İstanbul Sözleşmesi Mücadelesi Bitti mi Dersiniz? Hayır! Onlar Kaybetti, Kadınlar Kazandı!

Faşizm bilinçlerde, kadın, çocuk, LGBTİ+, Alevi ve Kürt düşmanlığı üzerinden çeşitli veçhelerde yeniden üretiliyor. Bizzat iktidar sözcüleri tarafından yapılan açıklamalarla, saldırıların, linçlerin önü açılıyor. Şiddet teşvik ediliyor. Toplumsal muhalefeti oluşturan kitlenin güvende hissetmeyeceği bir ortam yaratılmak isteniyor.

İktidar koalisyonu bu sürecin parçası olarak, hem kurumsallaştırmaya çalıştığı faşist rejimin temeli olarak gördüğü ataerkil muhafazakâr aile içinde itaatkâr anne rolü biçtiği hem de sermaye için ucuz işgücü olmayı dayattığı kadınlara yönelik açık bir savaş yürütüyor. Açtığı bu savaşta İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak yeni bir mevzi kazandığını düşünüyor. Ama işin asıl öyle değil.

İktidar koalisyonu, kadınların tüm itirazlarına rağmen İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği süreçte kadın düşmanı politikalara da hız verdi.

1 Temmuz’dan bu yana erkek şiddeti daha büyük bir hızla artarken, kadın cinayetleri, taciz, tecavüz, çocuk istismarı davalarında faillerin çok daha düşük cezalarla kurtulduğunu cezasızlık politikasının inşa edilmek istenen rejimin ana ilkesi haline getirildiğini görüyoruz.

Öldürülmemek için öz savunma uygulayan Çilem Doğan, kadınların mücadelesiyle çıktığı cezaevine geri gönderildi. Bu politikalardan güç alan erkekler kadınlara yönelik saldırılarını sürekli ileri götürüyor. 

Bunun en son örneğini psikolojik sorunlarını bahane ederek samuray kılıcıyla sokak ortasında rastgele bir kadını öldüren erkekle gördük. Cinayet faili erkek, kadınları öldürmenin daha kolay olacağını düşündüğü için bir kadına saldırdığını itiraf etti.

İktidarın bilinçli politikaları sonucu sokaklarda, evlerde, işyerlerinde kol gezen erkek şiddeti, patriyarkanın koruyuculuğunu üstlenirken sokaktaki faşizmi de yeniden üretiyor.

Kadınların emeklerini, bedenlerini ve hayatlarını korumak için yarattığı mücadele erkek şiddetiyle boğulmaya çalışılıyor. Kadınlara yönelik saldırılar sürerken Çilem Doğan şahsında, öz savunma uygulayan kadınlar mahkûm edildi.

Kadınların Kendilerini Koruyan Yasalardan Vazgeçme Lüksü Yok

Kadınlara yönelik her şiddet vakasında, her gün işlenen kadın cinayetlerinde kadınların öz savunma ve İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeme mücadelesinin yaşamsal önemi, hayat tarafından teyit ediliyor.

O yüzden kadınlar kendilerine dayatılan geleceğe razı değiller. Evlerinde birey birey, eylemlerde ise hep birlikte direniyorlar. İktidar koalisyonunun kadın düşmanı her politikasına karşı seslerini yükseltiyorlar. Henüz örgütsüz de olsalar etkili bir mücadele yürüten kadınlar, iktidar koalisyonunun muhafazakâr aile ve “Erdoğanist İslam yorumu”nun kadınlara biçtiği rolleri güzelleyerek yaratmaya çalıştığı meşruiyet kanallarını tıkıyor.

İktidar, her ne kadar meşruiyet gözetmeden herşeyi yapabilecek bir görüntü çizse de büsbütün gayrimeşru bir zeminde iktidarını sürdüremez. En azından toplumun bir kısmının rızasını alarak karşıt kutupta gördüklerini devlet şiddetiyle sindirmesi gerekir. Kadın hareketinin üzerinde yükseldiği meşru zemin, iktidar koalisyonunun kendi kitlesi içindeki kadınlar nezdinde de meşruiyetini zedeliyor.

Kadın hareketi, inşa edilmek istenen rejime karşı en çok mücadele eden ve mücadelesinden en çok sonuç alabilen toplumsal muhalefet dinamiği olarak görülebilir. KHK’lara, OHAL’lere, patlayan bombalara rağmen kadın mücadelesi her çağrısına binlerce kadının icabet ettiği kitlesel katılımıyla sürdü, sürüyor ve sözü ve eylem pratiğinden belli ki kuvvetlenerek sürecek de…

Yaratılmak istenen korku iklimini dağıtan kadın direnişi, diğer toplumsal muhalefet dinamiklerinin de önünü açıyor. Yarattığı meşruiyet ile güven veriyor. Halkçı bir seçeneğin oluşmasına ön açıyor.

Kadınlara yönelik alenen egemen güçlerce yürütülen kadın düşmanlığı tam da bu sebeple tesadüfi değil. Çünkü karşısındaki en diri ve canlı dinamik kadın hareketi. Siyasal akışa, mevcut siyaset yapma biçimine müdahale etme gücü ve müdahalesinin belirleyici ve dönüştürücü yönü var.

1 Temmuz’da ülkenin dört bir yanında yediden yetmişe sokağa çıkan kadınların cesaretinin, İstanbul Taksim’de polis barikatlarının yıkılarak elden ele taşınmasıyla simgelenen o fotoğrafın taşıdığı siyasal mana işte tam burda yatıyor.

O yüzden İstanbul Sözleşmesini, bir gece ansızın gelen bir kanun hükmünde kararname ile fesh ettiler diye İstanbul Sözleşmesi’nden çekilinmiş ve bu mücadele bitmiş mi oluyor dersiniz? Hayır iktidar kaybetti. Bugün bir iktidarın çöküşüne şahitlik ettiğimiz şu tarihsel anlarda bu çöküş kendiliğinden mi  oldu dersiniz?

Kadınların sokağı etkin kullanması, faşist hegemonyanın günlük hayata nüfuz etmesinin önündeki engellerden biri. Tüm saldırılara rağmen bir arada sokaklarda olmak, kadınların özgüvenini ve mücadele azmini güçlendiriyor.

Ellerinde devlet şiddetinden başka hiçbir şeyleri kalmadı ki! O yüzdendir ki, faşizmin mührünü basmaktan başka çareleri yok. O yüzden kadınları sindirmek ve evlerine geri dönmelerini sağlamak zorundalar. İşte bu yüzden ciddi bir gerilimi ve meşruiyet kaybını göze alarak İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmadılar mı?

Peki İstanbul Sözleşmesi’ni bir zafer propagandasına dönüştürüp, kadınları evlerine geri döndürebilirler mi dersiniz?

Üzgünüz, o tren kaçalı çok oldu.

İstanbul Sözleşmesi gibi çok önemli bir kazanımdan iktidar koltuklarında oturan beylerimiz(!) çıkmaya karar verdi diye sözleşmeden vazgeçilemez. E, öyle de olmadı mı?

İstanbul Sözleşmesi mücadelesinin yarattığı toplumsal meşruiyetin iktidar koalisyonunu nasıl sıkıştırdığını, sözleşmeden çıkılması üzerinden dört koca ay geçmesine rağmen, Erdoğan’ın hâlâ İstanbul Sözleşmesi’ni savunanlara saldırmasından, sözleşmeyi düşman ilan etmesinden anlıyoruz. Öyle değil mi?

25 Kasım Eylemliklerinin Yol Açma ve Akışı Değiştirme Gücü Var!

Kadın düşmanlığı yeni rejimin temel politikalarından biri haline gelmiş durumda. İşte o yüzden, salt kadınların bireysel hayatlarında erkeklere karşı verdiği mücadele ve bilinç yükseltme çalışmaları çok önemli olmakla birlikte kadın kurtuluş mücadelesi için yeterli olmayacaktır.

Kadın hareketi kitlesel direnişlerle muazzam bir güç ve güven kazanmışken, bunu örgütlülüğe evrilterek, sokakları, mahalleleri, iş yerlerini ve tüm yaşam alanlarını mücadele alanına dönüştürerek ilerlemelidir. Güncel politikanın tüm kanalları erkek egemen bir anlayışla şekillendirilirken kadınlar örgütlü bir güç olarak kendilerini siyasal ortama dayatmalıdır.

Şimdiye kadar yürütülen kurtuluş mücadelesinin yarattığı sonuçlar ortada. Kadın hareketinin geldiği aşamada kadın kurtuluş mücadelesinin bir yaptırım gücüne dönüştüğü de ortada.

Döviz kurunda tarihi zirveler yaşanarak halkın öfkesini sokağa taşırmaya başladığı böylesine kritik bir eşikte, zaten sokakta olan kadın hareketi ülkenin gidişatını belirleyecek bir özneleşme hareketinin ana motorlarından biri olarak neden pozisyon almasın? 

Bulunduğu alandan doğru halk güçlerinin ve işçi sınıfı mücadelesinin içinde de dönüştürücü bir güç olarak yerini alarak, gelecek tahayyülünü patriyarkayı yıkacak bir perspektiften kurgulamasın. İşte o yüzden, bu kritik anda gerçekleşecek 25 Kasım eylemliklerinin yol açma ve akışı değiştirip dönüştürme gücü var.