Yerel Seçimi Beklemeden Başlayan Tufan

İktidar koalisyonu seçim döneminde, seçimi kazanabilmek için kendisine ekonomik ve politik avantajlar sağlamak üzere, ekonomiyi para ve maliye politikalarını seçime uygun hale getirir. Ancak içinde bulunduğumuz ekonomik açmaz iktidarın istediği bir ekonomik ortam ve koşullar oluşturamadı. Aksine seçim sonrası uygulayacağı ekonomik programı erkene almak zorunda kaldı. Hatırlanacağı gibi seçimlerden on gün önce “Makro iktisadi tedbir” kapsamında TCMB Para Politikası Kurulu, politika faizini 500 baz puan artırılarak yüzde 50’ye yükseltildi.

Genel seçim sonrası faiz politikaları değiştirilerek yabancı sermayeye tüm imkânların sağlandığı, iç pazarın daralmasına göz yumulduğu bir strateji kaçınılmaz olarak uygulanmaya konuldu. Yerel seçim sonrası beklenen tufan seçimi bile beklemeden devreye girdi.

Yönetme Sorunu Değil Sistem Sorunu

Türkiye sermaye birikimi uzun süredir ihracatta rekabete dayalı sermaye stratejisi üzerinden, emeğin baskılandığı, düşük emek maliyetli ve ağırlıklı olarak dış sermaye girdisine bağlı olarak kendisini var eden bir yapıya sahiptir. Türkiye kapitalizminin bu yapısal durumu göz önünde bulundurulunca sermaye birikiminin sıcak para girdisine bağımlı olarak varlığını sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Türk lirası değer kaybettikçe ithal girdilerin maliyeti artıyor. Bu durum cari işlemlerdeki farkın açılmasına neden oluyor. Bu da enflasyonda önemli bir etki yaratıyor.

Bu süreç iç talebin daralmasına neden oluyor ve dövizle borçlanan şirketlerin ödeme dengesini etkiliyor. Şirket iflasları kaçınılmaz oluyor.  İktidarın 2024-2026 Orta Vadeli Program’da (OVP), bu yılın tümünde 2 trilyon 651,9 milyar lira ile rekor düzeyde bir bütçe açığı öngördüğü düşünülünce yaşanacak yıkımın hatları belirginleşiyor.

Ekonomik yıkımın faturasını işçilere emekçilere, emeklilere yoksul halka çıkarıldığı, kemer sıkmanın bile bu durumu açıklamakta yetersiz kaldığı karanlık bir sürecin içine girmiş durumdayız.

Erdoğan Rejiminin Ekonomideki Tutarsızlığı

Genel seçimlere giderken İktidar cenahının uyguladığı düşük faiz politikaları Erdoğan’ın “Faiz sebep enflasyon sonuçtur” düsturuna dayanıyordu. Büyümenin öncelendiği bu strateji, ihracata dayalı sermaye sahiplerinin dayandığı temel sınıf olan KOBİ’lerin seçimlere giderken öncelendikleri bir ekonomik politik hattı ifade ediyordu. Erdoğan da 30 Kasım 2021’de yaptığı açıklamada “Yeni ekonomi modeliyle, yüksek faiz verecek sıcak para çekme politikasını elimizin tersiyle itiyoruz. Düşük faizle, üretimi ve ihracatı destekleyeceğiz.” diyerek açıktan sermeye içi tercihini ilan ediyordu. Bu tercih üzerinden uyguladığı faiz indirimleri bir süre sonra TL’den kaçışa ve TL’nin değersizleşmesine kaçınılmaz olarak da enflasyona neden oldu. Erdoğan sermayenin tüm fraksiyonlarının taleplerini karşılamada yaşadığı sıkışmada, yükü emekçilerin sırtına bindirmekten hiçbir zaman geri adım atmadı. Erdoğan’ın tutarlı olduğu tek politika her defasında faturanın emekçilere kesilmesi idi.

Ekonomide Nebati Dönemi

Nebati kendi yönetim dönemini Heterodoks olarak açıklamış, ancak bu kavramın o kadar açıklayıcı olamadığını kendisi de anlamış olmalı ki uyguladığı programı bir de gözlerindeki ışıltıyla açıklamaya çalışmıştı.

Nebati “Faiz artırmayı biz de biliyoruz ama faizi artırdığımızda büyümeyi daraltırız.” açıklamasıyla ekonomik birikiminin parlaklığını sunmuştu. Nureddin Nebati 2 Aralık 2021’de Hazine ve Maliye Bakanı olarak atandı. 1 Aralık 2021’de dolar kuru 12,96 TL idi. 21 Aralık 2021’de ise dolar kuru 17,5 liraya kadar yükseldi. Kur Korumalı Mevduat (KKM) sisteminin açıklanmasının ardından kur 28 Aralık 2021’de 11,41 TL’ye kadar inse de takip eden süreçte yükseliş devam etti.

28 Mayıs 2023 seçimlerinde Erdoğan’ın tekrar seçilmesinin ardından 30 Mayıs’ta dolar yeniden 20 lira sınırını aştı.

Nebati görevi devrederken dolar kurunun 20 lirayı aşmaması için verilen mücadelede de yine bir soygun yaşandı. Merkez Bankası’nın döviz rezervi tutabilmek için devreye sokulan KKM için Mart 2022-Nisan 2023 arasında ödenen faiz, yani sermaye sahiplerinin cebine giren miktar toplam 95,4 milyar TL idi.

Ekonomide Ortodoksiye Dönüş

Genel seçimler sonrası Şimşek’in, Nebati’den görevi devralırken sarf ettiği “Rasyonel bir zemine dönme dışında seçenek kalmamıştır.” ifadesinin ardından henüz bir yıl geçmeden rasyonel sürecin de sonuna gelindiğini görmüş olduk.

Sermayenin tüm fraksiyonlarının onayladığı isim göreve başladıktan bu yana 8,5 olan politika faizi, Ocak 2024’e gelindiğinde, yani Şimşek göreve başladıktan sadece 6 ay sonra yüzde 45’e kadar çıktı. Şubat ayında faiz artırımı yapmayan Merkez Bankası 21 Mart toplantısında 500 baz puan daha artırıma gidince, seçimden bu yana TL politika faizindeki artış 41 bin 500 puanı buldu. Faiz yüzde 8,5’tan yüzde 50’ye çıkarıldı.

Geldiğimiz noktada Şimşek’in uyguladığı Ortodoks ekonominin de bir işe yaramadığını gördük. 11 Mart’tan beri kur yükselmeye devam ediyor. Merkez Bankası’nın elindeki tüm rezervler eritildiği halde yükseliş durdurulamadı.  Bu yüzden hemen yerel seçim öncesinde Erdoğan ve Şimşek faiz artışı yapmak zorunda kalmıştır.

Yeni Bir 128 Milyar Dolar Durumu

Merkez bankasının kur hareketliliğine karşı piyasaya net döviz satışları devam etmiş, bankalarla yapılan SWAP’lar düşülmüş, net uluslararası rezervler tarihi dip seviyesine kadar gerilemiş ancak yine de kur haraketliliği önlenememiştir. Son bir ayda TCMB’nin rezerv kullanımı 2023 seçimleri öncesindeki seviyelere geldi.

KKM’nin hazineye maliyeti dolayısıyla, vatandaşın cebinden sermaye sahiplerine aktarılan servet transferinin durumu hâlâ güncelliğini korurken 21 Mart 2024 itibariyle Merkez Bankası’nın net rezerv satışı 60 milyar doları bulmuştu. Dolayısıyla rahatlıkla söyleyebiliriz ki uygulanan yöntemlerin tamamı boşa çıkmıştır. Kısacası yeniden servet transferinin yaşandığı bir durumla karşı karşıyayız.

Yıkımın Adı Makro İhtiyati Tedbirler  

Yerel seçimleri de geri bıraktık. Son faiz artışı kararının ardından artık daha sert bir ekonomik yavaşlama ve işsizlik artışı yaşanacak. Temel sorun, tüm bunlara rağmen enflasyonun kontrol altına alınıp alınamayacağı. Halihazırda işçilerin aldığı ücret gerçekte var olan enflasyonun bile altında olduğu düşünüldüğünde yıkımın ağırlığı daha da artacak. Enflasyonu işçilerin harcamaları üzerinden gören Maliye Bakanı Şimşek sıkılaştırılmış para politikası ile birlikte ilk elden işçilerin alım gücünü daraltmak için harekete geçmişti. Kredi kartlarına ve krediye uygulanan faizi yeniden düzenleme yapmış ve ücretlerin baskılanması için bir dizi politika devreye sokmuştu. Adına enflasyonla mücadele dedikleri şey işçilerin alım gücüne endekslenmiş, yoksulun sofrasına göz diken bir soygundan başka bir şey değildir.

Söz konusu sermaye olunca iktidar, şirketlerin artan kârlarının vergilendirilmesine dair herhangi bir hazırlık yapmadı bile. Bununla eş zamanlı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan kararıyla yüzde 18’den yüzde 20’ye çıkarılan KDV oranı vergiyi kazanç oranında yayması gerekirken “Vergiyi tabana yayacağım” müjdesiyle açıklıyor.

İktidar vergiyi tabana, emekçilere yayarken, sermayeden alması gereken vergilerin 2024’te 2,2 trilyonundan, 2025’te 2,7 trilyonundan, 2026’da 2,6 trilyonundan vazgeçiyor.

Kısacası yerel seçimlerden öncesine ilan edilen yıkım programı IMF’nin kemer sıkma programlarını mumla aratacak içerikte. İktidar işçileri emekçileri, doğayı, açıkçası canlı yaşamın tamamını yıkıma uğratacak bir program vaat ediyor.