Reis Hamleleri Rotasında “İlerliyor”

Seçim süreci ilerledikçe siyasetteki öznelerin hamleleri de hızlanıyor, genişliyor ve haliyle kesişiyor. Her bir öznenin yaptığı hamleler, diğer bir öznenin konumlandığı alana ve kendine alanına yönelik olmakla birlikte var olan ve hamleler sonucunda da oluşan “boş” alanlara da sirayet edebiliyor. Giderek dinamikleşen bu hâl, çeşitli olasılıkların daha fazla ağırlık kazanmasına da neden oluyor.

Öncelik “Korumaya”

20 yıldan fazladır iktidarda olan AKP/Erdoğan iktidar alanını “korumayı” esas almakta. Bu bağlamda Cumhur İttifakı’ndaki ortaklarının baraj altında kalması oldukça muhtemel olmasına rağmen kendi listesiyle seçime giriyor. AKP/Erdoğan bloğun büyük gücü olma niteliğini esas ve tam belirleyici güç olma niteliğini çevirmek istiyor. Bu istekle seçim kazanıldığı takdirde Bahçeli ve diğer ortaklara taviz ve “koltuk” vermeden faşizmin kurumsallaşmasının tamamlanması amaçlanıyor. Gerek “kısmi” sınıfsal gerekse ideolojik farklılıklara sahip olan MHP, YRP ve HÜDA-PAR’ın seçimden kendi çıkarlarını dayatacak güce sahip olarak çıkmaları ise faşizmin kurumsallaşmasının “rengi” konusunda çatışmalara yol açabilir. Bu çatışmaların son tuğlasını koymaya hazırlandığı binada sarsıntılara yol açmasını istemeyen AKP/Erdoğan, seçim sürecinde onlara muhtaç olmayacağı bir gücü elde etmeye ve onların da güçlerini elde ederek takatten düşürmeye çalışacaktır.

AKP/Erdoğan’ın konumlandığı alana yönelik hamleleri, seçimin kaybedilmesi olasılığına yönelik de bir içeriğe sahip. Kolayca tasfiye edilemeyecek bir güce sahip olunması halinde AKP/Erdoğan zaman kazanabilir ve “Elba adasından dönüşün”[1] bir benzeri ihtimal dahilinde olabilir. Diğer yandan Gelecek-Deva-Saadet üçlüsünün alana “sızmalarına” karşı direnilerek “restorasyon” iktidarının alanının genişlemesine ve zaman içinde gerilemesine yol açılabilir. Dolayısıyla AKP/Erdoğan için seçimden galip çıkmaktan çok “güçlü” çıkmak oldukça hayati.

“Zor”

AKP/Erdoğan’ın ana gündemi konumlandığı alanı “korumak” olsa da diğer alanlara da hamle yapmaktan imtina etmemekte. Burada AKP/Erdoğan’ın “zor” ve “bölme” silahlarını kullandığı görülüyor.

AKP/Erdoğan’ın “zor” ve şiddetini iktidarı boyunca eksik etmediklerinin başında halk güçleri geliyor. Emekçilere, kadınlara, Kürtlere, Alevilere, gençlere, ekolojistlere, LGBT+ bireylere vd. uyguladığı çeşitli şiddet biçimlerinden sonuç alamayan AKP/Erdoğan, depremden sonra sosyalist partilerin ve hareketlerin halkın güvenini ve desteğini kazanmasının ardından “ya tutarsa” diyerekten tekrar “zor”a başvuruyor. Fakat başta deprem bölgesindeki dayanışma merkezlerine olmak üzere sosyalistlerin birçok yerdeki seçim çalışmasına yönelik en ufak şiddet girişimi halkın doğrudan müdahalesiyle bertaraf ediliyor.

Halkın, halk güçlerinin ve sosyalistlerin birleşik mücadelesinin saldırıları bertaraf ederek büyümesi ve yurt geneline yayılması ise AKP/Erdoğan’ın “zor”u kullanmaktan vazgeçmesine değil, “ihaleyi” başta MHP ve HÜDA-PAR olmak üzere diğer ortaklarına vermesine neden olabilir. Sinan Ateş’i davaya adanmış ülküdaşlarına değil torbacıya öldürten MHP ile savunmasız sivilleri pusularla katleden HÜDA-PAR için bu “ihaleler” kaybettikleri siyasal alanı kazanabilme ihtimalini doğuruyor. Ama gerek iki örgütün halkın doğrudan tepkisine maruz kalarak itibarlarını neredeyse kaybetmiş olmaları ve gerekse AKP/Erdoğan’ın sicilinin dostlarını terk etmekle kabarık olması “ihalelerin” gerçekleştirilmesi ihtimalini düşürüyor. Keza İYİP ve CHP’ye yönelik silahlı saldırılar, Kılıçdaroğlu’na Adıyaman’da gerçekleştirilen saldırı girişimleri ve Süleymaniye’de Mazlum Abdi’ye yapılan operasyon ile verilen mesajın ne düzen içi muhalefetin ne de halkın geri adım atmasını sağlayamaması AKP/Erdoğan’ın “zor” politikalarına ağırlık vermemesine yol açabilir. Yine de bu durum gerek İçişleri Bakanlığı’nın Jandarma Genel Komutanlığı’na seçim günüyle ilgili gönderdiği yazının gerekse Haziran-Kasım 2015 sürecindeki katliamları “oylarımız yükseliyor” diyerek karşılamasının gösterdiği üzere AKP/Erdoğan’ın gerektiğinde “zor”u en yüksek şiddette uygulamasına engel olmayacaktır.

İnce ve Oğan

AKP/Erdoğan’ın uzun yıllar iktidarda kalmasını sağlayan önemli faktörlerden birisi de “rakiplerini” gücünü azaltabilme becerisi. Rakiplerini şiddet, hapis, rüşvet vb. yollarla güç alanından çıkartan ya da kendi güç alanına içeren AKP/Erdoğan, şimdi de benzer bir hamleyi İnce ve Oğan üzerinden yürütmekte.

Cemaatin tasfiyesinin ardından Ulusalcı/Ergenekoncu kesim ile MHP/Türk-İslamcı kesim AKP/Erdoğan’ın güç alanına yerleşmişti. Bu kesimden olup da güç alanına dâhil ol(a)mayanlar ise CHP ve İYİP’in alanında mevzilenmekteydiler. Fakat Altılı Masa’nın kurulmasıyla birlikte bu güç ve çıkar alanındaki payları nispeten azalan bu iki kesimin “istemezük” çığlıkları, bir süre uzay boşluğundan yankılandıktan sonra iktidar cephesinde duyuldu. Önemli bir süre adaylık için gerekli imzanın yarısını bile toparlayamayan İnce ve Oğan, iktidarın “gizli” desteğiyle iki gün içerisinde yeterli imzaya sahip oldular. AKP/Erdoğan bu destekle İnce ve Oğan’ın yarattığı kısmi boşluğu (ve ayrıca kıymetleri kendinden menkul Hulki Cevizoğlu ile DSP’yi) eklektik de olsa kendi alanına eklemeyi ve bu ikisi aracılığıyla “karşı” alanı bölmeyi hedefliyor. Nitekim “bitirim” ikili nefeslerini Erdoğan’dan çok Kılıçdaroğlu ve halk güçlerine yönelik nefretlerini haykırmak için kullanarak görevlerini yerine getirmeye çabalıyorlar. İnce’nin “dansına” yönelik tepki, Oğan’ı öne süren Özdağ’ın özellikle Kürtlere yönelik provokasyonlarının istenen reaksiyonu almaması işlerinin zor olduğuna işaret ediyor.

Hülasa gerek içeriyi “koruma” gerekse dışarıya yönelik zor ve bölme hamleleri AKP/Erdoğan’ın istediği sonuçları verme açısında ümitvâr olmasa da Reis’in elinde pek fazla rota bulunmuyor. Bu nedenle Reis için bu rotadan “tam yol ileri” gitmekten başka seçenek yok, “şimdilik”.

Dipnot

[1] Napolyon Bonapart’ın Altıncı Koalisyon’a yenilmesi sonucunda imzalanan 1814 Fontainebleau Antlaşması sonrasında sürgüne yollandığı ada. Napolyon daha sonra bu adadan kaçacak ve adına Yüz Gün Savaşı denilecek olan savaş günlerini yeniden başlatacaktır. Savaşın belirleyici muharebesi Waterloo’da yaşanır ve Napolyon yenilerek bu sefer Saint Helena adasına sürgüne gönderilir.