Sosyalist İnşa ve Solda Birlik-Komite Dergisi

El Yazmaları’nın notu: Sosyalist solun mevcut krizinden ortak bir çıkışın sağlanması çabalarına katkı sunmak amacıyla, “Solun Krizi, Çıkış Arayışları, Mücadele ve Olanaklar” başlığı altında Türkiye Sosyalist Hareketi’nin çeşitli temsilcileri ve yazarlarına yönelttiğimiz çağrı çerçevesinde hazırladığımız dosyamızın on üçüncü yazısını paylaşıyoruz. Komite Dergisi’nin önümüzdeki sayısı için kolektif olarak yazılan “Sosyalist İnşa ve Solda Birlik” başlıklı yazıyı ilginize sunuyoruz. Solda birlik ve inşa tartışmalarının konjonktürel ve tarihsel sebeplerinin tartışıldığı yazıda sosyalist inşa için proleter güç siyaseti vurgusu yapılıyor.

Solda birlik meselesinin bugünlerde gene çeşitli mecralarda heyecanlı yazılarla tartışıldığını görüyoruz. Kanaatimizce bunun birisi konjonktürel diğeri tarihsel iki nedeni vardır, bu nedenlere dair tartışmak afakî bir birlik meselesini tartışmaktan ya da sokakta bir araya gelmek lazım türünden genel geçer kimsenin tersini de söyleyemeyeceği lüzumsuz tespitler yapmaktan daha ufuk açıcı olur.

Konjonktürel neden seçimlerle alakalıdır. Türkiye seçim sath-ı mailinde, Cumhur İktidarı en geç on sekiz ay sonra seçim yapmak zorunda, Mart sonundan itibaren seçim gündemi esas siyasal gündem olacak. Var olan seçim sistemi ittifaklara izin veriyor ve ortada barajı geçeceği belli olan HDP var. Üstelik HDP sosyalistlerle ittifak konusunda hep belli marjlarda istekli tutum gösterdi. Bu marj bugün daha da geniş görünüyor. Hakkını verelim, Erkan Baş’ın milletvekilliği sınavından başarıyla çıkması başkalarına da benzeri bir performans sergileyebilirim diye düşündürtüyordur. Öte yandan seçim yasasına göre cumhurbaşkanlığına aday gösterilmek için yüz bin imza toplamak yeterli. Benzer bir uygulamanın olduğu Fransa’da örneğin genel seçimlerde yüzde biri ancak bulan hatta bulamayan kimi sol gruplar cumhurbaşkanı adayı gösterip tepki oylarını toplayarak yüzde beşlere yakın oy alıp ulusal siyaset haritasında kendine yer bulabilmişti. Geçen seçimde sollarımız her zamanki yavaşlıklarıyla bu fırsatı değerlendiremedi. Özellikle seçtikleri siyasal vitrin düzenlemesi biçiminden ötürü HDP ile mesafeli olmak durumunda olan solculuk sektlerimiz yüz bin imzayı bulmak üzere birlik ihtiyacı duyabilir. Tüm bunlar solda birlik tartışmasını güncel kılıyor.

Hak mücadelelerinde toplumsal mücadelelerin içinden gelen milletvekillerinin kolaylaştırıcı etkisine, Tahir Çetin yoldaşımızın gerçeklik tabandadır tespitini hiç unutmadan, tanığız. Bu bakımdan parlamentoda daha fazla Hüda Kaya, Özgür Özel, Erkan Baş, Musa Piroğlu, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Fethi Gürer ya da Vehbi Bakırlıoğlu olmasına itirazımız olamaz. Kuşkusuz bu türden vekillerin merkezci CHP liderliğine karşı sorumluluğu olmaması politik olarak karşılaştırılamayacak kadar çok daha iyi ve istenir bir gelişme olur. Önümüzdeki dönem mecliste yer alacak toplumsal hareketler içinden gelmiş arkadaşlara şimdiden başarılar dileriz, umulur ki birlikte kimi kazanımlar için mücadele ederiz. Kuşkusuz pek çokları bu solda ittifak meselesinin, seçimler önemli bir katalizör olsa da sadece hatta esas olarak seçimlerle ilgili olmadığını ifade edecektir. Bu da bizi tarihsel nedene getiriyor.

Türkiye solu herhalde dünyadaki en bölünmüş görüntülerden birini veriyor. Etrafta bir sürü solculuk sekti olduğu gibi, merkezci CHP ve radikal demokrat HDP içinde de kendine sosyalist diyen aktivistler mevcut. Var olan sektlerin bir kısmı 12 Eylül öncesinden kalma kahramanlık anlatılarından başka hiçbir hakikate dayanmıyor. Fi tarihinde üç beş sene bir faaliyet yürüten kimseler üzerinden kırk yıl geçse bile sol denilen şekilsiz kümenin bir parçası sayılmaya devam ediyor. Bundan yakınmak ya da bu durumu eleştirmek yersizdir. Bu bizim gerçeğimizdir. Fakat bu gerçek doksanlar sonrasında özellikle işçi hareketiyle sosyalistler arasındaki bağı zayıflatmıştır. Kimi başka toplumsal muhalefet ve mücadele alanlarında sol söylem hala etkin olsa da, (özellikleri insan hakları ve liberal demokrasinin ihyası konularında durum böyledir), solun kentsel alanın çeperlerindeki eksik istihdam edilen güvencesiz yoksullarla, neoliberal küreselleşmenin Anadolu’nun dört bir yanına yaydığı küresel tedarik zincirlerinin yerli uzantılarında istihdam edilen iş gücüyle bağı zayıftır. Var olan bağlar da daha ziyade mezhepsel ya da etnik kimlikler üzerinden yürümektedir. Bunun karşılığında işçi örgütleri ve sendikal hareket de zayıftır. Aslında işverenin insan kaynakları departmanı gibi çalışan ya da sağ partilerin çantacısı olan tiplerin kişisel mülkü haline gelmiş veya müesses bir partinin arka bahçesi olmuş sendikal örgütler yaygındır. Değil mücadeleci, sendika gibi sendika bile bir elin parmaklarını geçmez. Fakat işçi hareketindeki bu statüko doğal olarak böylesi çalkantılı bir dönemde kırılmaya başlıyor. Eski sendikacılık barutunu 2008’de tüketti, bir geçiş devresinin ardından son beş altı yıldır bahsettiğimiz coğrafyada “kendiliğinden” bir harekete tanık oluyoruz. İşçi hareketi üzerindeki kimi ideolojik cenderelerin sarsıldığını görüyoruz. Kimi odakların bu harekete aşağıdan biçim vermeye uğraştığına tanık oluyoruz. Biz gözümüzü sosyalist inşa perspektifiyle bu hareketliliğe diktik.

Bu hareketliliği harlamak, bir şekle şemaile sokmak ve sendikal harekette var olan içler acısı durumu tersine çevirmek bizim açımızdan sosyalist inşa perspektifinin yani proletarya hareketini ve devrimci özneyi oluşturma iradesinin temelinde yatmaktadır. Gösteriye dayalı ve son tahlilde “demokratik” bir burjuva siyaset düzeninin sınırları içinde olan bir temsil siyasetinden, bir proleter güç siyaseti yürütebilecek yetkinliğe ancak bu yolla ulaşabiliriz. Sosyalist inşa için proleter güç siyasetini vazgeçilmez buluyoruz. Birlik tüm bunlara hizmet eder mi? Bizim deneyimimiz kimsenin kendi başına yapmadığını, başkasıyla bir araya geldi diye yapmayacağıdır. Tam tersine birlik kurduğu yapana, yapmak isteyene ayak bağı olması da mümkündür. Bu yüzden birlik buna hizmet eder fikrine otomatik olarak evet diyemeyiz. Asıl olan hiçbir biçimde rekabetçi olmadan Türkiye’nin geniş sanayi ve maden havzalarında, lojistik merkezlerinde örgütlenmeye girişmek, doğası toprağı sermayeye peşkeş çekilen emekçilerle buluşmaktır. Proletarya devrimciliği iddiasında olanların hepsine birkaç kez yetecek kadar böylesi mücadele alanı bu ülkede mevcuttur. Kuşkusuz buradan çıkan deneyimleri birlikte tartışmak, bir başka çabaya sağlayabileceğimiz bir olanağımız varsa bundan kesinlikle imtina etmemek ve birimiz saldırıya uğradığında en keskin dayanışmayı muhakkak göstermek gerekir. Zaten proletarya devrimciliği iddiasını pratikte gösterenler belli bir cesamete ulaştığında sermaye devleti onlara karşı sertleşecek ve birlik sorunu o zaman hakikaten tarih tarafından bizlere dayatılacaktır.

Bitirmeden en klasik birlik argümanına da değinelim: faşizme karşı birlik. Seçimler tartışmasının bu kadar yaygın olduğu, Millet İttifakı liderinin somut bir iktidar namzeti olarak bürokrasiyi tehdit ettiği, doksanlar askeri vesayetinden arta kalanların önemli bir bölümünün muhalefette olduğu ve Sedat Peker şahsında eski kontrgerilla aparatlarının sine-i millete döndüğü günümüz Türkiye’sinde herhalde faşistler vardır, devletin sert çekirdeğinin faşist kurumsallaşma geleneği vardır ama 2022’de bir faşist diktatörlük olasılığı yakın değildir. Liberallerin demokratikleşme söyleminden aparılmış otoriterlik tanımlarıyla melezlenmiş, liberal demokrasilerin sermaye diktatörlükleri olduğunu zımnen gizleyen faşizm tahlilleri günümüz Türkiye’sinde politik görevlerimizi tespit etmemizi kolaylaştırmıyor. Tam tersine CHP’nin baş aktör olduğu sınıf uzlaşılarını teorize etmenin önünü açıyor. Zaten görebildiğimiz kadarıyla, lafı çokça edilse de, Türkiye sınırları içinde böyle bir birlik çabası da, o çabaya gereken asgari örgütsel hazırlık da pratik olarak yoktur.

Şöyle bitirelim, proletaryanın pek çok eğilimi ama bir siyasal öznesi olur. O özne bugün var olan kendimizinki dahil hiçbir politik topluluğun organik gelişim ve dönüşümünün sonucu olarak ortaya çıkmayacaktır. Bulunduğumuz sektler içinden geçtiğimiz örgütsel ve ideolojik yenilgi döneminin siyasal sonuçlarıdır, ideal bir durum değildir. Birlik tartışmasına hep bu bilinçle bakmalı ve fakat siyasette bir artı birin hep iki etmeyeceğini de unutmamalıyız, ideolojik ve örgütsel yenilginin yükü yeterince ağır bugün başka ceset sırtlayamayız.

(Bu yazı Komite Dergisi’nin Aralık sayısında yayınlanacaktır.)