Çoklu Kriz Süreğenliği İçinde “Yeni Durum” 

Krizler, sistemin bütün güç odaklarını ortaya çıkarıyor. Kaotik ortamın saklı dirençleri bir bir uç veriyor. 

Gün gün yoğunlaşıp derinleşen, yıkıcı etkisiyle keskinleşen çoklu krizler, kendi içinde yeni politik uğraklarda yeniden gövdeleniyor. Soluk soluğa ama kesintili; “an”ların kopuşunda ama sürekli… 

Karizması da Çizildi  

İktidar koalisyonunun çoktandır- özellikle 2018 sonrası- yaşadığı gerileme ve çöküş hali, zaman içinde daha da belirginleşti. Belediye seçimlerinde yaşadığı yenilgi, halk güçlerinin aktif-pasif direnişi, anketlerde görülen oy kaybı ve bunların beraberinde meşruiyet kaybı, AKP-MHP iktidarının sona yaklaştığının göstergeleri. 

Kaygan, kırılgan zemin içinde yaşanan çıkmazlar, Erdoğan’ın kişisel politik becerileri ve popülist, dediğim dedik, “karizmatik” kişiliğinin aurasında belli ölçülerde tolere edilebiliyordu. Bu olgu hem restorasyoncu muhalefeti hem de halk güçlerinin direnişini “temkinliliğe” ve durağanlığa itebiliyordu. Şimdilerde o meşhur liderlik “karizmasının da çizildiğini” görüyoruz. Çünkü kamuoyu araştırmaları, AKP tabanının yarıya yakınının Erdoğan’a “kızgın” ve onun sorunların çözümüne engel olduğu yönünde bir eğilime işaret ediyor. 

Aslında Erdoğan’ın karizmasının çizilmesinin “damadın” istifasıyla başladığını söyleyebiliriz. Sonrasında birçok olayda da deneyimlediğimiz gibi krizler içinde, olaylar öyle seyrediyor; ki Erdoğan şahsında artık iktidarın koruyucu “muşambaları” kesik, çizik ve pareli. Nevri dönmüş gibi kontrolsüz ve öfkeli; yorgun ve “kaçaklar” veren bir konumdalar. Artık politik atmosfer içinde gündemi belirleyen değil belirlenen, savunmacı pozisyonda olduğunu, egemen güçler arası güç dengelerini yönetme hegemonyasının zayıfladığını saptıyoruz. 

Yeni Durum ve TÜSİAD 

Merkez Bankası’nın faiz indirimleri, “kaleden sızan” TÜGVA belgeleri ve bu duruma iktidarın refleksleri, 10 Büyükelçi’nin bildirisi, Kılıçdaroğlu’nun bürokratlara “Devr-i sabık” seslenişi, Türkiye’yi yeni savaşlara sürükleyecek tezkerenin meclisten kabulü, tezkereye CHP’nin hayır deyişi ve TÜSİAD’ın “Geleceği İnşa” çıkışı… Bu somut olaylar sürecin yeni bir ekonomik-politik durumla cisimlendiğini gösteriyor. Yeni durum şu ki, toplumun tüm dinamiklerine yayılacak, sert, keskin, çatışmalı ve yıkıcı bir döneme girilebileceği, restorasyoncu güçlerin önünü açan, işçi sınıfı ve halk güçlerinin direnişini baskılayan bir özellikte.

Burada TÜSİAD’ın çıkışına ve tezkereye özellikle odaklanmak gerek.

TÜSİAD şimdiye kadar iktidara tam desteğini sunmakta kusur etmedi. Ne de olsa neoliberal politikaların “en sadık” uygulayıcısı AKP döneminde kârlarına kâr kattılar. Zaman zaman “küçük” eleştiriler yaptıklarında ise Erdoğan’dan “bizim dönemimizde zenginliğinizin önünü açtık” hatırlatması karşısında susuverdiler.  

Değişen bir şeyler olmalı ki patronlar “sert” tonda konuşuyorlar artık. Açıklamalarında da görüldüğü gibi TÜSİAD sermayedarları 1999-2010 arası yılları, Kemal Derviş’le başlayıp AKP’nin “sadakatle” sürdürdüğü neoliberal politikaların “kârlı, rantlı” talan günlerini özlüyor. İktidar koalisyonunun, finans-kapitalin kârını zedeleyecek, başka sermaye gruplarının sırtını sıvazlayıcı “denge” politikalarına artık tahammül edemiyorlar.   

Yok Aslında Birbirimizden Farkımız 

1980’den sonraki yıllarda, “Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankası’yız” diye bir reklam vardı. Birbiriyle içiçe geçmiş çıkar birliği içindeki sermaye gruplarının “kâr oranları” düştüğünde, nasıl birbirleriyle savaşacaklarının, “hısımken hasım” olacaklarının mottosu gibi adeta. 

Kuruluşunun 50. yılında TÜSİAD patronları bir ekolojist ve demokrasi havarisi kesilircesine seslendi Türkiye’ye, mevcut iktidara. Ancak konuşmalarına dikkat ettiğinizde, aslında onların özleminin AKP iktidarının ilk on yılındaki kârlılık dönemi olduğunu görürsünüz. 

İşte şimdi bu momentte, kapitalist sistemin bu “yapısal krizi” içinde, büyük sermayenin çıkarını kim savunacak? Acaba hangi restorasyoncu iktidar, TÜSİAD patronlarının daha çıkarınadır? Buna cevap bulma telaşında TÜSİAD.

Onların derdi tasası bu.

Tezkere ve Savaş 

Tezkereler savaş, savaşlar ise yoksulluk, açlık ve ölüm getirir. TÜSİAD’ın “kılıcını çektiği”, restorasyoncu güçlerin siyasette giderek güç kazanışı, halk güçlerinin aktif ve pasif direnişleri karşısında AKP-MHP iktidarı da boş durmuyor, durmayacaktır. Günlük politika içinde attıkları politik hamlelerin “eter misali” ilk etkisi çarpıcı ama varlığı uçucu olsa da devlet olanaklarını ellerinde bulundurmaları nedeniyle hala güçlü ve avantajlı konumlarıyla, faşist kurumsallaşma ve savaşa sürükleme iradelerini sürdürüyorlar. 

Dolayısıyla iktidar koalisyonun “gidiciliği”nin ölçüsü bu “kudretlerini” kırmak ve işlevsizleştirmekte saklı. Yoksa, seçim, sandık, oy kaybı çerçevesinde meseleye bakmak saflık olur.

Üstelik savaş ortamı sadece “dış güçlerle savaş” biçiminde algılanmamalı. Kaotik ortamı kaosa sürükleyen gergin politikalar toplum içinde iç çatışmaları da beraberinde getirebilir. “Yeni durum” bu olasılığı güçlendiriyor. TÜGVA belgelerinin ifşasında yaşanan “şiddet” yoklamalarında, Erdoğan’ın “muhalefet iktidara talip olmasa iyi olur” ve “daha bunlar iyi günler” sözleri, Kılıçdaroğlu’na saldırının videosunun AKP grup toplantısında gösterilmesi, restorasyoncu muhalefete ve halk güçlerine uygulanan baskı ve tehditlerde, “kaos”a yol açacak gergin çatışmalı ortamın artarak devam edebileceğini bilince çıkartmalıyız. 

Krizlerin karakışına girerken egemen güçler daha fazla kâr ve savaş diyor. Halkın gündeminde ise yoksulluk işsizlik, güvencesizlik var.  

Onların burjuva sınıf bilinci “savaşı ve azami kârı” bilir. Bunu söyler ve öyle de yaparlar. Kendi “geleceklerinin inşasını” yeni sömürü olanakları yaratacak savaş politikalarının, sermaye egemenliğini güçlendirecek  yeni restorasyoncu iktidarların üzerine kurarlar.  

Halk güçlerinin geleceği ise kendi bağımsız direnişçi dinamiklerinde var olan, kapitalist düzeni değiştirecek demokratik cumhuriyet hedefinde saklı.