üretim araçları karşısındaki pozisyonları, emek sermaye çelişkisini öne çıkaran bir birleştirici tutum alacak bir iradeyi gündemleştirmek gerektiğine inanıyorum.