Babacan, Davutoğlu, Akşener, Kılıçdaroğlu ve Diğerleri Niçin Harekete Geçemiyor? 

Onlar için son derece müsait koşullar var evet. Ancak harekete geçemiyorlar. Nedeni basit. Onlar ülkeyi yöneten koalisyonla aynı öze sahipler. Yalnızca son dönemlerde farklı biçim aldılar. Sınıfsal durumları aynı, halka bakışları aynı. Osmanlı devlet sınıfları geleneği ile vurguncu sermaye sınıflarının kaynaşmasıyla oluşan blokun süregelen zihniyeti hepsinde var. Hikmet Kıvılcımlı’nın dediği gibi “halkın herhangi bir hareketinden onların ödleri kopar”. Bu yüzden halkın herhangi bir inisiyatif geliştirebileceği durumların ortaya çıkmasından öcü gibi korkuyorlar. Halk bir şekilde direniyor ve ama bundan pek de mutlu oldukları söylenemez. 

Babacan, Davutoğlu, Akşener, CHP ve “gidişattan rahatsız” tüm düzen içi güçler nezdinde aslında son derece elverişli koşullar söz konusu. Öncelikle ülkeyi yöneten koalisyon ülkeyi kendisiyle birlikte uçuruma sürüklüyor. Ekonomik krizin etkilerine, insani bir kriz haline gelen salgın ekleniyor ve eş zamanlı olarak AKP-MHP öncülüğündeki koalisyon içeriden zorlanıyor. İç kavgalar zaman zaman hararetleniyor, kamuoyu önünde cereyan ediyor. Çatlaklar onarılmak yerine her geçen gün daha da derinleşiyor.

İkincisi, milyonlarca insan için gündelik yaşamı sürdürebilmek bile büyük bir problem. Gündelik yaşam bilgisayar oyunlarını ya da hayatta kalma distopyalarının işlendiği “Hunger Games” filmlerini andırıyor. Sabah erkenden başlayan “challenge” gün sonunda biterken, şanslı olup da borcunu ertelemeyi, günlük üç beş kuruş kazanabilmeyi, virüse yakalanmadan toplu taşımayı kullanabilmeyi ve yine virüse yakalanmadan uzun çalışma gününü tamamlayabilmeyi, herhangi bir iş cinayetine ya da iş kazasına kurban gitmeden iş gününü tamamlayabilmeyi, bu kişi kadın ise bir erkek tarafından öldürülmeden ya da cinsel saldırıya uğramadan eve girebilmeyi başarırsa “challenge” başarılı oluyor ve bir sonraki “level”e geçiliyor.

Gündelik Yaşamın Zorlukları 

Mücadele dolu bu uzun günlerin, daha adrenalin yüklü geçmesi için “oyunu yapanlar” tarafından birçok detay da düşünülmüş tabi. Örneğin rahat bir nefes alacak bir ara bulamamanız için ifade özgürlüğünüz son derece kısıtlı. Sinirlerinizi germek için Reis” sürekli TV’lere çıkarak sinir uçlarınıza dokuna dokuna konuşuyor; yetmiyor, aynı Reis öncülüğündeki koalisyon türlü kararnamelerle, yasal düzenlemelerle özgürlük çemberinizi sürekli ve sürekli daraltıyor.

Sınıfsal olarak aynı kaderi paylaştığınız iş arkadaşınız, komşunuz ya da arkadaşınızla “ayrı mahallelere” düşeli çok olmuş. Kimsenin önünde rahat konuşamıyor, bitmek bilmeyen bir dikkat kesilme haliyle yaşamak, hiçbir “açık” vermemek için sürekli teyakkuz halinde olmak zorundasınız.

Oyunun daha da zorlaşması için bir de ırkçılık, mezhepçilik, cinsel yönelim ayrımcılığı gibi suçlara sürekli maruz kalabiliyorsunuz.

Bu durum haliyle beraberinde fiziksel bir yıpranma getiriyor. Vücudunuzun “otonom sinir sitemi” sürekli faaliyet halinde. Adrenalin salgılanmasından tutun kaşlarınızı çatmaya, kalp atışlarınızın ve nefes alış verişinizin artmasından tutun, panik nöbetlerine kadar her türlü detay bu acımasız oyun simülasyonunda yer alıyor.

Halk Güçlerinin Savaşı ve Muhalefet 

Böyle büyük bir mücadele alanında savaş veriyor halk güçleri. Çoklu kriz koşullarında her şeye rağmen ayakta kalabilmeyi, inşa halindeki faşizme kendi olanaklarıyla direnmeyi, bütün bu sınanmalardan bir şekilde geçerek yaşamını sürdürmeyi başarıyor.

Şimdi yazının giriş kısmında değinilen “muhalefet”e tekrar gelecek olursak… Onlar için son derece müsait koşullar var evet. Ancak harekete geçemiyorlar. Nedeni basit. Onlar ülkeyi yöneten koalisyonla aynı öze sahipler. Yalnızca son dönemlerde farklı biçim aldılar. Sınıfsal durumları aynı, halka bakışları aynı… Osmanlı devlet sınıfları geleneği ile vurguncu sermaye sınıflarının kaynaşmasıyla oluşan blokun süregelen zihniyeti hepsinde var. Hikmet Kıvılcımlı’nın dediği gibi “halkın herhangi bir hareketinden onların ödleri kopar”. Bu yüzden halkın herhangi bir inisiyatif geliştirebileceği durumların ortaya çıkmasından öcü gibi korkuyorlar. Halk bir şekilde direniyor ve ama bundan pek de mutlu oldukları söylenemez.

CHP MYK için de, Babacan için de, Davutoğlu için de, direngen ve demokratik talepleri olan bir halk gerçekliğinden ziyade, diz çökmüş, harap ve bitap düşmüş, kırılmış bir halk evladır. Maazallah Gezi benzeri bir halk hareketi yaşanırsa şayet, yalnızca faşist ittifakın değil, düzeni restore etme amacıyla yola çıkan ittifakın da hayalleri suya düşecektir. Onların harekete geçememeleri sadece basiretsizliklerinden değil. Bu bir sınıf karakteri ve onlar sınıfsal konumları gereği devletin bekası için bunu yapmak zorundalar. Üstte faşist koalisyon, altta direngen halk, ortada “sırtımızda yumurta küfesi mi var” anlayışındaki düzen içi muhalefet.

Bu boşluk elbette bir yandan sosyalist harekete imkânlar sağlıyor, ancak şu ana dek bu imkânların değerlendirilebildiğini söylemek güç. Tersine bir gidişten bile söz etmek, solun acı bir şekilde tasfiye olduğunu gözlemlemek mümkün. Bu, sonu baştan yazılmış ve baştan kaybedilmiş bir savaş değil, henüz sonuçlanmayan ve halen ucu açık olan bir süreç aslında. Gidişatın değişmesi de aynı derecede mümkün.