İktidar İçi Çürüme ve Faşizmin Hızlanan İnşası

İktidar koalisyonu uzun süredir çoklu krizler sarmalı içinde. Yönetilemeyen pandemi, iktidarın meşruiyetini kabul etmeyen geniş toplumsal kesimler, devlet içinde zaman zaman su yüzüne çıkan çekişmeler, kapitalizmin içine girdiği yapısal krizin derinleşerek çözümsüz kalması ve tüm bunların diyalektik biçimde birbirini tetikleyerek iktidar koalisyonunu sıkıştırması söz konusu.

Ayrıca artık bir çıkar şebekesi halini almış AKP teşkilatının içindeki çürümüşlüğün sık sık su yüzüne çıkması da iktidarı sıkıştıran başka bir etmen. 

Bakanlık koltuğuna oturtulan isimlerden, belediyelere ve parti teşkilatına kadar her kademeden ismin çeşitli suçlara karıştığı, açıklayamadığı ciddi meblağlarda paralara sahip olduğu sır değil. İnsan kaçakçılığı, yolsuzluk, uyuşturucu gibi suçlara karışan isimler sık sık gündeme gelmeye başladı. 

Anlaşılan o ki iktidar koalisyonu içinde herkesin birbirinin suçunu kapatarak kendi suçlarının açığa çıkmasını önlemeye çalıştığı süreç bir yerlerde tıkanmış. Ya da battıkları suç batağı o kadar derin ki artık üstünü kapatmak epey zorlaşmış.

Berat Albayrak döneminde 128 milyar doların Merkez Bankası rezervlerinden sermayeye peşkeş çekilerek buharlaştırıldığının açığa çıkması da bu sürecin devamı. 

“128 Milyar dolar nerede?” sorusuna iktidar cenahından verilmeye çalışılan cevapların ciddi çelişkiler içermesi ve iktidarın bu soruya büyük bir öfkeyle karşılık vermesi halk nezdinde bir suç itirafı olarak görülüyor.

İktidar koalisyonu içindeki çürümüşlüğü gizlemek için dillendirdiği reform, yenilenme söylemlerinin halk nezdinde karşılık bulmadığı da açık. 

Adı yolsuzluklara karışmış bakanın görevden alınması, kurulan yeni bakanlıklar, değişen bakanlar üzerinden yürütülen “yenilenme” sürecine de; yeni atanan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı’nın 23 Nisan’da koltuğunu devrettiği çocuğun koruma altında olduğunu teşhir etmesi damgasını vurdu. Ayrıca Ramazan ayı dolayısıyla çocuğa ikramda bulunulmadığını açıklayan Bakan, Erdoğanist İslam yorumunu her kanaldan dayatmaya kararlı olduklarını bir kez daha göstermiş oldu. Bahsedilen “yenilenmenin” sadece vitrin yenilenmesi olduğu, içerdeki çürümüşlüğün her yerden kendini hissettirdiği sürecin iktidarın kitle tabanında da pek heyecan uyandırmadığı açık.

Yapılan seçim anketlerinde de iktidarın toplumsal desteğindeki erime açıkça görülüyor. İktidar koalisyonu, varlığını sıradan bir seçim süreciyle sürdüremeyeceğinin farkında. Uzun süredir toplumsal hegemonyası zayıflama sürecinde olan iktidar koalisyonu, çıplak devlet şiddeti ile iktidarını sürdürmekte. Toplumun büyük çoğunluğu tarafından kabul görmediği şimdiki durumda faşist hamlelerle ilerlemekten başka çıkar yolu da bulunmamakta.

Söz konusu faşist kurumsallaşma hamleleri kimi zaman halkın barajına kimi zaman da iktidar koalisyonunun yetmezliklerine takılarak duraksama emareleri gösterse de sürdürülüyor.

Bu bağlamda sürekli artan işsizlik, yoksulluk ve vergilerin yarattığı toplumsal öfke, işçilerin mücadeleleri, toplumsal dinamiklerin faşist hamlelere gösterdiği direnç faşizmin kurumsallaşamamasında önemli etmenler olarak görülebilir.

Faşist Kurumsallaşma Hamleleri

Erdoğan, eriyen toplumsal desteğini yeniden sağlamak için AKP’nin kongre sürecinde ciddi bir çalışma yürüttü.

Pandemiye rağmen Türkiye’nin birçok ilinde gerçekleştirilen AKP kongreleri kurgulanan rejimin kitle tabanını mobilize etmenin önemli bir yoluydu. Burada yaratılmak istenen coşku, söylemlerdeki sertlik, kaybedilen moral üstünlüğü sağlamayı amaçlıyordu.

İktidar koalisyonu sürecin devamında uzun süredir dillendirdiği ancak yapamadığı birkaç hamleyi gece yarısı KHK’ları ile yapmış oldu.

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılma kararı alındı, Kanal İstanbul projesine devlet garantisi verildi, Gezi Parkı ise ne idiği belirsiz bir vakfa devredildi.

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması kadınlara, çocuklara ve LGBTİ+’lara yönelik tacizin, tecavüzün, şiddetin, katliamların açıkça önünü açmak demekti.

Aynı süreçte HDP’ye kapatma davası açıldı, HDP’li vekillere fezlekeler düzenlendi, Ömer Faruk Gergerlioğlu mecliste yaka paça gözaltına alındı.

Kısa sürede art arda atılan bu hamleler, iktidar koalisyonunu geçmişte sıkıştırmış olan ve sıkıştırmaya devam eden meselelere karşı yapıldı. 

Bu hamleler faşist kurumsallaşmaya giderken kendisine baraj oluşturan toplumsal muhalefet dinamiklerine yönelik açık bir sindirme politikası olarak görülebilir. 

İktidar koalisyonunun bu süreçten moral üstünlük sağlamak ve arka plandaki tüm sıkışmışlığına karşın “güçlü devlet” söylemine sarılmayı amaçladığı görülüyor. 

Aynı zamanda daha önce yenilgiye uğradığı meseleleri tersine çevirerek toplumsal dinamiklerin mücadele azmini kırmak istediği de düşünülebilir.

Ramazan döneminde lokantaların kapatılması ve “Erdoğan usulü tam kapanma” sürecindeki içki yasakları ise sadece pandemi önlemi olarak görülebilecek bir durum değil. Bu, iktidar koalisyonunun dayanmak istediği muhafazakâr toplum yapısını oluşturmak için art arda yapılan hamlelerle uyumlu bir karar olarak okunabilir.

Ayrıca iktidar cenahından isimlerin “yer sofrasında” yaptıkları iftarların görüntülerinin servis edilmesi faşist konsolidasyon için önemli bir piar çalışmasıydı.

Biden Erdoğan görüşmesi sonrası Türkiye’nin Irak’a girmesi bu faşist konsolidasyonun en önemli ayağının savaş siyaseti olacağını gösteriyor.

Pandemi bahanesi kullanılarak yasaklanan 1 Mayıs, işçi direnişlerine ve sokağa çıkan toplumsal muhalefet güçlerine yönelik artan saldırılarla toplumsal muhalefet güçleri sindirilmeye çalışılıyor.

Pandemi başında söylenen “pandemiyi fırsata çevireceğiz” sözü anlamını en çok, dayatılan yeni emek rejiminde buldu. Bu süreçte emekçiler için cehennemi koşullar yaratılırken buna direnen işçiler saldırılarla ehlileştirilmeye çalışılıyor.

17 günlük “tam kapanma” sürecinde işçilerin sermaye için çalışmaya devam etmek zorunda bırakılması, işportacıların, güvencesiz, kayıt dışı ve günlük yevmiyelerle çalışan emekçilerin çalışmasının engellenmesi, yoksul halk için hiçbir güvence yaratılmaması yeni rejimin gerçek bir emek cehennemi olarak kurgulandığının ispatlarıdır. 

Tüm korona sürecinde olduğu gibi bu tam kapanmada da belirleyici olan sınıfsal tercihler oldu. Zenginler lüks evlerine veya beş yıldızlı otel odalarına kapanarak pandemi romantizmi yaparken emekçilerin, canları pahasına sermayenin selameti için çalıştığını, yoksulların, işsizlerin açlığa mahkûm edildiğini gördük.

Bu Karanlığa Mecbur Muyuz?

İktidar koalisyonu, toplumu krizler sarmalının içine iterek, yarattığı kaotik ortam içinde yol almaya çalışıyor. 

Şimdilik elindeki tüm devlet gücünün ve zor aygıtlarının da yardımıyla bu kaotik durumu yönetebiliyor. Ancak uzun vadede toplumsal dinamikleri baskı ve zor aygıtlarıyla sindirmeye devam edebileceğinin bir garantisi yok.

Türk, erkek ve “Erdoğanist İslam” kodlarına dayalı; işçi, kadın, çocuk, LGBTİ+ ve doğa düşmanı bu yeni rejim toplumda hegemonyasını kuramıyor.

Bir tarafta kaybedilen milyar dolarlar, birdenbire zenginleşen binlerce parti kodamanı, sermayeye peşkeş çekilen milyar dolarlar, patronların silinen borçları var.

Öbür tarafta ise kimisi pandemiye rağmen çalışmak zorunda bırakılan, kimisi işsizlik ve açlık koşullarında yaşamaya çalışan işçiler, her gün ağırlaşan vergi yükü altında ezilen halk, taciz tecavüz, şiddet kıskacına alınmış kadınlar ve çocuklar var.

Bu tablo artık manipülasyonlarla gizlenemeyecek boyutlarda.

Oluşturulmak istenen faşist rejimin kitle tabanı tam olarak oluşturulabilmiş değil. Sokaklar hala toplumsal muhalefet dinamiklerinin direniş alanı.

Kadınlar, LGBTİ+’lar, işçiler, işsizler, doğa savunucuları, Aleviler, Kürtler, yoksul Müslümanlar kurgulanan faşist rejimde yaşayabilme şanslarının olmadığını her geçen gün daha net görüyorlar.

Tüm toplumsal mücadele dinamiklerinin ve işçi sınıfının lokal olarak yarattığı direnişlerin siyasal talepler etrafından örgütlenmiş birleşik ve örgütlü bir mücadele halini alması, faşist rejimin kurumsallaşmasını engelleyebilir. 

Bu birleşik mücadele, restorasyoncu muhalefetin etkisine girmez de kendi talepleri ile kendisi olarak bir örgütlü güç oluşturursa, Demokratik Cumhuriyet için çok önemli bir adım atılmış demektir.