Vizyon Belgesi ve Egemen Siyasetin Temsil Krizi: Teknokrasi 2.0

CHP’nin İkinci Yüzyıla Çağrı başlıklı 3 Aralık toplantısında ilan ettiği vizyon belgesi içinde yaşadığımız dünyanın gerçekliğini bir kez daha hatırlattı: Bu dünyada tüm defolarına ve krizlerine rağmen, başka bir paradigma henüz doğmadığı için neoliberal dünyanın “alternatif yok” amentüsü geçerliliğini koruyor.

Açıklanan vizyon belgesi birçok noktadan eleştirildi. Neoliberal içeriği ile ilgili de eleştirildi, teknokratları öne çıkarmasıyla da. Jeremy Rifkin, Daron Acemoğlu gibi yurt dışı katılımlı isimlere yer verilmesi de eleştiri konularından birisiydi. Halkın yakıcı sorunlarına olan uzaklığı da bir başka eleştiri konusuydu.

Belki de belgenin alamet-i farikası içeriğinden ziyade hitap ettiği kesim ve bu sunuş tarzının sahip olduğu neoliberal kibirdi. Neoliberal kibir, burjuva siyasetin seçkinci ve halkı dışlayan belirgin bir özelliği. Yüksek sesli itirazların gelmeyeceğini, mevcut rejimde milyonlarca insanın belinin büküldüğünü bilmekten ileri gelen bir burjuva kibri bu. Milyonların itirazlarını dillendirip düzenin alternatifi için mücadele edebileceği politik ve ekonomik araçları yıllara yayılan saldırılarla tasfiye etmiş olmanın verdiği rahatlıktan kaynaklanan bir kibir. Halkın tüm örgütlülüğünü, ekonomik çıkarlarını savunan sendikaları, halkın geleneksel dayanışma ve birlikte ayakta kalma savaşı verme kültürünü yok ederek halkı çaresiz durumda yakalamış olmanın verdiği konforun yarattığı bir kibir… 24 Ocak’la açılan, Özal’la devam eden, Erdoğan’la zirveye yerleşen sermaye imparatorluğunun istediği gibi at koşturacağı bir ortamın var olduğunu bilmekten gelen bir kibir… Devletin çıplak bir şiddet aygıtı olarak emekçinin, yoksulun tepesine her an binebileceğini deneyimlemiş olmanın getirdiği güvene dayalı bir kibir… Belge açık bir sermaye manifestosu, ancak ne gam. Onlara göre kimsenin etkili bir itirazda bulunacak mecali yok. Oyuna devam.

Vizyon Belgesi Kime Hitap Ediyor?

Bütün gösterişine rağmen belge çok dar bir siyasal evrene hitap ediyor: Burjuvazinin bir kesimi (TÜSİAD ve uluslararası ortakları), onların talep ettikleri ekonomik programı uygulayacak olan seçkin uzmanlar (teknokratlar) ve partinin kadrolarına yönelik bir sunuş izledik aslında. Bunca şova gerek var mıydı?

Açıklanan vizyona göre ekonomi politikasında karar verme süreci düzenleyici kurum olarak Merkez Bankası başkanlığına verilmek isteniyor. Oraya da sermaye sınıfının kendisine verdiği direktifleri “şak” diye uygulayacak birinin oturtulması hedefleniyor. Doğrusu Merkez Bankası üzerinde yıllardır devam eden bağımlılık-bağımsızlık tartışması sosyalistler ve halkçı demokratlar için dar bir tartışmaya tekabül ediyor. Son tahlilde bağımsızlık dedikleri şey TÜSİAD ve onun entegre olduğu uluslararası sermaye ile uyumlu bir para politikasından ibaret.

Açıklanan belgede sık sık vurgulanan ve Altılı Masa’nın da kelime dağarcığında önemli bir yer tutan ekonomi, eğitim gibi alanların “siyasetler üstü bir konuma” oturtulmak istenmesinde gizlenen bir siyasi erek var. Bu ilkeyle sermaye sınıfının güncel ihtiyaçları çerçevesinde siyasilerin zaman zaman yaptıkları kimi marazi(!) müdahalelerin dışına çıkılmış bir politik evren tasarlanıyor. Ama daha önemlisi tıkanmış burjuva demokrasisinde aradığını bulamayan halk sınıfları türlü müdahale olanaklarından iyice uzaklaştırılacak ve halka sosyal yardımlar aracılığıyla sadakalar verilecek. Komuta kademesinde işin ehli(!), liyakatle atanmış birisi olacak. Dolayısıyla biraz sebat, biraz kemer sıkma, sabır ve beklemek düşecek halka.

Siyasi Olmayan (!) Organların Önemli Yetkileri

İşte, bir kez daha o noktadayız. Sistem tıkanıyor, açmak için bir müdahale gerekiyor. 2002’deki müdahaleyle yaşamımıza giren ve milyonlarca insanın yaşamını alt üst eden AKP’nin yerine yeni olmayan ve yeni hiçbir şey söylemeyen bir siyasal özne getirilmek isteniyor. 2002’nin ruhu çağrılıyor, bu ruh Altılı Masa’ya üflenmek isteniyor. AKP’nin anaakım liberal otoritelere göre “siyasi olmayan” bir anlayışla yürüttüğü teknokratik iktidarı özellikle ilk yıllarında katıksız bir neoliberal program yürüttüler. Şimdi hemen hemen aynı program bir teknokrasi 2.0 dönemi ilan edilerek hayata geçirilmek isteniyor. Milyonlarca insana aynı mesaj verilmek isteniyor: Başka alternatif yok.

Dünyanın hemen her yerinde kitleler üzerinde yapay bir ayrım yaratmaktan ibaret olan ideolojiler ve liderler bir yana bırakılırsa hepsi de birbirinden neoliberal, programları birbirlerine çok benzeyen partiler parlamentolara ve siyasal arenalara doluşmuş durumda. Bu da beraberinde bir temsil krizi doğuruyor. Milyonlarca insanın düzenin sınırlarını zorlayan acil yaşamsal talepleri burjuva partilerinin hiçbirinde temsil edilmiyor.

Krizlerin yaşamlarını alt üst ettiği halk sınıfları bu temsil krizi içerisinde bir çıkış yolu arıyor. Bu arayış bizleri bir kez daha şu yakıcı problemle karşı karşıya bırakıyor: Halkın gündelik taleplerini orta ve uzun vadeli programlarla buluşturacak bir siyasal öncülüğün yokluğu. Bu başarıldığı vakit başka bir hikâyenin yazımına yaklaşmış olacağız.