Kadın Kurtuluş Mücadelesi ve “3. Yol”un İnşası

Kadın hareketinin özellikle Gezi direnişi sonrası artan yaptırım gücü ve direngenliği her alanda kendini hissettiriyor. Hem iktidar koalisyonu politikalarına yönelik koyduğu bariyer ile hem restorasyoncu partileri kadın hareketini görmek zorunda bırakmasında hem de sermayenin yalandan da olsa kadınları desteklediğini göstererek PR çalışması yapmak zorunda hissetmesinde bu yaptırım gücünün etkisi var.

Ancak kadın hareketinin yarattığı bu etki henüz mutlak bir kurtuluşu vaat etmiyor. Kadın hareketinin karşısında patriyarkal kapitalizmin sömürü mekanizmaları, iktidar koalisyonunun kurguladığı yeni rejim hamleleri ve bu rejime içkin olarak dayatılan Erdoğanist İslam yorumu, patriyarkal aile, erkek şiddeti gibi onlarca duvar var.

Sermayenin Kadın Emeği Sömürüsü

Sermayenin güncel ihtiyaçları doğrultusunda; tüm dünyada öncelikle işçi sınıfının bütününe ve özel olarak da kadınlara yönelik bir saldırı dalgası söz konusu. Bu saldırı dalgası ayrıca sermayenin kâr realizasyonunu artırabilecek her alanın mutlak bir sömürüye açılmasını öngörüyor.

Kapitalizmin yapısal krizi derinleşirken sermaye sürekli yeni sömürü alanlarına ihtiyaç duyuyor. Zira patriyarkal kapitalizmin kadınların daha ucuz olan emeğine ve toplumsal yeniden üretime duyduğu gereksinim çok güçlü. Sermayenin güncel ihtiyaçları doğrultusunda sömürüyü muazzam derecede derinleştiren neoliberal politikalara baktığımız zaman kadınların emeğinin nasıl kilit bir önemde olduğunu kolayca görebiliyoruz.

Kayıt dışı ve güvencesiz çalışan işçilerin büyük bölümünü kadınlar oluşturuyor. Parça başı işçilik, esnek çalışma gibi patronlara muazzam kârlar sağlayan işlerde çalışanların çok büyük bölümü kadın. Aynı işi yapsalar da erkeklerden daha düşük maaşlar almak zorunda bırakılıyorlar. Kadınlara erkeklerden farklı olarak bu koşulların dayatılabilmesi patriyarkayla olabiliyor. Kadınların emek gücünün karşılığı “aile bütçesine katkı” adıyla meşrulaştırılarak ucuzlatılıyor.

Ayrıca kadınların ev emeği işçilerin yaşamlarını idame ettirebilecekleri ücretin en asgari düzeye çekilmesine neden oluyor.

Hayatta kalmaya bile yetmeyecek ücretler, kadınların ev içi emeğiyle ailenin geçindirilmesini sağlarken geleceğin işçileri üretiliyor, hasta ve yaşlı bakımı yine kadınlara dayatılıyor. 

Kapitalizmin rasyonalitesi karın sürekli artmasına ihtiyaç duyarken sistemin kadınlardan elde ettiği kardan vazgeçmesi mümkün görünmüyor.

Patriyarkal kapitalizmin kadınların önündeki en güçlü duvarlardan biri olduğu aşikâr.

İktidar Koalisyonu Kadınlardan Ne İstiyor?

İktidar koalisyonu sermayenin çıkarları gereğince giriştiği kadın düşmanı hamlelerin yanında kurguladığı faşist rejimin teminatı olarak da kadınlara yönelik ciddi bir sömürü öngörüyor.

İktidar koalisyonunun kökeninde var olan kadın düşmanı gelenek “Erdoğanist islam” yorumuyla meşrulaştırılmak isteniyor. Aynı zamanda İslam dini egemenlerce yorumlanarak kurgulanan özel sermaye diktatörlüğüne meşruiyet kazandırılmak isteniyor. 

“Erdoğanist İslam” devletin tüm imkânlarından yararlanan Diyanet İşleri Başkanlığı ve cemaatlerle yayılmak isteniyor. Çaresiz ve yoksul bırakılan halk bu kurumlardan yardım almaya mecbur bırakılıyor.

İslam dinine inancı olan yoksul kadınlara, erkeklere biat etmeleri ve her türlü şiddet biçimine sessiz kalarak öldürülme pahasına boşanmamaları öğütleniyor.

Kadınların ve çocukların patriyarkal aile içinde erkeklere mutlak şekilde biat etmesi sağlanarak toplumun bütününden beklenen biat kültürü en çekirdek zemin olan ailelere yerleştirilmek isteniyor.

Faşist hiyerarşi zemininde Erdoğanist İslam’ı benimsemiş Türk erkeklerin asıl vatandaş olduğu kadınların ailelerde erkeklere mutlak itaat ederek ve çocuk doğurarak değer kazanabildiği bir toplumun yaratılması hedefleniyor. Bunun dışında kalan herkesin belirli derecelerde dışlandığı, tehdit edilerek sindirilmek istendiği toplum yapısının en alt zeminde kadınlar, LGBTİ+’lar ve çocuklar yer alıyor.

Fiiliyatta zaten uygulanmayan İstanbul Sözleşmesi’nin tamamen kaldırılmasıyla erkek şiddetine cezasızlık güvencesi veren iktidar, bu yolla korkunç bir şiddet sarmalının önünü, sonuna kadar açmış oldu.

Erkek şiddetinin önü açılarak hem faşist şiddet yeniden üretiliyor hem de kadınlar ve çocuklar çaresiz bırakılarak sömürüye en açık toplumsal kesim olarak konumlandırılıyorlar. Şimdilerde nafaka hakkı da elinden alınmaya çalışılan kadınlar, yoksulluğun ve sömürünün en ağır koşullarına mahkûm edilmek isteniyor.

Restorasyoncu Partiler Kadınları Kurtarır mı?

İktidar koalisyonunun yarattığı yıkıma karşı devletin restorasyonunu savunan partiler ise, henüz halk güçlerinin kendi çıkış yolunu yaratamamasından kaynaklı öne çıkıyor.

İktidar koalisyonunun kendisine biat etmeyen ve toplumun yüzde ellisinden fazlasını oluşturan kesimi düşmanlaştırmasının yarattığı ciddi bir gerilim var. Kapitalist rasyonellerin üzerine oturduğu devlet şiddeti ve hegemonya dengesini bozan iktidar koalisyonu yeni rejimi safi devlet şiddetiyle ayakta tutmaya çalışıyor. Toplumun büyük kısmında hegemonya kuramayan yeni rejimin içinde bulunduğu krizler sarmalı da oldukça derinleşti.

Bu süreçte egemenler için en büyük tehlike ise sürekli hareket halinde olan işçi sınıfının ve halk güçlerinin siyasal özneye kavuşarak yeni bir yol açması. 

Restorasyoncu partilerin oluşturduğu konsensüs iktidar koalisyonunun sivriliklerinden arınmış bir sömürü sistemi ön görürken halk güçlerini özgürlük ve demokrasi söylemleriyle bu sürece dahil etmek istiyor.

İktidarın politikalarına karşı güçlü ve dinamik bir mücadele pratiği sergileyen kadın hareketini de sistem içine çekip içermek isteyen restorasyoncu eksen, özellikle CHP’nin ve Meral Akşener’in söylemlerinde vücut bulan bir politika yürütüyorlar. Bu söylemler kadın cinayetlerini önlemek, İstanbul Sözleşmesi’ni vaat etmek ve kadın istihdamı üzerinden ilerliyor. 

Ancak kadınların hayatını tehdit eden patriyarkayla mücadeleye özel bir vurgu yok, sermayenin kadınlara uyguladığı sömürü politikalarına karşı mücadele gündemde değil. Bu örnekleri sayfalarca çoğaltılabilir elbette. Ama şunun altını çizmekte yarar var: Söz konusu siyasal öznelerin patriyarka ve kapitalizmi gündemlerine almaları varoluşları gereğince de zaten mümkün değil. 

Sözün özü, altı siyasi partinin ortaklığında girişilen restorasyon hamlesinde, kadınların salt en temel insani hakkı olan yaşam hakkına verilen söylemsel destekle sınırlı bir “umut” yaratılmak isteniyor.

İstanbul Sözleşmesi mücadelesine sözde destek vererek bu konuda kadınlarla söylem birliği yapmış gibi bir görüntü verseler de 28 Şubat’ta “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” mutabakat metninde bu talebe bile yer vermediler.

Yukarıda altını çizdiğim üzere, sermaye güdümünde devletin restorasyonunu savunan bu partilerin, kadınların hayatı için radikal ve köklü değişiklikler savunamayacağını bilincinde ve ayırdında olmak gerekiyor.

Kadınlar 3. Yolun İnşasında Yerlerini Almalı

Kadınları öldürenler en yakınlarındaki erkekler. Yani, çoğu zaman aynı yastığa baş koydukları, aynı evi paylaştıkları veya onları çok sevdiğini söyleyenler. Ancak erkek şiddetinin tek bir faili yok.

Bu şiddetin varlığından ve yeniden üretiminden büyük yarar sağlayan patriyarkal kapitalist bir sistem var. Bu şiddeti yeniden üreterek güçlendirdiği aile biçimiyle faşist rejimini kurumsallaştırmaya çalışan iktidar koalisyonu var. Polisiyle, yargısıyla, medyasıyla kadın düşmanlığını her an yeniden ve yeniden üreten, kökleri coğrafyamızın geçmişine dayanan despotik bir devlet aygıtı var. Bu devlet aygıtı AKP/Erdoğan iktidarından çok çok eskilerde de aynı kadın düşmanı reflekslerle hareket ediyordu.

Tam da bu yüzden evlerde, mahallelerde, yaşam alanlarında erkek şiddetine karşı direnen kadınlar, hane dışına taşıyor, kendisini nefessiz bırakan sistemi ve iktidarı hedef alan bir yola doğru evriliyor.

Kadın hareketi, henüz topyekun bir siyasal örgütlenme yaratamasa da fiili olarak patronlara karşı en ön safta direnen kadın işçilerle, kadın hareketinin bu direnişlere verdiği destekle, kadınların iktidar koalisyonuna karşı mücadelesiyle, kent hakkı mücadeleleriyle, hayvan hakları ve ekoloji direnişlerinde ön saflarda yer alan kadınlarla bizzat pratiğin içerisinde ve sokakta yol haritasını çiziyor.

Bu yol haritası restorasyoncu partilerin vaat ettiklerinin fersah fersah ilerisinde.

Ancak bu yönelim ve rota henüz ortak bir mücadele programı ve siyasal bir özne ile ete buda kavuşabilmiş durumda değil. Hal böyle olunca da, ne yazık ki, ortadaki boşluk ve dağınıklık durumu, kadınların öfkesi ve mücadelesini egemenlerce içerilme tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor.

Kadınlar patriyarkal aileye ve muhafazakâr ailenin polisliğini yapan erkeklere karşı mücadelelerini toplumsallaştırırken, kapitalist sömürüye karşı işçi sınıfının eylemselliğininde en ön saflarında yer alırken birlikte mücadeleyle ilerliyorlar. Bulundukları her alanı mücadeleleriyle değiştirip dönüştürmeleri kadınlara ve kadın hareketine muazzam bir mücadele kapasitesi kazandırıyor.  O zaman şimdi artık, bu kapasiteyi güçlü bir örgütlülükle buluşturma zamanı. 

Kadın kurtuluş mücadelesi giderek kitleselleşen ve kuvvetlenen bir güçle ilerlerken sokakları zapt ettiği her eylemde tarihe bir not düşüyor. Tepede verilen siyasi bir kararla devlet şiddetine yaslanarak, kadınlara yöneltilen baskı ve şiddet ortamına, kendini dayatarak kendi yolunu direnerek aşan kadın hareketinin 8 Mart 2022’de başta İstanbul Taksim olmak üzere, ülkenin dört bir yanında verdiği fotoğraf bize bunu son derece çıplak bir şekilde gösterdi. Ve üçüncü bir yolun zorunlu ve mümkün olduğunun yanı sıra üçüncü yolu inşa edecek ana öznelerden birinin de faşizmin karşısında adeta dalgakıran olan kadın hareketi olduğunu da bir kez daha teyit etti.  Feminist ideolojinin açtığı kurucu ve kolektif zemin, kadın hareketinin yol açan örgütlenme metotları ve biriktiği deneyim bu açıdan hepimize muazzam bir alan açıyor. İşte tam da buraya odaklanma vakti.