Max Zirngast: Bizim Yapmamız Gereken Temel Şey Neoliberal Mantığı Bozmak

El Yazmaları’nın Notu: “Gelişimin Çelişik Doğası: Dünya Nereye” başlıklı dosyamız kapsamında Graz Belediye Meclis Üyesi ve aynı zamanda sitemizin yazarı da olan Max Zirngast ile yaptığımız röportajı siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz. Max Zirngast ile Komünist Parti’nin Graz’daki belediye yönetimini, politikalarını ve dünyadaki gelişmelere dair görüşlerini konuştuk.

Yaklaşık 9 aydır Graz’da Komünist Parti öncülüğünde bir koalisyon belediyeyi yönetiyor, 9 ayda neler yaptınız, şu anda ne durumdasınız ne gibi geri dönüşler alıyorsunuz?

Öncelikle, kısaca Avusturya Graz’daki siyasi durumu ve siyasi sistemi izah ederek başlayayım. Biz Yeşiller Partisi ve Sosyal Demokrasi ile bir koalisyon hükümetindeyiz; fakat Graz belediyesinin hükümeti var. Belediye başkanı dahil, 7 kişilik bir hükümet bu.

Hükümet, oy oranına göre belirleniyor yani koalisyon hükümetinde olmayan partilerin de bir koltuğu var o hükümette. Örneğin; Komünist Parti 20 seneyi aşkındır o hükümetteydi yani bir koltuğu vardı o hükümette, ama muhafazakarların yönettiği belediyede hiçbir zaman koalisyona dahil olmadı. Bu şu anlamına geliyor muhalefet partilerinin de belli alanlarda sorumlulukları var. Mesela eğitim, ekonomi, turizm, spor, kültür çeşitli alanlarda muhafazakâr parti, sorumlu oluyor. 

Belediye servisinin etki alanı çok geniş değil onu da söylemek lazım. Yani Avusturya’da genellikle eyalet meclisleri seçiliyor. (Eyalet başkanı vs.) Yani bir valilik sistemi yok. Bir de elbette ulusal hükümette daha etkili bir durum var. 

Şimdi Graz’a gelecek olursak, birçok kişi bence bizim başarısız olacağımızı bekledi. Sonuçta Komünist Parti hiçbir yerde bir belediyeyi yönetmedi, küçük belediyeleri bile yönetmedi; öyle bir duruma gelemedi. Şimdi Avusturya’nın ikinci en büyük kentini yönetiyor olmak tabi ki başka bir şey. Ne idarede ne devlet yapısında ne de başka kentlerde bize destek çıkan, bize danışan partili arkadaşlar ya da bize yakın olanlar vardı. Yer yer, bazı belediyelerde bazı kentlerde tek tük belediye meclis üyeleri vardı Komünist Parti’nin o kadar; onun dışında hiçbir yerde yönetim mekanizmalarında değildi. O yüzden genel anlamda, gerçekten güzel bir performans sergiledik. Baya iyi bir şekilde idare ettik. İdare etmekten kastım da sonuçta her belediyenin, her eyaletin, her devletin belli bir idare yapısı var. Memurlar var, pratik işlere koşturanlar var o insanlarla bir şekilde çalışman lazım. Çünkü Graz’daki idare başkanı sanırım yirmi senedir o işi yapıyor, şimdi farklı üçüncü partinin yönetimini görmüş oluyor, gündelik işleri bilenler, örneğin şehir planlamacıları ister inşaat ister sosyal alanda olsun, sonuçta bu işlere koşturuyor her gün onlarla belli bir ilişki geliştirmek önemli. 

Mesela KPÖ’nün uzun senelerdir özellikle barınma politikaları konusunda yürüttüğü belli ilişkiler söz konusuydu. Biriktirdiğimiz deneyim ve ilişkilerden kaynaklı biz çok hızlı bir şekilde harekete geçmiş olduk. Tabii ki bir sürü şey yeni özellikle mali duruma dair çok bir bilgimiz yoktu, tabii ki kamuya açık durumu biliyorduk ama bir bütçe nasıl oluşuyor, oradaki detaylar nedir, bütün bunlara dahil olmadık. Çünkü çok kritik bir şey bütçe. Normalde her senenin aralık ayında bir sonraki senenin bütçesi kararlaştırılıyor, yani belediye meclisine sunuluyor ve oradan oylama ile bir karar çıkıyor. Biz orada geçici bir bütçe oylamaya sunduk ve kendi oluşturduğumuz inşa ettiğimiz bütçeyi gayet başarılı bir şekilde yaptık ve ama bu yönetim elbette kapitalist bir yönetim. Zaten onun üzerine konuşmak lazım kapitalist bir şehir yönetiyoruz ve bir şehir tek başına bu sistemden konuşamaz zaten bu pek mümkün de değil. Şimdi bu sistemin içerisinde sosyal politikalar açısından daha ilerici politikalar yürütebilir bazı alanlarda daha demokratik kapsayıcı şeffaf yönetim sergileyebilirsiniz ve biz bunu yaptık üç temel husus üzerine koalisyon programını hayata geçirmeye çalışıyoruz, birisi demokrasi ve şeffaflık, ikincisi sosyal politikalar, üçüncüsü ise ekoloji. 

Şimdi ekoloji tabii ki çok kapsamlı bir konu ama büyük oranda Yeşillerin sorumluluğunda, şöyle ki çevre makamını, şehir planlayıcılık makamını ve de trafik makamı onlar yönetiyor. Tabii ki biz de orada sözümüzü söylüyoruz ortaklaşmaya çalışıyoruz. Ama büyük oranda onların sorumluluğunda.

Biz ise sosyal barınma bakım sağlık vs. konulara eğiliyoruz yani etki alanımızın kapsamında bir hastaneyi yönetmiyoruz elbette bunlar, eyalet sorumluluğunda ancak sağlık, bakım alanında bir sürü şey yapılabilir. Tıpkı sosyal politikalar gibi. Sosyal politikalar, devlet politikasıdır. Sonuçta vergiyi devlet topluyor sosyal yardımları devlet yapıyor ama her şehir, her belediye kendi çapında kendi gücüne göre sosyal destek yapabilir biz yürüttüğümüz politikalarla bunu genişlettik bir sosyal kart var mesela; zaten KPÖ’nün inisiyatifi ile geliştirilmiş bir kart; çalışmayan, işsiz veya emeklilik maaşı alan ama maaşı düşük olan insanların alabileceği bir kart. O kartın sahibi isen ulaşım daha ucuz oluyor, barınma, ısınma, enerji gibi destekler alıyorsun, müzeleri, tarihi ve kültürel alanları ücretsiz veya daha ucuz ziyaret edebiliyorsun, çocuklar için destek alabiliyorsun, okullar başladığı zaman- çünkü genellikle okullar açıldığında mali açıdan yük daha da ağırlaşıyor- yoksul aileler için gelir desteği alınabiliyor, biz bu politikaları daha da genişlettik, çalışan maaş alan fakat düşük maaş alan kişiler için de genişletiyoruz şimdi bu kartı, daha tam bilmiyoruz ama 13.000-14.000 bandında insan bu karttan faydalanabiliyor. Yine belediyenin bir fonu var oraya insanlar başvurabilir ve destek alabilir durumda, özellikle bu günümüzde çok kritik çünkü hayat pahalılılığı -Türkiye’de olduğu kadar olmasa da burada da enflasyon var- burada da insanlar zar ay sonunu getiriyor faturalarını ödüyor.

Başka bir şeye daha değinmek isterim. KPÖ 98’den bu yana barınmadan sorumluydu. Viyana’da yüz sene önce kurucu bir dönemde, belediyeye ait yüzlerce konut inşa edildi, biz bugün geldiğimiz aşamada yapabildiğimiz kadar yeni konut inşa etmekle birlikte, daha çok eski konutları belediyeye ait binalara çevirmeye çalışıyoruz. Biz, daha evvel de bu sorumluluk alanının içindeydik ancak, 2017’de bu alan bizden alınarak, ırkçı sağ partiye verildi, ancak son seçimlerle bu alanı yine geri aldık ve bu politikalarımızı genişlettik. O süreçte, özellikle göçmen insanların belediye konutu almasını zorlaştırdılar, konut hakkı için ez az beş 5 sene yurtta ikamet etmiş olması gerekiyor- bu süre bizim dönemimizde bir sene idi- son seçimleri kazandıktan sonra biz şimdi göçmenler için bu süreyi tekrar bir seneye indirdik.

Aynı şekilde, belediye konutlarında herhangi bir kira artışı yapılmadı, her yerde kira fiyatları tırmanırken, belediye konutlarında o artışı dondurduk. Belediye konutlarında oturduğun müddetçe kira senin maaşını aşıyorsa veya maaşının üçte birinden fazlaysa belediyeden destek alabiliyorsun; çünkü KPÖ böyle bir politikayı inşa etti ve yaşama geçirdi. Hiç kimsenin aldığı maaşın %33’ünden fazla kira için harcama yapmaması lazım; ama gerçeği başka oluyor tabii ki, insanların artık maaşının %50’si 60’ı kadar kiraya gidiyor, kalanını yemek almak için harcıyor sonra elinde avucunda bir şey kalmıyor. Biz bunu siyasi taleplerle de dile getiriyor ve hükümete çağrı yaparak, çeşitli önerilerde bulunuyoruz. Belediye konutlarında bunu yaptık bu kira desteklerini de arttırdık. Tıpkı sağlık alanında da olduğu gibi.

Graz’daki başarının nedenleri nelerdir?

Graz’ın şöyle bir özelliği var 45’ten sonra ikinci paylaşım savaşının ardından her zaman Komünist Parti’nin belediye meclis üyesi oldu bu gelenek genellikle hiçbir zaman bozulmadı.

83 seçimlerinde ucu ucuna bir kayıp oldu yüz, iki yüz oy belki bu kadar bile değil. Ama ondan sonra yükseliş dönemi başladı. O dönemin tek meclis üyesi zaten KPÖ’yü hükümet koltuğuna, senatosuna kadar götürdü. Parti somut sorunlara eğildi, insanların somut sorunlarına ve özellikle barınma sorununa önemli somut politikalar geliştirdi. 

İnsanların evlerine gitti, kapı kapı gezdi, çözüme yoğunlaştı. Ve bu çalışma tarzını yani gündelik sorunlara yönelik insanlarla birebir mesai yaparak, istikrarlı bir şekilde bu pozisyonunu sürdürdü. Ama özellikle seksenlerin sonu doksanların başında tabii ki komünist hareketin dünya genelindeki durumundan kaynaklı, her yerde neredeyse komünist partiler çözüldü iç sorunlara tartışmalara boğuldu.

Bugün, Graz’daki başarının cevabı, insanların somut sorunlarına eğilmek, gündelik olarak o sorunların somut çözümleri için politika geliştirmek oldu. Tek başına belediye meclisinde tartışmalarla bu politikaları kitlelere ulaştırmak zor, o yüzden aynı zamanda sokaktayız da.

İnsanlarla bir fiil birebir iletişim içindeyiz. Barınma konusunda bir sürü talep dile getirildi, kiracı acil destek hattı kuruldu. Fransa Komünist Partisi ile yapılan bir görüşme sonrasında bu fikir doğdu ve orada da benzer bir durum söz konusuydu. İnsanlar doğrudan acil destek hattını arayabiliyor hukuki bir sorun varsa ya da herhangi bir sorun varsa kiralarla ilgili veya barınma ile ilgili cevap üretiliyor. Bu neden önemli çünkü Avusturya’da aslında ücretsiz hukuki danışma yok, kiracıların bir sürü sorunu var ve tam olarak haklarını bilmiyorlar, hukuk da değişiyor zaten Ev sahipleri kiracılara kendi çıkarları doğrultusunda, hukuken doğru olmayan şeyler yaptırmaya çalışıyor. Ev sahiplerinin gayrimenkul şirketlerinin iyi avukatları var ve bilgi sahibiler, dolayısıyla daha güçlü konumdalar o yüzden acil destek hattı kiracılara destek vermek açısından oldukça kritik. Parti bunu yaptı daha sonra, bazı durumlarda ev sahiplerine dava açmasını önerdi ve davalar için yine parti bir fon oluşturdu, bu halkı cesaretlendirdi ve güven verdi.

Somut destekler yanında,  bir de siyasi talepler, imza kampanyaları, barınma durumunun iyileşmesi ile ilgili dediğim %33’ünden fazla ödenmemesi ile ilgili kararlar hayata geçirildi.

Barınma durumunun iyileştirilmesi için imza kampanyaları, %33’ten fazla ödenmemesi için bazı talepler sunuldu.

2004’te belediyeye ait konutlar satılmak istendi- ki bu sadece Graz’a ait bir şey değil- Berlin’de gerçekleşen kiracı hakları mücadelesine bakalım örneğin. 2000’lerin başında neo-liberal politikalar çok güçlüydü ve belediyeye, kamuya ait varlıklar satılmak istendi. O dönem fabrikalar devlet mülküydü fakat belediyeye ait olan bir sürü konut vardı ve onlar satıldı. Bu dönemden sonra piyasada özel mülk sahibi insanların etkisi arttı ve piyasaya müdahale edilemedi, aynı zamanda belediyenin yetkisi olmadığı için buraya yönelik bir kanun da çıkaramadı. Avrupa’nın bir sürü şehrinde bu sorun yaşandı ve bütün partiler -Komünist Parti- hariç bu taslağa evet dediler ve Komünist Parti bir direniş örgütledi. Referanduma gidildi ve referandumun sonucunda %94 gibi bir oranla satılmasın sonucu çıktı. Bu referandumdan sonra hiçbir parti bu özelleştirme politikalarını dillendirmedi. Bugün yürütülen bu politikalardan kaynaklı, geldiğimiz aşamada, sağ partiler bile retorik olsa bile kamuya ait konutları savunuyor. Bu KPÖ’nün başarısıdır.

Barınma politikalarına dair ekleyeceğin bir şey var mı? KPÖ’nün en başarılı olduğu alan bu. Bir taraftan tüm dünyada barınma bir krize dönüşmüş durumda, bu alana yönelik çözümler üretilmeye çalışılıyor. Buna yönelik nasıl çözümler ürettiniz?

Aslında tamamen çözemedik elbette. Belediyeye ait, kamuya ait konutlar olması iyi bir şey, çok da önemli ama problem şu ki biz belediye konutlarının satılmasını engelledik fakat kamuya dair bir sürü arsa satıldı. Bu arsalar büyük şirketlere satıldı ve şehirler yatırım alanı olarak kullanıldı. Özellikle 2008’den sonra bankaya faizler nedeniyle para yatırmak çok karlı değildi -faizler nedeniyle- yatırımlar gayrimenkule yöneldi. Böyle olunca ise fiyatlar artıyor, sonrasında kiralar artmaya başlıyor. Bunu maalesef biz de durduramıyoruz.

Kiracı destek hattımıza gelen arama sayısı giderek artmaya başladı. Eskiden, ev sahibiyle ilgili konularda arama yapılıyordu -para sorunları da vardı elbette- fakat şu an gitgide “Bu sene 3 defa kira artışı yapıldı, bu hukuksuz mu?” gibi sorular geliyor. Bazen ısınma, bazen elektrik üzerine çok sayıda insana kira artışı geliyor ve bunun hukuka uygun yolları var, en önemlisi ise serbest piyasada bu artışı durdurmak, belediye seviyesinde belediyelerin yetkileri kapsamında pek de mümkün değil. Graz’a baktığımız zaman ise, konutların %5’i belediyeye ait ve bizim müdahale edebileceğimiz toplam %8-9 civarında konut var. Viyana’da ise konutların %25’i belediyeye ait bunun sebebi ise Viyana’nın özel durumu. Viyana eyalet olduğundan yasa çıkarma yetkisi var ve müdahale edebiliyor. Biz de buna yönelik şöyle bir şey öneriyoruz: Kiralar devlet tarafından bir üst sınıra çekilsin.

Bir diğer sorun ise emlakçı bedeli. Kiracılar eve çıkacağı zaman, emlakçıya 2 ya da 3 kira vermek zorunda. Biz senelerce bunu kaldırmak için kampanyalar yaptık, imza topladık. Sonuçta ev sahibi, emlakçı ile kiracı bulma üzerine bir anlaşma yapıyor, bu parayı ev sahibinin vermesi gerekiyor. Depozito vermek zorundasın, emlakçıya para vermek zorundasın hatta bazen eşya almak zorundasın, bu koşullarda eve çıkmak neredeyse gençler ve yoksullar için oldukça zor bir durum. Yine de bizim inisiyatifimizle “Depozito Destek Fonu” kuruldu. Belediyenin bir fonu var ve insanlar oradan depozitolarının miktarlarına göre, eve çıkarken oradan para alıyor, evden çıkarken ise bu parayı geri bırakıyor. Biz bunu yaptıktan sonra eyalet seviyesinde de bu fon başlatıldı. Bu yardım ufak gibi gözükse de gençler ve yoksullar için oldukça büyük bir destek. Fakat nihai olarak kapitalizmde bunun bir çözümü yok, ne kadar kamuya ait arsa, arazi ve konut varsa halk için o kadar iyidir.

Sonuç itibariyle bir kapitalist kenti yönetmeye çalışıyorsunuz. 

Kapitalizmi aşmak isteyen bir parti olarak kapitalist sistemde bir kenti yönetmek ne gibi çelişkiler doğuruyor ve bu çelişkilerle nasıl baş ediyorsunuz? Politikalarınız neler?

Bir de konuşurken yardım kelimesini bilerek mi kullanıyorsunuz ki, bu da çelişkilerden bir tanesi aslında, yardım ile hak arasında bir açı farkı var. Biraz da burayı açabilir misiniz?

Genel olarak alacağın yardımlar senin hakkın oluyor. Buna rağmen yardım deniliyor. Ben şuradan dolayı yardım kavramını kullanıyorum, bunlar nihai olarak çözüm değil. Bu bir geçici çözüm, yardım. İnsanların barınma, sağlıklı yaşama gibi hakları var fakat bu haklar hiçbir yerde yerine getirilmiyor. Bakınca aslında barınma hakkın var fakat paran yok. Herkese bir konut vermek bizim gücümüzü aşıyor, Viyana belediyesini bile aşıyor. Fakat insanların güzel bir yerde oturması, ayın sonunda faturalarını rahatça ödemesine yardımcı olabiliriz. Bu açıdan yardım kelimesi aslında doğru, böyle olmasını istemiyoruz fakat mevcut durum da bu. Dediğim gibi burada insanların belli yardımları alma hakları var. Ama şöyle bir sorunumuz var, belediye bütçesini devletten alıyor. Vergiler toplanıyor, merkezi hükümet onu belirli kurallara göre dağıtıyor. Neoliberalizm ile birlikte bilinçli bir strateji olarak belediyelere gitgide az bütçe verildi ve idari olarak daha fazla sorumluluk yüklendi. Eyaletin sorumluluğunda olan bazı sorunlar, belediye tarafından çözülmeye başlandı. Özellikle Avrupa’da bir sürü belediye borç sıkıntısı çekmekte. Aynı zamanda bu sorun belediyelerin siyaset yapma kapasitesini düşürdü, bütçe azaldığından kaynaklı siyaset yapmakta sorun yaşıyoruz.

Kendi bütçemizi arttırmak çok da mümkün değil. Bir şeyleri kamulaştırayım ve oradan gelir elde edeyim diyemiyorsun, böyle bir şansın yok. Siyaseten devletle gücüne göre değiştirebilirsin, onun girişimleri var ama tek başımıza yapabileceğimiz bir şey değil. İki esasa göre siyaset yapıyoruz: Birincisi bütçemiz dar kısıtlı, ona göre hareket etmek zorundayız. İkincisi insanlara ancak yardım edebiliyoruz. Onların kapitalizm altında yaşadıkları temel çelişkileri tek başına belediyeden çözemeyeceğiz.

Graz’da KPÖ oldukça başarılı. Ama görüyoruz ki Avusturya’nın geri kalan kısmında bu böyle değil. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?

Bu, Avusturya komünist hareketin tarihinde yatan uzun bir hikâye. Graz ve Steiermark [Graz’ın başkent olduğu eyaletin ismi] uzun zamandır özgün bir yol izliyordu. Özellikle 1990’dan sonra, Sovyetlerin yenilgisinden sonra uluslararası komünist hareketle bağlar iyice koptu. Ulusal sınırlar içinde parti yönetimleri bir yenilenme sürecine girdiler. O zamanlar kimi tartışmalar vardı. İsimler kalsın mı, değişsin mi, Demokratik Sol Parti mi olsun, post Marksizm mi olsun, radikal demokrasi mi olsun gibi tartışmalar. Bu tartışmalar Avusturya’da da oldu ve isim değişmedi. Ama ulusal çapta parti yönetimi post Marksist bir çizgiye kaydı. Elbette yönetim içerisinde tek bir çizgi yoktu. Onların aralarında da tartışma vardı. İsim, siyaset çizgisi, parti tasfiye edilmeli mi edilmemeli mi gibi tartışmalar. Aynı zaman içerisinde Graz’da başarı geliyordu adım adım. Birdenbire olmadı, seçim sonuçlarındaki oranlar git gide artıyordu. Burada fiili bir güç oluşuyor anlamına geliyordu bu. 2000’lerin başında, 2003-4 gibi tamamen koptu. O zaman bir kongre oldu ve fiilen bir bölünme yaşandı. Şimdi Türkiye’de bir parti olsaydı bu muhtemelen iki farklı parti olarak bölünecekti. Ama buranın özgün koşulları işte, burada bölünmedi. Hukuken aynı parti olarak kaldı. Ama Steiermark kanadı, biz ulusal partinin kararlarına bağlı değiliz, kendi kararlarımızı kendimiz vereceğiz, kendi siyasetimizi yürüteceğiz dedi. Ve bu durum 15 yıldır böyle kaldı. Fiilen iki ayrı parti olarak hareket edildi. Ulusal parti de hiçbir yerde pek başarılı olmadı. İttifaklar kurmaya çalıştı, ismi değişmeden kaldı ama seçimlere farklı ittifak isimleriyle girmeyi denedi, yüzde 1 civarı oy oranını pek geçemedi. Graz ve Steiermark’ta ise durum farklı gelişti. Eyalet meclisinde de iki tane vekilimiz olduğunu söyleyeyim bu arada. Eyalet meclisi seçimlerinde yüzde 7 civarında oy aldık. Bu büyük bir şey, çünkü artık seviye atladık. Türkiye’deki büyükşehir belediyesine benziyor bu, tam olarak aynı olmasa da. Esas olay bu. Ulusal partinin yönetiminin kendisiyle uğraştığı, biz kimiz, neyiz sorularına cevap üretmeye çalışan bir entelektüel tartışma yürüttü. Graz’da ise fiilen halkla ilişki kurularak siyaset yürütüldü. Temel fark bu. Bu yol başarılı oldu. Bu yolun başarılı olacağını ulusal yönetim uzun süre kabul etmedi. 

Dünyadaki solun krizine içkin bir şey.

Geçen seneki ulusal parti kongresinde yeni bir yönetim ve sözcüler kurulu seçildi. Genel olarak bir yenilenme sürecine girildi. Artık parti isminin kalıcı olduğu kararlaştırıldı. Ayrıca Steiermark’taki parti ile daha iyi ilişkiler kurulması kararlaştırıldı. Gerçekten de artık yer yer birlikte çalışıyoruz. Daha sık temas kurduğumuz bir durum var. Ve dipnot olarak söylüyorum. Salzburg’daki belediye meclisinde KPÖ’lü bir arkadaş var. Oradaki arkadaşlar genel olarak Graz’ı örnek aldıklarını söylüyorlar ve başarılı oluyorlar. Bir sonraki seçimlerde daha başarılı olacakları kesin.

Son olarak, Graz seçimleriyle birlikte fiili bir güç durumu ortaya çıktı. Artık tabi ki birçok tartışma kapandı. Ve artık tüm Avusturya’ya hatta artık Almanya’ya yayılan bir etki var. İnsanlar bunu gördüler, şok oldular ve Graz’ı izlemeye başladılar. Ama sadece solcular değil. 

Başka eyaletlerdeki arkadaşlar bizlere anlatıyor. Parti çalışması için bir yerlere gittiklerinde insanlar hemen Graz’ı izlediklerini söylüyorlar. Çok iyi işler yapıldığını söylüyorlar. Bütün Avusturya’da belli ki bir özlem var. Avusturya’daki egemen siyaset derin bir kriz içerisinde ve KPÖ orada bir alternatif olarak algılanıyor. Elbette her yerde yüzde 20 alıyoruz diye bir şey yok. Birçok yerde neredeyse örgüt yok. Bir örgütlülük yaratmamız gerekiyor. Sabırla, istikrarlı bir şekilde çalışarak yenilerini inşa etmemiz gerekiyor. 

Son olarak şuraya gelmek istiyorum. Dünya çoklu krizlerle sarsılıyor. Dünya halklarının isyanlarına da tanık oluyoruz. Aynı durum Avrupa için de geçerli. Avrupa’da da kriz var ve yoksullaşma eğilim artıyor. Siz de bahsettiniz Avusturya’da da bir kriz var. Bu dönem Avusturya’yı nasıl bir siyasal tablo bekliyor? KPÖ buna yönelik nasıl politikalar geliştiriyor?

Zaten Türkiye gibisi yok, o ayrı bir mesele. Avrupa gerçekten Ukrayna savaşından çok derin bir şekilde etkileniyor. Jeopolitik nedenlerden dolayı ABD’den çok daha fazla etkileniyor. Rusya ve Doğu ile ekonomik bağlantıları daha güçlü sonuçta. Bu yüzden savaş ve yaptırımlardan doğrudan etkileniyor. Özellikle de enerji konusunda. Avrupa’ya doğalgaz Rusya’dan geliyordu. Şimdi fiyatlar yükseliyor. Savaşın da etkisi var ama sadece savaşın etkisiyle artmıyor fiyatlar. Savaş ve savaş politikaları bir katalizör görevi gördü burada. Bu tabi ki bütün fiyatları etkiliyor. Sonuçta doğalgaz olmadan üretim yapılamıyor. Bu yüzden gerçekten çok zor bir kış bizleri bekliyor. Şu anda üretim için çok fazla enerji ihtiyacı var ama yaz aylarında evler doğalgaza o kadar da ihtiyaç duymuyorlar. Kışın bu ihtiyaç artacaktır. Faturalara gelince birçok insan yaşamını nasıl devam ettireceği konusunda endişe etmeye başlayacak. Bunu nasıl yapacağını bilemeyecek. Burada AB hükümetleri bir cevap üretmek zorunda. Kısmen bazı adımlar atmaya başladılar da. Ama bunlar palyatif çözümler. Küçük şeyler. İnsanlara çeşitli yollarla birkaç yüz Euro gönderiyorlar. Bunlar kalıcı çözümler değil.

Avusturya’nın mevcut hükümet, sağ muhafazakâr halk partisi ve Yeşiller koalisyonu çok derin bir meşruiyet krizi yaşıyorlar. Anketler tarihi sonuçlar veriyor her iki parti için. Yanlış hatırlamıyorsam halk partisi yüzde 35’lerin üzerinde başladı. Yeşiller de yüzde 15 civarındaydı. Şu anda Yeşiller yüzde 10, halk partisi yüzde 20 civarında bir desteğe sahip. Yani şu anda bir daha hükümet kuracak durumda değiller. Özellikle halk partisinin son birkaç yıldır yaşadığı skandallar da çok belirleyici oldu. Son bir senede seçim gerçekleşmeksizin üç tane başbakan gördük. Artık koalisyon çatlama noktasına geldi. Önümüzdeki yıl erken seçim olabilir. Pandemi yönetimi, ekonomi ve enflasyon yönetimi konusunda gerçekten sınıfta kaldılar.

Şimdi biz neler yapabiliriz? Esas soru bu. Ulusal çapta bizim gücümüz yeterli değil. Sendikalar Birliği bir güz kampanyası başlattı: Fiyat artışları durdurulsun kampanyası. Çeşitli eylemler yapılacak. Şunu söylemeliyim, Avusturya’da konfederasyon sistemi yok. Tek bir sendika içerisinde fraksiyonlar var. Şu anki yönetim sosyal demokrasiye yakın. Bu aslında büyük oranda sosyal demokrasi için bir seçim kampanyası dersek yanılmış olmayız. Haksızlık da etmiş olmayız. Bence çok net bir biçimde bunu yapıyorlar.

Biz de kendi kampanyamızı yürüteceğiz. Pahalılığa karşı sadece fiyat artışları durdurulsun talebi değil, maaşlar da arttırılsın diyeceğiz. Aslında sendikaların demesi gereken bir şey. Çok yüksek sesle dile getirdikleri bir şey değil. Elbette bir artış olacaktır ama kesinlikle enflasyon oranında bir artış olmayacaktır bu. Şu anda enflasyon oranı yüzde 8-9 civarında. Maaş artışlarının yüzde 3-4’ü geçebileceğini düşünmüyorum. Burada maaş artışları görüşülürken emek örgütleri ve sermaye örgütleri bir masa etrafında bir araya geliyor ve karar alıyorlar. Yani çok da mücadeleci bir tarzda gidilmiyor. Grev zaten olmuyor. Sendikalar grevin olmaması için çalışıyorlar. Bazen “uyarı grevleri” gerçekleşiyor. Grev kararı alıp elini güçlendiriyor, sonra istediklerini alınca da grev kararını iptal ediyorlar. Böyle bir siyaset tarzı var.

Biz daha mücadeleci bir yerde duruyoruz. Kendi güç alanımızda da bunu yapmaya çalışıyoruz. Ulusal parti de çeşitli eylemler yapıyor. Biz bir de siyasal talepleri daha güçlü bir şekilde dillendirmeye çalışıyoruz. Yani fiyat artışları durdurulsun, temel ihtiyaçlarda, gıda, barınma, yakıt gibi ihtiyaçlarda üst fiyat sınırı getirilsin gibi. Mesela Türkiye’de herhalde ekmek konusunda devletin belirlediği bir üst sınır var. Benzer bir sistem öneriyoruz. Ve tabi ki başka alanlarda da örneğin elektrik konusunda da devletin müdahale etmesi gerekiyor. Onu da öneriyoruz. 

Şimdi eskiden bunu söyleseydik, elbette pek bir yankı yaratmazdı. Şimdi şöyle bir avantajımız var: Graz Belediye Başkanı bunu deyince medya bunu yazıyor. Bu büyük bir avantaj. En azından kısmen ana akım medyada bu taleplerle yer edebiliyoruz.

Çok enteresan bir biçimde şunu da gördük. Yakında seçimleri olan eyaletlerin başkanlarından, hatta muhafazakâr partiden bile bu fikirleri dillendirenler var. Çünkü biliyorlar, kendi partileri zaten düşüşte. Eğer bir şansları olsun istiyorlarsa daha halkçı talepleri dile getirmek zorundalar. Bu sadece bizim sayemizde olan bir şey değil. Halkın zaten temel talepleri bunlar. İnsanlar açlık çekiyor, yakında ısınma sorunu yaşayacak. Dolayısıyla bu talepler ortada. Bunlar Komünist Parti’nin kafasından uydurduğu talepler değil, halkın acil talepleridir. Biz bunları dile getirmeye çalışıyoruz. Graz’da kendi çapımızda yapabileceklerimizi yapmaya çalışıyoruz. Ne yazık ki bunun ötesinde bir şeyler yapmak çok zor. Ama biz ne kadar başarılı olursak, o kadar büyük etki yapacaktır. Çünkü mesela Viyana’dan buraya bakacaklar. Başka kentlerden buraya bakacaklar. Diyecekler ki bunlar yapılabiliyorsa, biz niye yapamıyoruz. Bu etki bence çok kritiktir. Sırf bu etkiyle, komünist bir belediye başkanının etkisiyle bir şeyler yaratabiliriz, bir örnek oluşturabiliriz. Bu örnek üzerinden başka yerlerde insanlar, illa komünist olmasına da gerek yok, kendi taleplerini dillendiriyor. Bu şekilde başarı elde edilebilir. Mesela bir örnek vereyim. Belediye konutlarının kiralarının dondurulması, yani kiralarına herhangi bir artış yapılmaması. Biz bunu yaptıktan sonra başka belediyelerde de benzer talepler dile getirildi. Kimi zaman komünist partiler tarafından, kimi zaman diğerleri tarafından. Ve bu kira dondurma olayı başka kentlerde de yapıldı. Bir örnek teşkil etti.

Aslında bizim yapmamız gereken temel şey şu: En azından neoliberal mantığı bozmak. Çünkü artık insanların, otuz kırk yıllık neoliberalizmden sonra ufku o kadar daraldı ki, bu otomatizmi bozmak gerek. Her yerde otomatizm var. Büyük resme baktığın zaman kemer sıkma politikaları var. Küçük resme baktığın zaman her yerde sürekli artış otomatizmi var. Kira her sene istesen de istemesen de şu kadar artıyor. Ama bu doğa yasası değil ki. Bu toplumsal bir olgu. Siyaseten o toplumsal olguya müdahale edilebilir. O otomatizm bozulabilir. Bunu gösterebilirsek, başka yerlerde insanlar, partiler ve örgütler bunu örnek alarak biz de şu mekanizmayı bozabiliriz, durdurabiliriz diyebilir. Bu şekilde insanların ufkunu genişletebiliriz. Sonuçta Avusturya devrimini, dünya devrimini Graz’dan başlatmayacağız. Bunu bizden bekleyenler olsa da…