Yerel Seçimlerin Ardından: Faşizmin Sonu Göründü mü?

31 Mart yerel seçimlerinde CHP’nin sadece üç büyük metropolde değil AKP’nin kalesi olarak bilinen kentlerde de umulmadık bir başarı kazanması ve DEM Parti’nin de kayyum atanan 7 il belediyesini geri alarak üstüne 3 il daha eklemesi kuşkusuz 22 yıllık AKP iktidarının gücünü tarihsel bir sekteye uğrattı. Bunun pek çok nedeni var, ancak bu yazıda nedenler yerine seçim sonuçlarının siyasal rejimin bundan sonraki dönüşümü açısından ne anlama gelebileceğini tartışacağım. Bu noktada kritik bir mesele var. AKP iktidarı son on yıldaki bütün seçimlerde olduğu gibi bu seçimlerde de devletin bütün aygıtlarını seçim öncesinde kendi lehine kullanmaya çalıştı. Ancak bu kez seçim sonuçlarını etkilemek üzere zarları hileli oynama mekanizmasını Batıda hemen hemen hiç kullanmazken, Kürt coğrafyasında taşımalı seçmenlerle sonuna dek kullanmaya çalıştı. Seçime iki gün kala Adalet Bakanlığı’nın yaptığı itiraz üzerine de Van Büyükşehir Belediye Eş Başkan adayı Abdullah Zeydan’ın memnu hakkı geri alındı. Seçim sonrasında bu durum gerekçe gösterilerek Van halkının iradesi çalınmaya çalışıldı. Diğer yandan Kürt illerindeki bazı il ve ilçelerinde de benzer girişimler olduğunu gördük. Kürt halkının seçim iradesi gerek geçtiğimiz dönemdeki kayyum uygulamalarıyla gerekse de bu yeni girişimlerle ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Batı ve doğu arasındaki bu temel fark bize siyasi rejimin bundan sonraki gidişatı açısından neler söylüyor?

İtalyan Marksist kuramcı Alberto Toscano’nun 2023’de yayınlanan “Geç Faşizm: Irk, Kapitalizm ve Krizin Siyaseti” kitabının bu noktada önemli ipuçları taşıdığını düşünüyorum. Toscano günümüz faşizmini klasik faşizmden ayırt etmek üzere “geç faşizm” kavramını öneriyor. Geç faşizmin tarihsel kaynaklarını araştırırken ise iki savaş arası Avrupa’sına değil, ırksal kapitalizmin (veya içsel sömürgeciliğin) longue durée”sine (uzun dönemli etkilerine) bakmak gerektiğini vurguluyor. Bu nedenle günümüz faşizmini anlamak için Komünist Enternasyonal’deki analizler ya da Soğuk Savaş yıllarına özgü totalitarizm tartışmalarına değil 1970’li yıllarda ABD’de siyahi Marksistlerin yaptığı faşizm tartışmalarına dönmeyi daha anlamlı buluyor. O dönemde beyaz entelektüeller Amerikan devletini liberal demokratik olarak tanımlarken Angela Y. Davis ve George Jackson gibi siyahi Marksistlerin aynı devleti faşist olarak tanımlamasından yola çıkarak, faşizmin belirli bir dönemde aynı ülkede farklı ırk, cinsiyet ve cinsellik eksenlerinde farklı şekillerde uygulandığını, deneyimlendiğini ve adlandırıldığını vurguluyor. “Tahakkümün farklılaşmış deneyimi” olarak tanımladığı bu durumu açıklamak üzere Ernst Fraenkel’in Nazi Almanyası için kullandığı “ ikili devlet” kavramına dönüyor. Devletin kendi koyduğu normlara uyduğu “norm devleti” ile hukuku devre dışı bırakarak kararları keyfi bir biçimde aldığı “önlem devleti”nin bir arada var olduğu bir işleyişi tanımlayan “ikili devlet” kavramına referansla “ırksal ikili devlet” kavramını geliştiriyor. Siyahi Marksistlerin yazılarında ABD’nin “ırksal ikili devleti”nin en belirgin biçimde işlediği alan olarak yargı ve cezaevlerine dikkat çektiklerini hatırlatıyor.

Toscano’nun analizleri elbette akla Türkiye’de devletin Kürt meselesindeki tavrını getiriyor. AKP’nin son on yılda sadece Kürt coğrafyasında değil Batıda da faşist uygulamalarla karşımıza çıkması devletin Türklere ve Kürtlere farklılaşmış bir hukuk uygulayışını bir ölçüde ortadan kaldırarak faşizmi bütün toplumsal muhalefet güçleri açısından görünür hale getirdi. Gezi ve Kobane davaları bu durumun tipik göstergesi oldu. Peki bundan sonra süreç nasıl ilerleyecek? Bu soruyu yanıtlarken iki gelişme üzerinde durmak gerektiğini düşünüyorum. Birincisi, Batıda belediyeler (İstanbul Gaziosmanpaşa ilçesi gibi bazı politik olarak özel durumlar dışında) hızla ve sorunsuz bir içimde AKP’den CHP’ye teslim edilirken, Bitlis, Kars ve Şırnak’ta Dem Parti taşımalı seçmen uygulaması yüzünden kaybettiği belediyeler için yaptığı itirazlarla mücadelesini sürdürüyor. Van belediyesinin çalınması girişimi ise şimdilik halkın direnişiyle geri çekilmek zorunda kalsa da girişimin kendisi bile bu tezi doğrulamaya yeter. İkincisi, Erdoğan’ın seçimden sonra yaptığı balkon konuşmasında kullandığı “güney sınırlarımızın ötesinde bir “teröristan” kurulmasına izin vermeyeceğiz” ifadesi Suriye ve Irak’ta Kürtlere karşı savaşın hızla tırmandırılacağını gösteriyor. Bu noktada önümüzdeki günlerde “ırksal ikili devlet”in yeniden faşizmin temel parametrelerinden biri haline gelmesini bekleyebiliriz. Bu öngörünün en belirgin biçimde ortaya çıkabileceği alanlardan birisi ise elbette siyasi tutsaklarla ilgili yargı kararları olacak. Bu açıdan 17 Nisan’da yapılacak Kobane davasının karar duruşması da siyasi rejimin bundan sonraki gidişatı açısından kritik önem taşıyor. Yerel seçimlerin ardından anti-faşist mücadelenin ivme kazanması ise haritadaki kırmızı ve mor renklerin tam da bu alanda ortaklaşabilmesine bağlı görünüyor. Van belediyesinin geri alınması sürecindeki pratik de bize bunu doğruluyor.