Kadıköy Grevi ve İdeolojik Mücadele

“Genel merkezin imzaladığı sözleşmeyi yırtarız” diyen, grevin son gününü ilk günü ilan eden şube yönetimi ise aynı gün içerisinde hızla söylem değiştirip, “bu noktadan sonra grevin yasadışı olacağını ve yapacak bir şey olmadığını” söyleyerek, konuyu oldu-bitti’ye getirdi ve grevi fiili olarak bitirdi.

İşçi sınıfı hakkında yazan, çizen, konuşan herkesin de bileceği gibi toplum, sınıflar arasında bir ayrıma ve çatışmaya dayanır. Bu karşı karşıya gelişler de tarafların üretim içerisindeki yerlerine göre belirlenir. O zaman, ilk karşı karşıya geliş olan belediye ve işçileri ele alalım. Kadıköy Belediyesi, 800 milyon liralık bir bütçeye sahip.1 Karşımızda belli bir ölü emeği, sermayeyi temsil eden ve şirket gibi işleyen bir belediye var. Belediye’nin karşısında da mezar kazıcıları var. Uzun bir süre sonra, belki de Tekel Direnişi’nden sonra ilk defa, Kadıköy Belediyesi Grevi “kendinde sınıftan”, “kendi için sınıf” (Lukács, 2014) olarak kurucu ve diğer belediye işçileri açısından ön açıcı bir dinamizmle birlikte hareket ettiğinin bilincinde ve farkındaydı.

16 Şubat’ta Kadıköy Belediyesi’nin binasına asılan grev pankartı “Bu İş Yerinde Grev Var” aynı zamanda ideolojik alanda bir savaşımı da beraberinde getirdi. İşçiler ve “sosyal demokrat” belediye, sendika ve belediye, en son olarak da işçiler ve sendika olarak karşı karşıya gelmeler yaşandı. Bu yazı da odağına bu mücadele kapsamında ideoloji alanını alıp, tartışmalara bu pencereden bakmayı hedefleyecek.

Belediye üzerinden gelişen siyasal ideolojik belirlenimlerini (parti kimlikleri) üzerinden atan işçiler, grevde hem siyasal yönelim olarak hem de etnik kimlik olarak farklılıklarla yan yana gelip tam da kendi için sınıf olarak, kendisinin ekonomik ve sosyal çıkarları için greve başvurdu. Bu sınıf çıkarlarının doğrultusunda hareket eden bir bilinç ile mücadeleyi büyütürken; Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı tarafından sosyal medyada yayımlanan bir bildiri ile hem Kadıköy halkı hem de sosyal mecra üzerinden bu bildiriyle temas eden halkla işçileri karşı karşıya getirdi. Dolayısıyla, mevcut otoritenin, kendi çıkarlarını toplum nezdinde meşrulaştırmak ve mevcut direnişi tökezletmek için sosyal medyayı nasıl manipülatif bir araç olarak kullandığına bir kez daha şahit olduk. Buradan, Lukács’ın işaret ettiği şu noktaya gelebiliriz: “Bir sınıfın egemenliğe yatkınlığı, bu sınıfın kendi çıkarları ve toplumun bütününü bu çıkarlara göre örgütleyecek sınıf bilinci çerçevesinde mümkündür” (2014: 156). Bunun ışığında denilebilir ki, aslında egemenliği ve ideolojik aygıtları elinde tutan(lar), bununla beraber halkı yönlendirme kapasitesine de kolayca sahip oluyor. İşçiler ile bu karşı karşıya geliş hali, Odabaşı’nın sınıfsal refleksinin ne kadar gelişkin ve bilinçli olduğunu ortaya koyuyor. Kendi sınıfının farkında olan Odabaşı, ideolojik bir aygıt olarak medya ve daha sonra sendika ile süreci kendi lehine çevirmeyi başardı. Sosyal medyada bilinçli olarak işçilere karşı bir propaganda biçiminde yürüyen söylem; “şımarıklık”, “işsizlikten intihar eden insanlar varken” veya “binlerce işçi işsizken beş bin lirayı beğenmemek” gibi manipülasyonlar ile kitleyi etkilemeyi büyük bir ölçekte başardı.

İşçiler ve Odabaşı’nın karşı karşıya gelişinde de görüldüğü gibi, iktidar her zaman söylem gücü ile toplumu kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirme, yönlendirme ya da manipüle etme araçları ve yöntemleri bakımından donanmıştır. Bu aslında, Marx’tan beri bildiğimiz ve bugün dahi hala deneyimlediğimiz bir süreçtir. Nitekim Marx ve Engels’in bu konudaki şu sözlerini hatırlayalım:

“Egemen sınıfın düşünceleri, her çağda egemen düşüncelerdir: Yani, toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen fikri güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, bu sayede aynı zamanda zihinsel üretimin araçlarının da üzerinde denetim kurar; böylelikle zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşüncelerini de, genel olarak, kendine tabi kılar (2013: 52).”

Aslında Odabaşı’nın uyguladığı terkip tam da şirket yöneticilerinin ve patronların yöntemidir. O da tıpkı tipik bir işveren gibi algı operasyonu ile işçilerin hak ettiğinden fazla kazandıklarını iddia ederek, işçiler ve sendika üzerinde basınç uyguladı.

Sermayenin ve siyasal otoritelerin ideolojik markajına girmiş hiçbir hareket, işçi sınıfının toplumsal gelişiminin temsilcisi olamaz. Bu konuda bir kafa karışıklığı olduğunu düşünmüyoruz. Ancak söz konusu gelişmelerin bizlere işaret ettiği bir başka pencere bulunmakta; bu doğrultuda yaşananların akıllara getirdiği ilk olasılıklardan biri, mevcut otoritenin çeşitli manipülasyon araçlarına başvurarak yeniden ihtiyaç duyduğu fikri meşruluğu toplama telaşesi gibi görünüyor.

Öyle ki, şimdiye kadar yaşanan iş cinayetlerinde, işten çıkarmalarda, grevlerde, işçi eylemlerinde kulaklarını tıkayan, bununla da kalmayarak işçileri devlet araçlarının şiddetine maruz bırakan iradeler, nasıl olup da bir anda emek mücadelesi yürütmeye/desteklemeye başladılar. Bu noktayı iyi düşünmemiz gerekiyor. Odabaşı’nın paylaşımındaki işçi haklarına verdiği önem vurgusu tam da bu mantıkla düşünülmeli.

Diğer bir ideolojik aygıt olan sendika açısından ise, hem Genel-İş Sendikası’nın genel merkezinin gece yarısı grevdeki işçilere rağmen, işçilerin duruşunu hiçe sayarak sözleşmeye imza atması ile hem de son günkü tutumları itibari ile şube yönetimi aslında tam da tarihsel rollerini oynuyordu. “Genel merkezin imzaladığı sözleşmeyi yırtarız” diyen, grevin son gününü ilk günü ilan eden şube yönetimi ise aynı gün içerisinde hızla söylem değiştirip, “bu noktadan sonra grevin yasadışı olacağını ve yapacak bir şey olmadığını” söyleyerek, konuyu oldu-bitti’ye getirdi ve grevi fiili olarak bitirdi.

Tarihsel bir karşılaştırmaya girişelim. Rusya’da yıllardır uygulanagelen baskılar, sürgünler, cezaevleri, 1900’lü yılların başlarında politikleşen işçi sınıfını baskılamak için arttırılmıştı. Dağınık haldeki Sosyal Demokrat hareketi toparlamak isteyen Iskra Gazetesi’nin faaliyetleri neticesinde; 1904’te, Bakü’de bir grev sonucu petrol işçileri ve patronları arasında ilk kez toplu sözleşme imzalandı. Bu grev, Rusya’da işçi örgütlenmesinin önünü açtı. Çar, gelişen işçi sınıfı hareketini kendine bükmek ve hareketi içeriden etkisizleştirmek için başka bir stratejiye geçti. İşçileri iktidarın güdümüne çekmek ve iktidara duydukları güvensizlikleri yok etmek için sadık ajanlarını, işçilerin arasına gönderecekti. Çarlık yönetimine göre, yükselen işçi hareketi bu sayede Sosyal Demokrat çizgiden uzak tutulabilecekti. Bu amaçla, Zubatov tarafından kurulan sendika, azımsanmayacak bir işçi kitlesine ulaştı. 1905 Devrimi’nin yenilgiyle sonuçlanmasında Zubatov’un rolü azımsanmayacak önemdeydi.

Bugün işçi sınıfı içerisinde Zubatovlar cirit atıyor. İktidarların bu yönteme başvurmalarının temel amacı yükselen işçi hareketinin önünü kesmek, kesemedikleri düzeyde de kendi siyasal angajmanlarına alma çabasıdır.  

Es geçilmemesi gereken bir diğer nokta ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)’nin grev kırıcılığıydı. Ana arterlerdeki ve bazı ara sokaklardaki çöpleri toplayan İBB, işçilerin grevinin önüne geçen nitelikteki bu eylemiyle işçilerin tutumlarını boşa düşürmeye çalıştı.

İBB’nin bu refleksinin hangi niyetle yapılmış olursa olsun neticede vardığı temel problem şu oldu: İBB, Kadıköy’deki çöpleri toplayarak, Kadıköy Belediyesi işçilerinin çöp toplamayarak hatırlatmaya çalıştığı “emeğinin anlamını” yaratma çabasının önüne geçilmiş oldu.

“Maddi yaşamın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır” (Marx, 2011: 39). Bu maddi varoluş zemini, işçilerin toplumsal varlıkları ve grevi kurgulayış biçimi açısından düşünüldüğünde, İBB’ye ait çöp kamyonlarını kovalamaları tam da bu bilincin ürünüydü.

Çöpü toplamayan A kişisi yerine B kişisi toplayarak, bu süreci yalnızca herhangi bir işçinin çöpleri toplaması edimine dönüştürdü. Bu değerin, işçiler açısından farkındalığı ve tüm topluma gösterilme olanağını İBB, Kadıköy işçisinin elinden alarak, bu işi sadece herhangi birinin yapabileceği ihtimaline indirgeyerek buradaki emeğin değerinin yitimini sağlamış oldu.

Bu biçimiyle, Kadıköy Belediyesi işçilerinin toplumsal varlıkları açısından düşünüldüğünde, ideolojiler keyfilikten çıkar. Bunun sebebi ahlaki değil, siyasal mücadeleler açısından düşünüldüğünde, tahakküm enstrümanlarından kurtarıp kendi doğalarını ortaya çıkararak, yönetenlerin hegemonyasını yıkıp, karşı hegemonyayı geliştirmek için açığa çıkar.

Dışarıdan bakıldığında çok kısa bir zaman dilimi gibi gözüken grev süresince, tabandan ve arka planda işyeri temsilcileri tarafından aylardır örgütlenen bir süreç var. Grevin tüm maddi zemini aslında buralarda, işçiler tarafından genel merkeze rağmen ilmek ilmek örülüyor oluşuydu. “Bu düzlemde önemli olan ‘güç ilişkileridir’, muhalif güçlerin örgütlenişi, siyasal ittifakların gücü ve onların ideolojik alanda mücadeleye hazırlıklı olma hususundaki siyasi bilinç düzeyleridir (Forgacs, 2018: 230).” Güç ilişkileri açısından düşündüğümüzde; Kadıköy halkının yaptığı çağrının önüne geçilmesi, hem genel merkezin hamlesinin hem de şube yönetiminin oldu-bitti mantığı ile grevi sonlandırma çabalarının, işçilerin örmeye başladıkları dayanışma hamlesinin ilk adımına karşı gelişen ataktı. Grevin sonlanması ile tüm bu hazırlık ve çaba işlevsizleşti.

Kadıköy Grevi; bizlere birçok şeyi tekrar düşünmemiz gerektiğini bir zorunluluk olarak önümüze koydu. Sendikaların yapısal problemlerinin kişisel değişimlerle çözülemeyeceği gerçekliğini tüm yalınlığı ile önümüze serdi. Bu görüşten şuraya varılabilir; ideoloji alanı, yapıdaki çelişkiyi düşünsel bir düzlemde yansıtır ve bir düşünsel öğe olarak dışa vurur. Buradan da dönüştürücü ve altüst edici praksisin nesnel koşullarının varlığını ortaya çıkarmış olur. Kendi için sınıf olarak işçiler kendi öz örgütlerini geliştirme, işyeri komiteleri ve meclislerini örmesinden geçtiğinin önemi açığa çıkmış olur.

Son söz olarak, bilindiği üzere kapitalist sistem burjuva ideolojileri ve iktidar araçlarının yardımıyla, boş bırakılan her mevziyi ve alanı doldurabilme kapasitesine sahip. Bu nedenle, iktidar güçlerinin manipüle etmeye çalıştığı her kavram, her alan ve her konu sosyalistlerin çabası ile teşhir edilmeyi bekliyor. 

Türkiye’deki işçi sınıfının farklı eğilimlerinin ayırdına vararak, boş bırakılan alanların yeniden ele geçirilmesi ve sistem güçleri tarafından değil sosyalistler tarafından doldurulmasına ihtiyaç var.

Kaynakça

  1. Marx, Karl. (2011), Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, çev. Sevim Belli, Ankara: Sol Yayınları.
  2. Forgacs, David. (2010), Gramsci Kitabı Seçme Yazılar 1916-1935, çev. İbrahim Yıldız, Ankara: Dipnot Yayınları.
  3. Lukács, György. (2014), Tarih ve Sınıf Bilinci, çev, Yılmaz Öner, İstanbul: Belge Yayınları

1 Kadıköy Belediyesi’nin kurumsal hesabından tüm bütçesini inceleyebilirsiniz: https://www.kadikoy.bel.tr/Kurumsal/Kurumsal-Raporlar.