Farklı Toplumsallaşma Biçimleri ve Olasılıklar

Toplumsal ruh halimizin bir hayli karmaşık olduğu öfkeli günler geçiriyoruz. Pandemi, güvencesiz kapanmalar, gün geçtikçe ağırlaşan ekonomik kriz, işsizlik, açlık, yoksulluk, kadın ve LGBTİ+ cinayetleri, yangınlar, seller gibi onlarca felaketi birbiri ardına yaşıyor herkes. Distopik bir filmin içine hapsedilmiş gibiyiz, her gün yeni bir şok dalgası ile sarsılıyoruz.

İktidar koalisyonu mensuplarının lüks içinde yaşadığı, saray harcamalarına milyar dolarların akıtıldığı, devlet kaynaklarının sermayedarlar için seferber edildiği süreçte yangın söndürme uçakları olmadığı için orman yangınlarının yarattığı ekolojik ve insani bir felaketle karşılaştık. Hemen ardından önce Van’da sonra Kastamonu, Bartın ve Sinop’ta olan sel felaketinin yarattığı etkiler sürmekte. Tüm bunlar kapitalizmin kâr hırsı ile doğaya verdiği geri dönüşü olmayan zararlar yüzünden yaşanıyor. İktidar koalisyonunun tamamen önünü açtığı kapitalist talan durdurulmazsa daha büyük felaketlerle karşılaşacağımız aşikâr.

Kapitalizmin krizi her geçen gün daha da derinleşiyor; açlık, yoksulluk, işsizlik, pandemi, ekolojik kriz, kadın ve LGBTİ+ cinayetleri toplumu tümüyle kuşatmış durumda.

İktidara geldiklerinden bu yana servetleri milyar dolarları aşmış iktidar mensupları yukarıdan aşağıya bir çıkar şebekesi halini almış, durmadan yemekle meşgul. Toplumun yaşam alanlarının tümünü sermayeye peşkeş çekmekteler.

Devlet – mafya ittifakı ile ülkenin zenginliklerine çöken çeteler, vurgunlar, cinayetler, tecavüzler, tüm ülkeyi sarmış, burjuva hukukun dar sınırları bile işlemez hale getirilmiş durumda.

Yöneticilerin basiretsizliği ve pişkinliği ise dezenformasyonlarla, faşizm körüklenerek perdelenmeye çalışılıyor. 

İktidar koalisyonu sermayenin suç ortaklığıyla tüm yaşananların müsebbibi olsa da tüm pişkinliğiyle iktidarını sürdürmekte.

Bu karanlık tablo bir devrimle parçalanabileceği gibi ülkeyi faşizme de götürebilir.

Bu iki zıt olasılık toplumsal reflekslerde aynı anda kendini hissettiriyor.

Bu yazıda devrim ve faşizm olasılıklarını besleyen iki farklı toplumsallaşma biçimi üzerine düşüncelerimi aktaracağım.

Toplumsal Çürüme İktidar Koalisyonunun Ömrünü Uzatıyor 

İktidar koalisyonunun devletin tüm imkanlarını seferber ederek toplumu manipüle etmesi ve toplumsal çürümenin önünü bütünüyle açması, restorasyoncu partilerin halkın inisiyatif almasından korkarak iktidarın politikalarına güçlü bir ses çıkarmaması, halk güçlerinin örgütsüzlüğü, sol odak boşluğu gibi farklı birçok etkenin birleşmesi, bu iktidarın tüm çürümüşlüğüyle bir biçimde sürmesine sebep oluyor. Ancak bu iktidarın geleceğinin bir garantisi yok.

Her tarafından irin akan iktidar koalisyonu, ömrünü uzatabilmek için benzer çürümüşlükte bir topluma ihtiyaç duymakta.

Bu sebeple çürümüşlüğün içinden çıkan toplumsallaşma biçimini sürekli besliyor. 

Toplumsallaşma, toplumun mevcut değer ve normlarının bireylere öğretilmesi süreci olarak tanımlanabilir. Bireyden yaşadığı ailenin ve çevrenin normlarını içselleştirmesi beklenir. Bu şekilde yaşadığı toplumda kabul görür. Aile ve çevrenin geleneksel normlarının yanında milli eğitim politikalarıyla çocuklar, yaşadığı ülkenin resmi olarak belirlediği normlara, bakış açılarına uyum göstermek zorunda bırakılırlar. Medya ile bu desteklenir ve yetişkinlik, yaşlılık sürecinde de devam eder. Böylece bir norm bombardımanının içinde dizayn edilir toplum. Yaşanılan yer, içinde bulunulan mekanlar, topluluklar, aileler, takip edilen medya kuruluşları, izlenilen diziler gibi yüzlerce etken birleşerek bireylerin kişiliği, dünya görüşü üzerinde güçlü izler bırakır. 

Korku Toplumu Yaratılmak İsteniyor 

İktidar koalisyonunun önünü açtığı toplumsallaşma biçimi, bizzat siyasilerin söylemleriyle, yargı kararlarıyla, tüm iletişim araçlarıyla, maaşlı trollerle, işçi, kadın, ekoloji, LGBTİ+, çocuk, hayvan düşmanı söylem ve politikalarla, tümüyle önü açılan şiddet biçimleriyle pompalanıyor.  

Yoksulluğa, açlığa, işsizliğe, kadın ve LGBTİ+ cinayetlerine, pandeminin yönetimindeki başarısızlığa, çıkan orman yangınlarının söndürülememesine, en nihayetinde ülkeyi yönetemediği açıkça belli olan iktidar koalisyonuna yönelik ortaya çıkan toplumsal öfke, bu çürümüşlük içinde manipüle edilebilir hale geliyor. 

Restorasyoncu muhalefet de söylemleriyle, en son Bolu Belediyesi örneğinde gördüğümüz gibi uygulamaya geçirdiği mülteci düşmanlığıyla, yaratılan toplumsal öfke üzerinden popülist hamleler yaparak bu dezenformasyonları besliyor.  

Toplumun art arda yaşadığı şoklar, içine düşülen çaresizlik, örgütsüzlük; sosyal medya üzerinden hızla yayılan komplo teorileri ile birleşince toplumsal öfke mülteci ve Kürt düşmanlığına kanalize olarak faşizm tehlikesini besliyor. 

Bunun bir örneğini orman yangınlarının yarattığı insani ve ekolojik felaket sürerken; yayılan dezenformasyonlar sonucu elinde silah yol kesip kimlik sormaya başlayanlarla, Kürt işçilere yönelik saldırılarla gördük. Konya’da Kürt aileyi katleden paramiliter çeteler bu toplumsal ruh halinden cesaret aldı.  

İktidar koalisyonunun önünü açtığı, restorasyoncu muhalefetin körüklediği mülteci düşmanlığının yarattığı hava, Ankara Altındağ’da pogroma, açık bir katliam girişimine zemin hazırladı. Altındağ’daki pogrom; ırkçı, faşist söylemlerin, dezenformasyonların paramiliter güçlere nasıl bir alan sağladığının ve ne kadar ileriye gidilebileceğinin açık bir göstergesidir.

Birbiri ardına gelen kadın ve LGBTİ+ cinayetleri, mülteci, Kürt ve Alevi düşmanlığı, tacizler tecavüzler, çocuk istismarları, hayvan katliamları, ekolojik felaketler; herkesin yaşamının değersizleştirildiği bir korku toplumu yaratıyor. Oluşturulan hiyerarşi içinde toplumun bir kısmı itaate zorlanırken öbür kısmı egemenler adına şiddet uyguluyor. 

İktidar koalisyonu ve sermaye; aynı biçimde ezdiği, sömürdüğü yoksul halkları birbirine düşürerek sömürüsünü, soygununu devam ettirmeye çalışıyor.  

Başka Türlü Bir Toplum da Filizlenmekte

Tüm bu politikalar karşısında gücünü Gezi Direnişi’nden alan yepyeni bir toplum filizleniyor.

Kadınların, LGBTİ+’ların, gençlerin, işçi sınıfının öncülüğünü yaptığı, ekolojik, özgürlükçü, dayanışmacı bir yaşam tarzını savunan sermayenin yarattığı her türlü yıkıma karşı mücadele eden yeni bir toplum oluşuyor. Bu toplum henüz sosyalist bir gelecek tahayyül etmiyor. Ancak arayışında oldukları gelecek için sosyalizm olmazsa olmaz nitelikte. Henüz örgütsüz de olsa benzer refleksler gösteren milyonlarca insan bu toplumsallaşmanın bir yerinde konumlanmakta. Erkek şiddetinin her türlüsüne, antidemokratik tüm uygulamalara, sermayenin talanına, ekolojik yıkıma karşı bir biçimde mücadele etmekteler.  

Yangın çıktığı andan itibaren oradaki halkla dayanışmaya çalışan, iyi niyetli çabalarla ağaçlandırmaya destek olmak isteyen, iktidarın yangını söndürmedeki basiretsizliğine karşı büyük bir öfkeyle sesini yükselten, bir biçimde bir şeyler yapmak isteyen devasa bir örgütsüz kitle var. 

Devletin vurdumduymazlığına rağmen yangın alanlarında örgütlenen, elinde damacanalarla, itfaiye hortumlarıyla yangına müdahale etmeye çalışan, yemek taşıyan, yardım gönderen, hayvanları ve insanları kurtarmaya çalışan halkın bu refleksleri mayalanmakta olan yeni toplum biçiminin önemli emareleri. 

Bu emareleri uzun süredir kadın, LGBTİ+, işçi ve ekoloji mücadelelerinde de görmekteyiz. 

Uzun süredir şok dalgaları içinde karamsarlaştırılan, sindirilmek, pasifize edilmek istenen halk güçleri bir biçimde baş kaldırmaya mücadele etmeye devam ediyor. 

Birbirine Zıt İki Toplumsallaşma

Yukarıda bahsettiğim iki toplumsallaşma biçimi de aynı anda nefes almakta. Her olayda bu iki toplumsallaşmanın yarattığı reflekslerle karşılaşmaktayız.

Bir kadın veya LGBTİ+ cinayeti, taciz, tecavüz olduğunda halk güçlerinin derin bir öfke ile mücadeleye giriştiğini görüyoruz. Bunun tam karşısında ise kadının giyimini, hangi saatte nerede olduğunu ve seçimlerini sorgulayan veya LGBTİ+’ların cinsel yönelimi sebebiyle öldürülmesini hak gören nerdeyse faille empati kuran yaklaşımlarla karşılaşmaktayız.

İş cinayetlerinde bir toplumsal grup egemenlerin diliyle bunu “kader” olarak adlandırırken; halk güçleri, işçilerin kapitalizmin kar hırsı yüzünden öldüğünü görüyor ve müthiş bir öfke biriktiriyor.

İktidar koalisyonunun kadın, çocuk, LGBTİ+, işçi ve doğa düşmanı politikalarına karşı, halk güçleri her alanda mücadele ederken üç maymunu oynayan başka bir toplumsal refleks de aynı anda nefes alıyor.

İşsizlik, yoksulluk, açlık toplumun iliklerine kadar işlemişken sömürüyü derinleştiren yeni emek rejimleri, patronlar lehine geçirilen yasalar, saraylarda yaşayan iktidar mensupları ve sermayedarlara akıtılan milyar dolarlar, halk güçlerinin sınıfsal bir öfke biriktirmesine yol açıyor. Toplumun bir kesimi ise milliyetçi söylemlerle kışkırtılarak tarafsızlaştırılabiliyor.

Kürt halkının onlarca yıla yayılan mücadelesi de iktidar koalisyonunun tüm saldırılarına rağmen halk güçlerinin mücadelesinin bir parçası konumunda ve egemen ideolojinin beslediği ırkçı refleksleri geriletiyor. Buna karşılık her fırsatta Kürt halkına yönelik linç girişimlerinde bulunan başka bir toplumsal refleks devam etmekte.

Benzer biçimde bir toplumsal grup, orman yangınları sırasında komplo teorilerinin de etkisiyle Kürtlere yönelik lince girişti. Halk güçleri ise kapitalizmin kâr hırsının sonucu olarak ekolojik krizin tüm dünyada benzer yangınlara sebep olduğunu görüyor, iktidar koalisyonunun yangını söndürmekteki basiretsizliğine, vurdumduymazlığına öfke duyuyor.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Bu ikili toplumsallaşma arasında kalın, aşılmaz duvarlar yok henüz. Devletin tüm olanaklarıyla desteklenen toplumsal çürüme, toplumun bir bölümüne sirayet etmiş olsa da toplumun her yaşayan organizma gibi her an değişip dönüşebildiğini unutmamak gerekir. Tüm bu çürümüşlük, dayanışma ve örgütlülükle büyük ölçüde temizlenebilir.

İçinde bulunduğumuz toplumsal ruh hali bir devrime de, faşizme de yol açabilecek koyulukta. 

Önümüzde iki farklı toplumsallaşmaya bağlı iki farklı gelecek uzanıyor. Bizi hangi geleceğin beklediği bizim mücadelemizle belirlenecek. Halk güçlerinin bütününün ihtiyaçlarına cevap verecek ekolojik bir Demokratik Cumhuriyet programı etrafında örgütlenebiliriz.

Ancak güçlü bir örgütlülük, toplumun bütünü üzerine sinmiş karamsarlığı silebilir, toplumsal öfkeyi doğru yöne kanalize edebilir. Işıklı bir geleceğin kapılarını sadece güçlü bir mücadele açabilir.