Queen’s Gambit Kurgusal Bir Kadın Satranç Ustası Yarattı. Sovyetler Birliği Onlarca Gerçek Kahraman Yarattı. – Sopiko Japaridze

Geçen hafta Sovyet Gürcü satranç ustası Nona Gaprindaşvili, platformun çok popüler mini dizisi The Queen’s Gambit’in onun başarısını küçümsediğini ve baltaladığını iddia ederek Netflix’e dava açtığını duyurdu. Son bölümlerden birinde, SSCB’de düzenlenen bir satranç turnuvası sırasında, anlatıcı dizinin ana karakteri kurgusal bir Amerikan satranç oyuncusu olan Beth Harmon hakkındaki tek olağandışı şeyin onun cinsiyeti olduğunu söylüyor. Ve bu sadece Rusya’ya özgü değil. Fakat Rusya’da dünya kadın satranç şampiyonu Nona Gaprindaşvili var ve hiç erkeklerle karşılaşmadı.

Dizi karakterlerinin çoğunun kurgusallığını sürdürürken, Nona’nın gerçek adını kullanıyor ve hatta dizi için uyarlanan kitaptaki replikleri değiştiriyor. Bu “repliğe” dava açılmasının nedeni basit – Gaprindaşvili, madalya dolu kariyeri boyunca düzinelerce erkekle karşılaştı, Uluslararası Satranç Federasyonu’nun (FIDE) ilk kadın büyükusta unvanını aldı ve Kadınlar Dünya Şampiyonu oldu. Dizi, yalnızca Nona’nın inanılmaz başarılarını değil, aynı zamanda SSCB’deki kadınların başarılarını da daha geniş bir şekilde siliyor, bunu yaparken de bu çok ırklı ülkeyi çok sayıda Ruslar olarak görüp ciddiye almıyor.

Gerçekte SSCB, satranç dünyasında on yıllarca süren bir saltanat yaşadı. Küçük Kafkas Cumhuriyetinin otuz yıl boyunca dünya şampiyonları üretmesiyle Sovyet Gürcü kadınları için özel bir altın çağ yaşanmıştı. İlk FIDE büyükusta unvanı Nona Gaprindaşvili’ye verilirken ikinci büyükusta unvanı da bir Sovyet Gürcü olan Maia Çiburdanidze’ye verilmişti. Nona, on altı yıl boyunca Dünya Kadınlar Satranç Şampiyonu olarak kaldı. Maia ise bu ünvanı on dört yıl boyunca elinde tuttu ve 2010 yılına kadar bu ünvana sahip olan en genç oyuncu olarak kaldı. Bunlar, uluslararası kadın satrancı tarihinin ikinci ve üçüncü en uzun saltanatıydı; unvanı en uzun süre elinde tutan kadın, Vera Menchik de SSCB’dendi. Karşılaştırma için; 1.600 büyükustadan sadece otuz dokuzu kadındı ve 2013’e kadar Amerika Birleşik Devletleri’nde hiç kadın büyükusta yoktu. Bugüne kadar kazananların çoğu ya SSCB’den, eski komünist ülkelerden (Gürcistan’dan başkaları da dahil) ya da modern Çin’den.

Sovyet kadınları küresel sahnede turnuvalar kazanırken, Amerika Birleşik Devletleri’nin yapabileceği en iyi şey, en iyi erkek satranç oyuncularını yenen hayali bir kadın hakkında kısa bir Netflix dizisi yapmaktı. Kurguda yazarın hayal gücünde hiçbir sınırlama olmasa da, yollarındaki engelleri kaldıran etkili sosyal politikalara borçluydu.

Yetenek Gerçek Kılındı

Evrimsel biyolog Stephen Jay Gould, bir zamanlar ünlü olan bu ayrımın önemini kavramış ve şu yorumu yapmıştı:

Bir şekilde, Einstein’ın beyninin ağırlığı ve kıvrımlarıyla daha az ilgileniyorum, eşit yetenekli insanların pamuk tarlalarında ve atölyelerde yaşayıp öldüklerinin neredeyse kesinliğiyle ilgileniyorum. Bu yazının yazarı (ifşa ediyorum: Ben Gürcü’yüm) SSCB’nin mükemmel olmaktan uzak olduğunu biliyor. Ama aynı zamanda fabrikalarda ve tarlalarda çalışan insanlara daha iyi çalışma koşulları ve yeteneklerini keşfetmeleri için bir kulüp ve merkezler karmaşasını verdi. Bu, liberallerin vaat etmeyi sevdikleri ama asla yaratmadıkları şeyi sağladı: “eşit bir oyun alanı”.

Queen’s Gambit ilgi çekici bir dizi olabilir, ancak nihayetinde hala “Einstein’ın beyni” ile ilgileniyor. Beth, inanılmaz dehası nedeniyle gösteride zafer kazandı. Annesini ölmüş olması, yetimhanede yaşaması ve bir satranç takımına sahip olamaması gibi ciddi zorluklara rağmen, onun Tanrı vergisi muhteşem yeteneği dizide sıklıkla anılıyor. Ama daha da kötüsü, The Queen’s Gambit dünyasının, dünyanın en iyi oyuncusu olmasına yardım eden hem zihinsel, sosyal, ekonomik hem de ahlaki desteğe sahip olan gerçek kadını, Nona’yı (ve onun gibileri) açıkça baltalamasıdır. Birinin gerçek, diğerinin kurgu olmasının bir nedeni vardır.

1917’deki Rus Devrimi’nden sonra, Gürcistan’ın Sosyal Demokratları, Tiflis şehrinin işlek caddesi Golovinskii bölgesindeki en görkemli saraya el koydu. Saray on dokuzuncu yüzyılda çarlık iadresi tarafından inşa edilmişti ve 1917’ye kadar imparatorluk Rusya’sının Kafkasya’daki iktidar merkezi olarak işlev gördü. 1921’den 1937’ye kadar ise çocuklar için Öncülerin Sarayı’na dönüştürülmeden önce Sovyet Gürcistan hükümetinin yeriydi. Dolayısıyla bu bina, Kafkasya’da Rus emperyal gücünün ve boyun eğdirme merkezi olmaktan, dünyanın en olağanüstü bilim insanlarını, sporcularını, sanatçılarını ve satranç büyük ustalarını üretmeye doğru dönüştü. Sovyet Gürcistanı’nda ve başka yerlerde bu tür saraylar inşa edildi.

Şimdiki adıyla Gençlik Sarayı, bugün geçmişteki ve şimdiki öğrencilerinin bir sergisine sahiptir. Nona Gaprindaşvili’nin kendisi tarafından bağışlanan büyük bir satranç seti ile satranca ayrılmış bir oda var. Saray, çocuklar tarafından çıkarılan mineraller, kayalar ve eserlerle birlikte geçmiş gezilerin fotoğraflarıyla doludur. Ayrıca eski öğrencilerin yaptığı sanat eserleri, heykeller ve filmler de var. Sergilenen eserlerin çoğu SSCB’den, ancak daha yeni olanlar da var. Sovyet heykelciklerinin nasıl bu kadar profesyonel göründüğüne dair yorum yaptığımda rehberim, o zamanlar çalışmak için Sovyetlerde pahalı malzemelerin olduğunu söyledi. “Yetenek aynı, malzemeler artık daha az.” Şimdi devletin sundukları hakkında daha fazla şeyi sorguluyorum. Rehberim bana eskiden sundukları programlardan çok daha azının mevcut olduğunu ve yaz kamplarının veya gezilerinin bir süredir yapılmadığını söyledi. O konuşurken ben ufalanan, lekeli duvarlara bakıyorum.

Queen’s Gambit’in yayımlanmasından bu yana, Nona Gaprindaşvili’nin kariyeri ve Gürcü kadınların Sovyet satrancındaki hakimiyeti ile bağlantı kuran birkaç makale yayımlandı. Yine de, Sovyet geçmişinin tipik bir şekilde çabucak silinmesiyle, hikaye 12. yüzyılda başlayarak “Gürcü” gelinlere çeyiz olarak satranç takımları verildiğini anlatıyor. Ancak bu gelinlerin asil kökenleri asla tartışılmamaktadır. On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllar boyunca satranç, tıpkı tiyatro, kitaplar ve sahil tatilleri gibi vardı – ama bu lüksler, nüfusun çoğunluğunu oluşturan serflere veya işçilere değil, soylulara ve şehirlerde gelişen kapitalist sınıfa ayrılmıştı.

Sovyetler Birliği, satrancın işçi sınıfı arasında kitleselleşmesi için malzeme, zaman, yer ve uzmanlık sağladığın daha sonraki dönemde kadınların başarısı için platform yaratıldı. Burada hem ahlaki hem de politik olarak hiyerarşinin tersine çevrilmesi amacı vardı – artık en üstte üst sınıflar ve din adamları değil, işçi sınıfı olacaktı. Sanat ve spora geniş erişim, en başından beri Sovyetlerin sosyal gelişimini tanımlamaktaydı. Lenin, gençlikteki bu eğilimlerle bizzat ilgilendi. Clara Zetkin’e yazdığı gibi,

Özellikle gençlerin yaşam sevincine ve güce ihtiyaçları var. Spor, yüzme, yarış, yürüyüş, her türden bedensel egzersizler ve çok yönlü entelektüel ilgi alanlarına da. Öğrenmek, çalışmak, araştırmak, mümkün olduğunca kolektif olmalı.

Paçavralıktan Zenginliğe

Dolayısıyla Netflix ve SSCB arasında, sınıf siyaseti düşüncesinin iki zıt yönü var: birincisinde kurgusal olarak, işçi sınıfından bir kız, her şeye rağmen ve hatta elit muhalefete karşı çok çalışarak “büyüyor”; Sovyet tarihsel gerçekliğinde ise bireysel bir mücadele etme zorunluluğunda kalmaması için bireye bir platform sağlanıyor.

Bu karşıtlık, The Queen’s Gambit’in anlatmak istediği, iyi hissettiren hikayenin temelidir. Anlatı, kurgusal Beth’in bir Hıristiyan yetimhanesine taşınmasıyla başlar; burada, bodrum katında, onunla cinsiyetinden dolayı oynamaya direnen ve  isteksiz olan bir hademenin satranç oynamasına izin vermesi için yalvarır. İşçi sınıfından olan bu adam, genç kızın yetenekli olduğunu fark ettiğinde, onu bir oyuncu olarak becerilerini geliştirebilecek biriyle ilişkilendirmeye çalışır. Ancak Beth psikotropik ilaçlara bağımlıdır, yetimhaneler düzenli olarak çocuklara iyi davranışta bulunmaları için haplar verir. Ceza olarak, zaten Beth’in hanımefendi tavırlarından yoksun olmasından rahatsız olan müdire takip eden altı yıl boyunca onun satranç oynamasını yasaklar.

Beth nihayet evlat edinildiğinde, annesi ilk başta onu desteklemez – ona ilk gerçek satranç turnuvası için giriş ücretini gönderen işçi sınıfından olan hademedir. Anne, sadece parasız olduğunu ve para kazanması için kızına ihtiyacını olduğunu fark ettiğinde onu desteklemeye başlar.

Bu kurgusal hikaye, Nona Gaprindaşvili gibi gerçek hayattaki bir kadın oyuncunun tarihiyle taban tabana zıttır. Sovyet Gürcistanı’ında büyüyenler için satranç olağan ve yaygındır. Ve bunun nedeni de Sovyet devletinin spor ve sanatı geniş bir alana yaymak için ortak çabasıdır. Kardeşleri ve o her zaman satranç oynadı ve bir gün erkek kardeşi, takımlarındaki bir kızın gelememesi üzerine turnuvaya katılmasını istedi.

Büyük bir başarı gösterdikten sonra, ünlü satranç ustası Vakhtang Karsadze ona Tiflis’e gelmesi için yalvardı ve orada Pioneer Sarayı’nda eğitim verdi. 1961’de Dünya Kadınlar Satranç Şampiyonasını kazandı, ancak unvanını 1978’de diğer önde gelen Sovyet Gürcü oyuncusu Maia Chiburdanidze’ye kaybetti. Nona’nın başarısı ve büyük miktarda devlet kaynakları, birçok kadını satranca girmeye teşvik etti. Evet, Sovyetler Birliği’nde cinsiyetçilik vardı ve Nona, yaklaşan yenilgi karşısında onurlu bir şekilde istifa etmesini reddeden ve onu daha uzun süre oynamaya zorlayan yöneticiler gibi birçok sorunların üstesinden gelmek zorunda kaldı. Ancak Netflix’teki meslektaşı Beth’in başarısından farklı olarak, onunki kurgu malzemesi değildi.

Soğuk Savaş Kinayesi

The Queen’s Gambit’te Sovyetler Birliği’nde ve vatandaşlarında (Ruslar olarak anılır) açık darbeler var, tıpkı Sovyet büyükustasının Beth’i ilk kez yendiğinde ona karşı ne kadar “bürokratik” oynadığını duyduğumuz zamanki gibi. Aynı zamanda, genç Rus oyuncunun kendisini “Jiorgi” olarak tanıtırken sert bir g sesi kullanması gerekirken adını j sesiyle telaffuz etmesi gibi utanç verici bir ayrıntı eksikliği de var.

Bununla birlikte, “Rusların” satrançta iyi olduğu, çünkü “bireyci Amerikalıların aksine bir takım olarak çalıştıkları” tartışmasını da içeren, beyin ölümü gerçekleşmiş Hollywood anti-komünizminden bazı farklılıkları var. Nihayetinde Beth’in kazanması, ona yardım eden bir satranç ustaları topluluğunun eseridir. O tipik bir burjuva kızı değil – çünkü o trajik bir şekilde acı çekti. Onun başarısı aynı zamanda bir hademeye, marketi olan bir satranç oyuncusuna ve yetim kalan, evlat edinilmeyen ve dahi olmayan siyah bir kadına da bağlı. Tüm bunlar, Beth Sovyet rakibini yendiğinde ahlaki otoritenin kurulmasına yardımcı olur.

Paçavralıktan zenginliğe geçmenin idealleştirilmesine dayanan sınıf siyaseti, burada iş başında olan Soğuk Savaş kinayelerinden bazılarıyla oldukça tuhaf bir şekilde örtüşüyor. Beth, özellikle Moskova’daki turnuvalara katılmak için sürekli para aramaya zaman harcıyor. Sadece anti-komünist bir kilise örgütü, Hıristiyan inançlarını ve komünizm karşıtlığını alenen ilan etmesi karşılığında onu oraya göndermeye istekliyken, Dışişleri Bakanlığı da onu finanse etmiyor ama onu gözetlemek istiyor.

Buna karşılık, Sovyet satranç oyuncuları para toplamak zorunda değildi. Muhteşem binalarda zanaatlarını bileyen takım elbise giyen şatafatlı bir topluluk olarak tasvir ediliyorlar – ayrıca bu oyuncuların satrancı dört yaşında öğrendikleri ve böylece satrancı elit bir eğlence olarak tanımladıklarını öğreniyoruz. Bu, tüm hayatı boyunca o masaya ulaşmak için savaşan bir Amerikalı yetime karşıtlık anlamı taşıyor. Dizi böylece ABD’deki haklarından mahrum bırakılmış kimlikleri, haklarını kolayca elde etmiş Sovyet oyuncularına karşı bir silah haline getiriyor.

Bir bakıma böyle de yaptılar, ancak burada sergilenen harika çevrenin, “lüks komünizm”deki özgün deneyi yansıttığı kadar. Sovyet oyuncuların aristokrat olması şöyle dursun, burada Çarlık Rusyası’nda burjuvazinin zevk aldığı şeyler proletaryanın da zevk alması için onlara verildi. Çünkü SSCB opera, bale, edebiyat, spor, sağlık merkezleri, satranç vb. dahil olmak üzere kitlelere yüksek kültür getirmenin önemi üzerinde ısrar etti.

Amerikalı satranç oyuncularından biri Beth’e, “Biz bu küçük kolejde oynamak zorundayken Rusların nerede oynadığını görmelisin.” demektedir. Eh, bunun bir nedeni vardı. Satranç için kullanılan bu güzel binalar ya soyluların elinden alınan saraylar ya da yeni yapılan salonlardı.

Son sahnede, dizi bize gerçek işçilerin dışarıda sokaklarda satranç oynadığını anlatıyor- ve son bölüm Beth’in onlarla oynamak için Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen refakatçisinden kaçmasıyla bitiyor. Görünüşe göre Beth Soğuk Savaş’ı bırakıyor ve kapıcı arkadaşı Shaibel’e çok benzeyen dışarıdaki satranç oyuncularına katılıyor.

Yine de Beth Soğuk Savaş’ın bir parçası olmak istemiyorsa da, birçok yönden tüm dizi bunu devam ettiriyor. Bütün bu ayrıntılar, Amerikalı kızın Sovyetler üzerinde ahlaki otoritesini ileri sürüyor. Sovyetler Birliği’ne karşı iğnelemeler genellikle az çok incelikli olsa da, Nona Gaprindaşvili’ye erkeklerle hiç karşılaşmamış bir kadın satranç oyuncusu olarak yapılan darbe öyle değildi. Bir kez daha, Sovyetler Birliği’nde kadınlar için gerçek ilerleme basitçe görmezden geliniyor veya ABD’den gelen “patron kız” feminizmi lehine alay ediliyor. Dizide Rus veya Gürcü kadın yok ve Nona Gaprindaşvili’yi oynayan aktris bile zar zor görünüyor. The Queen’s Gambit için, göz alıcı Amerikan Beth, “Rusları kendi oyunlarında yenen” ilk kadındır.

Sistemi temize çıkaran ve suçu bireylerin istekliliğine ya da eksikliğine bağlayan sahte tarihlerden daha fazlasına ihtiyacımız var. Kadınlar ve çalışan insanlar genellikle kendilerine değer veren ve yeteneklerini gerçekleştirmelerine olanak tanıyan gerçek sosyal programlara ve politikalara ihtiyaç duymaktalar. The Queen’s Gambit’in yapımcıları, dizinin yayınlanmasından sonra satranca olan ilginin arttığını iddia ederek şovun etkisini vurguluyor. Yine de, aynı zamanlarda ortaya çıkan Sovyet Gürcü kadın satranç oyuncuları hakkında bir belgesel olan Glory to the Queen, Netflix’in sahip olduğu görüşlerin bir kısmına sahip değil.

Çoğu insanın çığır açan kadın satranç oyuncularını düşündüğünde, Nona Gaprindashvili veya Maia Chiburdanidze’yi ya da bu iki Gürcü satranç oyuncusuyla birlikte diğer Gürcü satranç oyuncularının “savaş birliği” anlamına gelen Druzina olarak adlandırıldığını asla bilmeyecekleri ve sadece hayali Beth’i düşünecekleri üzücüdür. Bu tür izleyiciler, kadınlara başarılı olma şansı veren sosyal platformlar hakkında çok az şey bilecekler ve bunun sadece şartlara karşı savaşmalarına bağlı olmadığını bilemeyecekler. Nona Gaprindaşvili’nin Netflix’e açtığı davayı kazanmasını ve bu parayı onun gibi daha fazla kadını desteklemek için harcamasını umabiliriz.

(Bu yazı Türkçeye El Yazmaları için Caner Malatya tarafından çevrilmiştir. Yazının orijinali için: https://www.jacobinmag.com/2021/09/netflix-the-queens-gambit-soviet-chess-grandmaster-nona-gaprindashvili-sue-lawsuit-champion)