Bu Düzen Böyle Devam Eder mi?

Görece ‘’ucuz’’ bir marketteyim. Kasiyer fiş veremediğini, teknik bir sorun yaşadıklarını söylüyor.

“Olsun” diyorum içimden, “sıkıntı değil.”

Benim önümde olan kadına sıra geldi; birer adet nane, dereotu, roka ve bir kilo kadar da mandalina almış. Kasiyer tutarı söylediğinde kadın donuyor ve muhtemelen o an fişi çıkarıp bakmak istiyor, ama fiş verilmiyordu, baştan uyarı yapılmıştı. O yüzden aldığı birkaç parça şeye bakarak ‘’Bir yanlışlık olmasın?’’ diyor. Maalesef yanlışlık yok çünkü ucuza alışveriş yapabilir miyim diye market market, pazar pazar gezdiğimden fiyatlara çok hakimim. Kadının inanmak istemeyişini, suçu kasadaki arızaya yüklemek isteyişini birkaç dakika izliyoruz sırada bekleyenler olarak. Benim gibi diğer bekleyenler de biliyor yanlışlık olmadığını ve her şeyin fiyatının uçtuğunu…

Aynı gün TBMM’de, marulun 23 TL olmasına dair ‘’Doğru, para ediyor işte’’ yorumu yapan AKP’li vekil olayını okuyoruz meclis tutanaklarından. Bu kadar net aslında her şey. Bir yanda açlığa, yoksulluğa mahkûm edilen halk, diğer yanda da bu gerçekliği umursamayan ve adeta alaya alan bir iktidar!

Bir yanda geçinemeyen, barınamayan, ay sonunu nasıl getireceğini kara kara düşünen milyonlar, diğer yanda fiyatlardaki balonun söneceğini “umut eden’’ ülkenin cumhurbaşkanı.

Ve yine bir yanda toprağını, suyunu korumak için canla başla direnenler diğer yanda ise artık yasal kılıfa, göstermelik izne bile ihtiyaç duymadan doğayı talan eden mafyöz inşaatçılar.

Peki nereye kadar?

Yıllardır süren ama üzeri bir şekilde örtülen bu korkunç krizi son aylarda bütün yakıcılığı ve açıklığı ile yaşıyoruz. İktidar ve sermaye iş birliği ile talan edilen doğa, işçilerin emekçilerin haklarını gasp eden patronlar, kadınlara LGBTİ+’lara yönelik artan erkek şiddet ve bizi nefes alamayacak hale getiren zamlar… İşte böyle bir tablonun tam ortasında yaşamaya çalışıyoruz. Yoksulluk ve şiddetle çevremiz sarılmışken, yapmaya çalıştığımız en kritik şey, ayakta kalmak. Hayallerimizden, planlarımızdan, geleceğe olan inancımızdan söz edemiyoruz bile artık. Pandemiye rağmen, ekonominin yüzde 4 büyüdüğü söyleniyor mesela, ama bu paranın bizim cebimize girmediği kesin! Kimin kasalarını dolduruyor peki bizden çalınanlar?

İçine Sıkıştığımız Bu Çemberde Nefes Alamıyoruz!

Yaşadığımız ülke böylesi çoklu krizlerle sarsılırken en net hissettiğimiz, her gün yüzümüze çarpan şey yoksulluk ve şiddet!

Uyandığımız hemen her gün yeni bir zam haberiyle karşılaşıyoruz. Özellikle son süreçte doğalgaza, elektriğe, akaryakıta, temel tüketim ürünlerine, ulaşıma yapılan zamlarla beraber iyice daralan bir çemberin içine sıkıştık. Zamlar bu hızla üzerimize çökmeden çok zaman önce de birçok şeyden vazgeçmiştik. Sinema, tiyatro, tatil ya da dışarda bir yemek yemek bizim için lüks olmuştu. Şimdi ise en yalın haliyle ifade edecek olursak; buzdolaplarımız boş, faturalarımızı ödeyemiyoruz, kira borçlarımız birikti, markete-pazara giderken defalarca düşünüyoruz. Dışarda bir çay bile içmek lüks olur mu? AKP iktidarı ile ‘’Hayaldi, gerçek oldu!’’

İşte zamlardan, yoksulluktan, baskıdan nefes alamadığımız böylesi bir süreçte Şişli’de yan yana geldik. Bu düzene itirazı olan birçok parti, örgüt, kurum ve platformlardan gelenler olarak aylardır çalışmalar yürütüyoruz. Sokak sokak, pazar pazar gezerek halkla buluşup dertlerimizin ne kadar ortak olduğunu, ihtiyaçlarımızın ne kadar acil olduğunu anlatıyoruz. Biz sormadan onlar boş pazar arabalarını gösterip isyan ediyor ve gerçeği en sade, en çarpıcı haliyle ifade ediyorlar: Pazara geç saatlerde geliyoruz, çürük ne varsa onu alıyoruz. Bunun daha ötesi var mı?

Halk Bir Çıkış Arıyor

Türkiye tarihinde belki de görülmemiş bir durumla karşı karşıyayız ve halk bunu en derin biçimiyle yaşıyor, görüyor ama bu durumdan çıkış konusunda umutsuz. Belki şaka gibi gelecek ama tepkisini göstermek için bizzat AKP’ye oy vereceğini söyleyen vatandaşlar bile var! Çünkü seçenek olarak sunulan Millet İttifakı’na güvenmiyor. Nasıl güvensin? Mutabakat metninde İstanbul Sözleşmesi’nin adını bile geçirmeyenlere kadınlar güvenebilir mi? Sermaye ve patronlarla aynı safta bulunanlardan işçiye, emekçiye bir hayır gelir mi? Geleceği çalınan, üniversite mezunu milyonlarca işsiz bu düzenin devamına talip olacak bir ittifaka nasıl güvenebilir?

Biz “Geçinemiyoruz, tükendik” dedikçe ‘’AKP gidici’’ diyorlar. Biz bunca şiddetin, haksızlığın, hukuksuzluğun içinde nefes alamıyoruz dedikçe ‘’sokağa çıkmayalım, onlara yarar’’ diyorlar. Anlaşılan bizim baktığımız yerden onlar bakmıyor, bizim gördüklerimizi onlar görmek istemiyor.

Devletin bütün imkânlarına kendi çıkarı için el koyan iktidar; basını, polisi, hâkim ve savcıları, Diyanet’i sahaya sürüp tamamen kendi kurallarıyla oyun kuruyor. Son seçim yasası ile de gördük ki tek başına seçimlerden medet ummak, kaybedilmesi durumunda, bedelini halkın ödeyeceği bir kumar oynamaktır.

Böylesi eşitsiz koşulların olduğu bir ortamda demokratik bir seçimin mümkün olduğuna biz inanmıyoruz. Tek başına seçimlere odaklanan bir muhalefeti kabul etmiyoruz. Bugün halkın çok acil sorunları var ve bu sorunlar için tepkisini dile getireceği, çözüme kavuşacağı somut politikalar talep ediyor. Bu politikaların hayata geçirilmesi için harekete geçilmemesi halkı bu sorunlarına çözüm üretecek bir odağa olan inançlarını kaybetme eğilimine sokar. Bizim sokakta gördüğümüz, duyduğumuz bu.

Yani birilerinin dediği gibi ‘’halkın önceliği seçim’’ değil! Kadınlar, işçiler, gençler, emekliler bir çıkış arıyor. Sesleri duyulsun, talepleri görülsün istiyor. Tam da bu noktada bir araya gelerek Zamlara Karşı Şişli İnisiyatifi’nde buluştuk. İnisiyatifimizde  bulunan hemen herkesin politikası, önerdiği yol-yöntem birbirinden farklılık gösterebiliyor ama tüm bu farklılıklara rağmen yaşadığımız mahallelerde karşımıza çıkan, hepimizi etkileyen ortak sorunların farkında olarak bir araya gelip halkla buluşmak için konuşuyoruz, düşünüyoruz, eyliyoruz. Bu bizlere zenginlik katıyor. Bu zenginlik daha güçlü bir hareket kabiliyeti sağlıyor bizlere.

Metroda, metrobüste, pazarlarda, Şişli meydanlarında, mahallelerimizde yan yana gelip ‘’Biz buradayız’’ diyoruz. Sadece zamlara ve yoksulluğa karşı değil baskıya, sömürüye, yolsuzluğa, çürümüş bu sisteme karşı da yan yana gelebileceğimizi ve ortak zeminler kurarak iletişimin önünü açabileceğimizi deneyimliyoruz. Belki bunları yapmak için henüz yolun başındayız ama bu zemini güçlendirmeye dair inancımız ve motivasyonumuz var. Daha önceki deneyimleri görerek, başka güncel zeminlere ve ortaklaşmalara bakarak yönümüzü beraber bulmaya çalışıyoruz. Bugüne kadar getirdiğimiz bazı kişisel, örgütsel önyargıları kırmanın mümkün olduğuna inanıyoruz. Bunun gerçekleşmesi için risk alır ve mücadeleye olan inancımızla samimi bağlar kurarsak başarmamız ancak o zaman mümkün olacak.

Ülkede yaratılan ve öncesinden de gelen bu kutuplaşma, sert sınırlar, kırmızı çizgiler üzerine düşünmemiz belki zor ama mümkün. Hem bireysel hem de örgütsel anlamda benmerkezci olmaktan uzaklaşarak, mücadeleye olan inancımızda ısrar ederek, birbirimizle köprüler kurmak için irade göstererek yan yana gelirsek işte ancak o zaman sıkışıp kaldığımız bu ucube sisteme karşı bir şansımız olabilir.

Bizim, kendimizi rahatça ifade edebileceğimiz alanlara ve yan yana gelebileceğimiz zeminlere ihtiyacımız var. Bu zeminleri kurmamız hem mümkün hem zorunlu. Aksi takdirde önümüze nasıl bir senaryo çıkacağını bugünden görebilmemiz zor değil. Devletin bütün imkânlarına iktidar tarafından el konulduğu, hukuk sisteminin fiilen geçersiz hale geldiği, erkek şiddetinin önünün açıldığı, halkın sofrasındaki ekmeğe göz konulduğu bugünden baktığımızda yarını tahmin etmek çok zor değil. Halkın yükselen öfkesini örgütlü bir mücadeleye dönüştürmek, hep beraber hareket edebilmemize bağlı. Aksi takdirde çok tehlikeli boyutlara varabilecek toplumsal çürümeyle karşı karşıya kalma riskimiz her geçen gün artacak.