Demokratik Cumhuriyet Olasıdır

Zenginlik ve çeşitlilik sonucu açığa çıkan özneler birbirleriyle daimi bir şekilde karşılıklı olarak özümseme eğiliminde oluyorlar ve bunun pratik sonuçları açığa çıkıyor. Bu gelişim zenginliğinin ilk büyük patlaması Gezi isyanında oldu. Ardından 7 Haziran momenti bir diğer sıçrama noktası oldu. Bu momentler geçmişte olmuş bitmiş olaylar değil, zaman içinde hareket eden ve ileriye doğru ucu açık bir şekilde gelişen sıçramalardı.

Olasılık zihnimizde taşıdığımız bir şey değildir, olasılıklar maddi dünyanın gelişiminin sonucunda ortaya çıkan gerçekliklerle birlikte zuhur ederler. Gerçeklikler açığa çıkardıkları olasılıklarla birlikte bizlere, gidişin ne yönde olabileceğine dair türlü seçenekler sunarlar. Gerçekleşmiş olan her olasılık gelişimin yasası gereği başka türlü olasılıklar doğurur.

İncelenen şey, eğer içerisinde yaşadığımız ülke gerçekliği ise, felsefi zeminde girişini yapmaya çalıştığımız konuyu somutlaştırmamız gerekir. İçinde yaşadığımız dünyanın bütünselliği içerisinde, ilişkisel olarak dünya sistemine entegre, bu sistem tarafından belirlenen, ama aynı zamanda bu sistemi de belirleyen (içsel ilişki bu ikili ilişkiyi gerektirir) bir somut bütünlük olarak tanımlanabilir. İncelenen şeyi (Somutu) meydana getiren her faktör ayrıca kendi içinde birçok faktör tarafından belirlenen bir başka somutu oluşturuyor. Yani kısacası, Türkiye Cumhuriyeti devleti bir yandan somut bir dünyanın faktörüyken, diğer yandan kendi iç faktörlerinin bütününden oluşan bir başka somutu ifade etmektedir. İçsel ve dışsal etkenler tarafından zorlanan ve değişime uğratılan TC, bu zorlanmalar ve değişimler neticesinde türlü olasılıkların devrede olduğu bir durum içerisine giriyor.

Tarih içerisinde türlü dönemeçlerden dönerek, hem içeriden hem dışarıdan türlü etkenler tarafından değişime zorlanarak bugünlere gelen Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihsel bir moment üzerinde duruyor.

Somut gerçeklik, bizlere türlü olasılıkların bir arada olduğunu fısıldıyor.

1.Gelişimin Zenginliği

Dünya kapitalist sistemi başta birikim rejiminin kendi krizi olmak üzere bir dizi kriz dinamiği tarafından zorlanıyor. Sınırlarına ulaşan kapitalist sistem doğasında barındırdığı açık ve gizil çelişkiler tarafından zorlanmakta.

Proletarya hareketinin kriz içerisinde olduğunu söylemek gerçekliği bütün yönleriyle görmemizin önünde engel teşkil edebilir. Daha farklı bir bakış açısıyla bakacak olursak, parçalanan, atomize edilen, örgütlülüğü baskı altında tutulan sınıf, bir yandan bu olumsuz koşullarla baş etmeye çalışırken, diğer yandan küresel çapta yayılım gösteriyor. Yalnızca bu da değil. Kendi sınıf bilincini keşfetme, yeni mücadele araçlarını yaratma, yoklayarak yol alma sürecinde olduğu anlaşılıyor proletaryanın.

Gelişim, dünyayı zenginleştirir. Her ne kadar günümüz koşullarında faşist ya da faşizan iktidarlar başa geçse de, savaşlar, ekolojik felaketler, siyasal krizler vb gibi olgular insanlık ve gezegen açısından büyük yıkımlar yaratsa da ve daha birçok yıkımdan bahsetmemiz mümkün olsa da, bu, gelişimin zenginleştirici yönünün yadsınacağı anlamı taşımaz. Çünkü geriye doğru gelişme de bir gelişmedir, çünkü o başlangıç koşullarında ve aynı düzeyde hayat bulmamaktadır, çünkü söz konusu değişim bir üst zaman aşamasında meydana gelmektedir.[1]

Geçmişi anımsatan ya da sürekli başa dönen bir döngüye benzeyen bir durumda olduğumuz hissine kapılsak da bu doğru değil. Olan şey, başlangıç noktasına ya da eskiye yüksek bir aşamada, zenginleşmiş bir şekilde dönülmesidir. Zenginleşiyoruz, git gide daha çok zenginleşiyoruz, en basit tabirle insanlık potansiyel olarak git gide daha yüksek miktarda bir özneleşme kapasitesi kazanıyor. Bu noktada bir parantez açmamız gerekir. Gelişim tek başına zenginlik yaratmaz elbette. Aynı anda uygarlığın ve gezegendeki canlı yaşamının yıkım tehdidiyle karşı karşıya kaldıklarını, büyük savaş olasılıklarının yükseldiğini, faşist/faşizan eğilimli hareketlerin güç kazandıklarını vb birçok durumun da bu gelişimin birer ürünü olduklarını görmezden gelemeyiz. Ancak aynı anda içerisine girdiğimiz karanlığı yok edebilecek bir potansiyelin gelişmekte olduğu ve çeşitli öznelerin birbirlerini özümseyerek kapasite kazandığı özel bir ara dönemde olduğumuzu da yok sayamayız.

Birincisi proletarya git gide artan nüfusu ve küresel yayılımıyla halen büyük bir yıkıcı potansiyel taşıyor. Bu noktada proleter hareketinin kendisinin salt bir kriz içerisinde olduğuna dair tespit eksiktir. Tamamlayıcı olarak vurgulamamız gerekir ki, gelişimin bugünkü aşamasında proletarya yeni biçimler kazandı, işbölümü açısından daha fazla parçalandı, 19. ve 20. yüzyıllardaki konumunu nesnel açıdan içererek aştı. O artık bir yandan geçmişteki biçimiyle var olmaya devam ediyor, diğer yandan yeni biçimlerle ortaya çıkıyor. Bu yüzden söz konusu krizi, değişen kapitalist dünyanın yarattığı toplumsallıklara uygun hareketler yaratılamaması, yani sosyalist öncülük krizi olarak tanımlamak daha doğru olacaktır.

İkincisi önemli ölçüde geç kapitalizmin çelişkilerinden kaynaklansa da, aynı zamanda insanlığın ortak birikimlerinin birer ürünü olarak da ortaya çıkan yeni toplumsal hareketler, işçi sınıfı hareketiyle kesişim noktaları taşıyorlar. Türlü konularda hassasiyetler taşıyan ekolojik hareketler, dünya genelinde kitleselleşen ve etki alanı git gide artan kadın hareketleri, LGBTİ hareketleri, kent ve kır yoksul hareketleri, yerli hareketleri vb hareketler gelişimin zenginliğinin birer ürünü olarak tarih sahnesine çıkan yeni özneleşme biçimleri olarak belirdiler.

Üçüncüsü birinci ve ikinci kategorilerde aktarılan özneler, kapitalist dünyanın yarattığı türlü krizler tarafından zorlanıyor ve kapitalizmin görece daha serbest hareket ettiği dönemlere nazaran dünya genelinde bir toplumsal statüko krizi açığa çıkıyor.

Yirminci yüzyılın son çeyreğinden günümüze dek süren süreçte, kapitalist dünya (Sovyetlerin çöküşünden de moral alarak üstelik) sarsılmaz bir toplumsal statüko kurma hayalleri sattı. Oysa bugün gelinen noktada artık kapitalist demokrasinin büyük bir temsil ve hegemonya krizi içerisinde olduğu görülüyor. Üstelik bu, lokal bir durum değil ve en başta kapitalist metropollerde kendisini hissettiriyor.

Öncesi olmakla beraber, 2008 krizi sonrası hem kapitalist hülyalar son buldu hem de dünya çapında halk ayaklanmaları baş gösterdi. Dünya çapında ezilenlerin henüz el yordamıyla hareket ettikleri ve çıkış yolu aradıkları bir anda hareket ediyor olmalıyız.[2]

Alain Badiou’nun sözleriyle:

“Fiili an aslında, gerilemeye karşı dünya çapında bir halk ayaklanmasının en başlangıç anıdır. Henüz kör, naif, dağınık, güçlü kavramdan ve süreğen örgütlenmeden yoksun olan bu başkaldırı doğal olarak 19. yüzyıl işçilerinin başkaldırılarına benzer. O halde, en kötünün öylece tekrar etmesine karşı, sayesinde Tarih’in bir uyanışının işaretlerini veren ve onu tesis eden ayaklanmalar zamanında olduğumuzu söylemeyi öneriyorum.”[3]

Evet, belki de geniş bir tarihsel uyanış anındayız ve halk güçleri kimi zaman ön plana çıkarken kimi zaman da geri plana düşebiliyorlar. Kitlelerin bilinçlerinin arkasında bir yerlerde her zaman nüve halinde de olsa alternatif yaşam tahayyülleri yer alabiliyor ya da en azından mevcut durumu kabul etmedikleri taleplerden, sloganlardan, örgütlenme biçimlerinden anlaşılıyor.

Hegel Felsefe Tarihi[4] eserinde, dünya tarihinin ağır ağır ilerlediğini yazar. Belli bilgi türlerine henüz ulaşılamamış olması veya şu ya da bu şeyin henüz eksik olması karşısında hayal kırıklığı yaşamamalıyız. diye de ekler. Bu geçmiş için de geçerli. Geçmiş sosyalist deneyimlerin bugünün sorunlarına dair doyurucu çözümler üretememeleri/üretmemeleri gelişim zenginliğinin zamanla olan ilişkisinden de kaynaklanıyor olabilir. Bürokrasinin tasfiye edilememesi, ekolojik hassasiyet konusunda sınıfta kalınması vb gibi çözülemeyen sorunlar, sosyalizmin başarısız bir şekilde mahkum edilmesini gerektirmez. Bugünün penceresinden geçmişi yargılamak daha kolay oluyor şüphesiz, ama unuttuğumuz şey bugün sahip olduğumuz zenginlik geçmişte yoktu. Ve bu zenginlik geçmişin yadsınmasından doğdu.

Şimdi dünya genelindeki tablodan Türkiye’deki tabloya geçebiliriz.

2. Türkiye Ölçeğinde Bir Bakış

Türkiye, somut dünya bütünlüğüne içsel bağlarla bağlı. Kapitalist birikim krizleri, siyasal temsil krizleri, ekolojik krizler vb krizlerin yarattığı etkiden doğrudan etkileniyor. Çünkü bütünsellik bunu gerektirir. Dolayısıyla dünya genelindeki sınıflar savaşının ve antikapitalist hareketin etkilerinin buralarda hissedilmesi bu nesnel ilişkiden kaynaklanıyor.

Ancak tek etken bu değil. Somut bütünlüğü oluşturan her faktör aynı zamanda kendi iç dinamikleri tarafından belirlenen bir başka somutu temsil ediyor.

Türkiye ölçeğinde başta işçi sınıfı olmak üzere tüm halk güçleri tarih boyunca despotik yapı tarafından örselenmiş, darbelenmiş, güdükleştirilmiş ve engellenmiş olsa da, bu durumun kısır bir döngü şeklinde tekrar ettiğini iddia etmek büyük bir hata.

 Bunun birkaç nedeni var. Evvela gelişimin zenginleştirici yönü bunun önünde engel. Belirtmek gerekir ki henüz siyasal bir programa sahip olmasa da başta işçi sınıfı olmak üzere tüm toplumsal özneler giriş kısmında değinilen zenginleştirici gelişimden etkilendi/etkileniyor. Zenginlik ve çeşitlilik sonucu açığa çıkan özneler birbirleriyle daimi bir şekilde karşılıklı olarak özümseme eğiliminde oluyorlar ve bunun pratik sonuçları açığa çıkıyor. Bu gelişim zenginliğinin ilk büyük patlaması Gezi isyanında oldu. Ardından 7 Haziran momenti bir diğer sıçrama noktası oldu. Bu momentler geçmişte olmuş bitmiş olaylar değil, zaman içinde hareket eden ve ileriye doğru ucu açık bir şekilde gelişen sıçramalardı. Gezi’de “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sloganı öznelerin bu momentlere dair sahip oldukları bilinç düzeyinin berraklığının enfes bir ifadesiydi.

7 Haziran’ı takip eden geri çekilme dönemleri, kendiliğinden ortaya çıkan yeni toplumsal dokunun örgütsüzlüğünü fırsat bilerek buraya yüklenen faşist kliğin el yükseltmesinin bir sonucuydu. Ama gelin görün ki başarılı olamadılar. Aslında hem oldular, hem de olmadılar. Halk hareketini geri çekilmeye zorlayabildiler ama istedikleri rejimi tam anlamıyla kurumsallaştıramadılar. Bunu da en başta halk güçlerinin muhalefeti sağladı.

Şimdi Türkiye’de başta işçi sınıfı olmak üzere halk güçlerinin önünde üç seçenek var: kendi yolunda ilerlemek, faşizme yenilmek ya da restorasyona razı olmak. Zenginleşmiş/çeşitlenmiş mücadele pratiği, hem dünya genelinde hem yereldeki gelişimin sunduğu çeşitlilik sonucunda ortaya çıkan özneleşme biçimleri birbirlerini özümseyerek yeni bir toplumu doğurabilir/hatta doğuruyor da. Türkiye’deki siyasal rejim sorunu işçi sınıfı öncülüğünde kadınların, ekolojistlerin, Alevilerin, Kürtlerin, yoksulların LGBTİ’lerin, gençlerin ve diğer öznelerin birbirlerini özümsedikleri bir demokratik yapının ihtiyacını aciliyetli kılıyor. Demokratik Cumhuriyet bu öznelerin daha özgür gelişecekleri bir ortamı sağlayabilir. Bu zihinsel olarak tasarlanmış bir şey değil, var olan siyasal sorunların çözümünün ifadesidir.

Düzenin restorasyonunu sağlamayı amaçlayan güçlerin ya da her istediğini yasal gücüyle yapmaya muktedir olduğunu sanan faşist kliğin hesaba katmadığı bir diyalektik yasa var. Yukarıda da belirtmiştik. Hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Başlangıç noktasına tekrar dönüldüğü sanılsa bile daha zenginleşmiş, daha çeşitlenmiş ve muhtemelen daha fazla kopuş eğiliminde olmuş bir konuma geçiyor halk güçleri.

Demokratik Cumhuriyet bu yüzden olasıdır. Çünkü kitlelerin taleplerini karşılayabilecek maddi bir gerçekliktir ve şimdilik el yordamıyla da olsa kitlelerin talebi budur.

 

[1] Bkz. Hans Heinz Holz, Devrimin Cebiri, Felsefenin Aşılması ve Gerçekleştirilmesi I, Yordam Yay.

[2] https://ultraculture.org/blog/2013/08/26/protest-visualization/ adresinde 1979 ile 2013 yılları arasında gerçekleşen 250 milyon adet ayaklanma haritalandırılarak video haline getirilmiş. Şüphesiz bu ayaklanmaların ideolojik içerikleri çeşitlilik gösteriyor. Ancak sonuç olarak bir ideolojinin hepten yanlış bilinç ya da doğru bilinç olarak kategorize edilmesi yerine bir ideolojide önemli olan neyin doğru ya da yanlış olduğudur diyor Stuart Hall (Akt. Jan Rehmann, İdeoloji Kuramları, Yordam Yay.)

[3] Alain Badiou, Tarihin Uyanışı, Mono Kl Yay.

[4] Georg Wilhelm Hegel, Felsefe Tarihi I, Nota Bene Yay.