Sarayın “Milli Güvenlik Konsepti”: Halkın İradesini Ezme ve Yığınların Sessizliğini Kurumsallaştırma Stratejisi

Güç savaşımı hızlanıyor ve yoğunlaşıyor. Öyle ki, devlet krizi koşullarında kurulacak olası yeni düzenin inşasında oyun kurucu olmak için, her güç pür telaş hamle peşinde, an’a müdahale etmeye çalışarak pozisyon alıyor. AKP öncülüğündeki Cumhur İttifakı da oyunun kurallarını ve sınırlarını kendisiyle çitleyerek güç savaşımına el yükseltiyor.

Seçim sathı mailindeyiz malum. AKP-MHP koalisyonu, seçim stratejisini adeta bir savaş stratejisi planıyla “yöneterek” bütün tuşlara aynı anda basıyor. Faşizmin kurumsallaşma adımlarını an be an hızlandırıyor. Son on beş yirmi günlük pratikleri de bunun somut göstergesi.

Birbiri ardına gelen, sansür yasası, ekran karartma, gazetecilere özellikle de Kürt gazetecilere yönelik sürdürülen operasyonlar, Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması, TTB’ye yöneltilen ve akabinde TMMOB’u hedefleyen kayyım tehdidi, İstanbul’da başlatılan ve hafta sonu İzmir’de üniversite rektörlerinin katılımıyla devam ettirilen LGBTİ+ karşıtı gösteriler, eşit yurttaşlık talebiyle meclise yürüyen Alevi kurumlarını şiddetle karşıladıktan sonra, hemen akabinde bir gece yarısı kararnamesi ile tekçi ve inkarcı bir ‘açılım yönelimi”yle Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın kurulması ve devamı adım adım ve de sertleşerek geleceği belli olan politik hamlelerle seçim savaş stratejisinin içeriği donanıyor/donatılıyor. Topluma biri bitmeden diğerinin başlatıldığı sınırları kendi bekalarıyla çizilmiş gündemler dayatılıyor. İktidar koalisyonu yeni bir aşamaya geçmenin sınırlarını zorluyor.

“Türkiye Yüzyılı Vizyon Programı” Hamaseti

Sarayda alınan siyasi kararlar doğrultusunda, talimatlı bir yargı eliyle sürdürülen operasyonel hamlelerle, temel hak ve özgürlüklerin tümüyle askıya alındığı, olağanüstü hâl rejiminin fiilen yürürlükte olduğu saray ile göbekten bağlı bir “milli güvenlik konsepti” işletiliyor.

Aynı güç savaşımının başka bir versiyonuyla eş zamanlı olarak Türkiye Yüzyılı Vizyon Programı “farklılıklarımız zenginliğimiz ve gücümüzdür, farklılıklarımızla geleceği inşa edelim” çağrısıyla açıklandı. Esasında deklarasyonda bolca başvurulan “kucaklaşma, sevgi, hoşgörü, birlik” cümleleriyle bi yandan da sıkı sıkıya hamasete tutunuyorlar. İçkin olarak, sözde muhalif gördükleri sanatçı, aydın, gazetecileri de seçim stratejisinin bir dekoru olarak etraflarına dizerek “açılım hamasetine” boylu boyunca yaslanıyorlar. Aynı hamaset, kendisini yerli ve milli otomobil olarak propaganda ettikleri TOGG’un üretim tesisi açılışında da gösterdi. Bir yandan ‘yerli ve millilik açılımını’ bir yandan Kürtlere, Alevilere, gazetecilere doğru “açılım vizyonu” dedikleri yönelimi, bir yandan ise “başörtüsü ve aile ile ilgili anayasa değişikliği” kapsamında yapılan ziyaretleri gündemde tutuyorlar. Ne var ki, Türkiye Yüzyılı Vizyon Programı’ndan şapkadan tavşan çıkaramadıkları gibi, Türkiye vizyonunun makyajı ilan edilir edilmez her yerinden pul pul dökülüveriyor. Ancak yaslandıkları “milli güvenlik konseptinin” belki de daha doğru bir ifade ile “sarayın güvenlik konsepti”nin çoklu hamleleri bunu gerektiriyor.

7 Haziran 2015 nesnelliğini, 7 Haziran-1 Kasım arasında yürüttükleri operasyonel hamlelerle toplumsal şok taarruzlarıyla kendilerine bükmeyi beceren siyasi iktidar, şimdinin nesnelliğinde çıkış stratejisini savaş stratejinin başka bir yönüne yaslanarak sağlamaya çabalıyor. Zira, gelinen aşamada AKP artık yekpare bir siyasi parti değil. Bütünlüğünü kaybettiği gibi, iç hizipleşme ve çatışmaların yoğunlaştığı, belki de tarihinin en zorlu ve çetrefilli dönemini yaşıyor. O yüzden de “milli güvenlik konsepti”ne dayanan psikolojik harp teknikleriyle donatılmış post-truth siyasetinin hamasi politikalarına sıkı sıkı sarılmaya da mecburlar. Ondandır ki; devlet şiddetinin dozunu artırırken, bir yandan da “farklılıklarımız gücümüzdür”, “birlik ve sevgi siyasetimizle güçlü Türkiye” hamasetine tutunuyorlar. TOGG gibi projelerle, sosyal konut paketleriyle, önümüzdeki dönemde yapılması beklenen asgari ücret artışı ve emeklilere yönelik projelerle istikrar ve fetih iddiasını da korumaya çabalıyorlar. Bir yandan da faşist rejimin anayasasının icrasına girişerek, homojen toplum idealizasyonuyla atılan ve faşizmin yolunu döşeyen ardışık hamlelerle rejimin siyasal ve toplumsal unsurlarını meşrulaştırarak ilerletme iddiasını da sürdürüyorlar.

Yeni Bir Aşamaya Doğru 

AKP 20 yıllık iktidar pratiğinde örgütlü bir yıkımın mimarlığını üstlendi. Sermayenin sözcülüğünü yeni rejimin kurumsallaşma görevine soyunarak yürütürken, yaşamı, toplumun ve siyasetin bütün alanlarını çok yönlü işgal pratikleriyle tekeline alarak ilerledi. Bunu yaparken de alternatif yaşam arayışları ve tahayyülüne karşı bir savaş yürüterek var oldu. Cemaat ve suç örgütleriyle girişmiş olduğu ortaklığın bütüncül gücünü kendi önündeki engellerin ortakları tarafından temizlenmesi ve korku iklimi yaratılarak saltanatının an be an konsolide edilmesinden aldığı güçle siyasal varoluşunu tahkim etti. Ama şimdi koalisyonun ortakları başka gemilerde konumlanıyor. Kılıçlar çekilmiş vaziyette herkes fırsat kolluyor. Cemaat, mafya, çete, derin devlet denklemi devlet erkanının bozuma uğraması ve devlet krizi gerçekliği ile başka bir boyuta erişti, devletin kendini dayandırdığı kanun ve nizam müesseseleri işlevsizleşti ve tabelalaştı malumunuz. Hal böyle olunca 7 Haziran nesnelliğini ülkenin dört bir yanında patlatılan bombalarla tersine çevirme asabiyeti ve fetihçi bütünlüğü bugün aynı konseptle devreye sokulamıyor. O konseptin farklı versiyonları devreye sokularak ve nihayetinde halkın iradesini topyekûn ezerek, kendi sultalarını yeniden tahkim etme ve rejimi kurumsallaştırma gayretkeşliğindeler.

Halkın haber alma hakkını gasp ederek, metropollerde halkın hak talep etme ve protesto etme hakkına valilik ve kaymakamlık makamları aracılığıyla el koyarak, Kürt illerinde sokağa çıkma yasaklarını yerleşikleştirerek ve kayyım siyasetini yukarıdan aşağıya merkezileştirerek olağanüstü hâl hukukuyla eyleyip, şiddet ve zor yoluyla kitlesel sessizliği sağlama arayışındalar. Zira iktidarlarının ana dayanağı olan “yığınların sessizliği” ses vermeye, korku eşiği aşılmaya, toplumsal kesimlerin emek, özgürlük, adalet arayışları boy vermeye başladı. Eski rejimin despotik mirasının da bilinci ve devamcılığıyla gayet iyi biliyorlar ve devlet aklının kolektif hafızasının uygulayıcılığıyla da gayet farkındalar ki, “yığınların sessizliği” ancak zor aygıtlarını toplumun tüm güçlerinde bilinç ve irade kırılmaları yaratılarak inşa edilir. Toplumsal öfkenin akıtılacağı yeni iç ve dış düşmanlar yaratarak, militarize edilmiş mikro alanları güçlendirerek, halk/yurttaş ya da özne değil, devlet-sermaye-aile(erkek) kontrolünde kul ya da ümmet tebaasını yeniden inşa etmek zorundalar. Zira AKP çözülürken, devlet kutsiyeti de çözülüyor.

İşte, bombalar yine patlamaya başladı. Taksim’de patlayan bomba, iktidar temsilcilerinin yaptığı “milli güvenlik konseptli” tutarsızlığının tutarlılığını gösteren çelişik açıklamalar, yeni dönemin özelde ise seçim kampanyalarının ilk işaretleri. Memleketin dört bir yanda giriştikleri savaş konsepti halkları hedef almaya ezmeye ve toplumu kendine tabi kılmaya yeminli Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da, Libya’da, Yunanistan’da giriştikleri savaş konsepti an an savaşı ülkenin içine sokarak genişletiliyor. İçeride ve dışarıda gerilimi yükseltirken, şok taarruzlarıyla, toplumun bilincini bulandırmaya, sisli ve puslu siyasal ortamı toplumun her bir hücresine doğru yoğunlaştırmaya çabalıyorlar. Seçim stratejileri işte tam da bu.

İktidar koalisyonun alternatifi olarak kendini konumlandıran, CHP ve İYİ Parti öncülüğündeki Millet İttifakı da devletin restorasyonunda bu yeni devletin ideolojik harcına, kadrolaşmasına ve çıkarlarına uyumlanmış bir ittifak olarak, milliyetçilik, ırkçılık, İslamcılık, kapitalizm ve patriyarkanın ittifakını yeni bir makyajla devlette inşa ve tahkim etme hedefini güdüyor. Devletin restorasyonu, despotik devletin temellerine dokunulmadan, iktidarın ve servetin el değiştireceği bir geçiş süreci öngörülüyor.

Kılıçdaroğlu’nun Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları kitabını konuşmasının asli mesajı olarak masasının üstüne koyup başörtüsünü yasal güvence altına alma “müjdesi” vermesi ya da Akşener tarafından İttihatçılığa durulan selamlar ve verilen mesajlarla neye talip ya da tabi oldukları imgelerin izinden giderek bakarsak bile malumun ilamı.

“Kazanacak aday” yarışmalarına sıkıştırılmış, yüzeyde köpük tartışmalarla iktidarın belirlediği sınırlar çerçevesinde siyaset yapıyorlar. Ki, çoğu zaman iktidarın yörüngesine hapsolmuş politik çıkışlarla Erdoğan’a zaman kazandırıyor ve elini güçlendiriyorlar. 

Karşımızda egemen iki sınıf ittifakı var. Kökleri aynı yataktan yeşermiş geleneklerinin güncel pozisyon alışlarıyla ilerliyorlar. Güç savaşımı hızlanır, siyasal ortamın sisli iklimi yoğunlaşırken egemenlerin çıkış stratejilerinin tarihsel kökleri safları belirginleştirerek netleşiyor.