Yaşayan Komünün Gücü ve Güncelliği

Günümüz dünyasında girmediği yer, dokunmadığı insan, etkilemediği ilişki kalmayan kapitalist üretim biçimi, on yılı aşkın bir süredir her geçen gün derinleşen yapısal kriziyle “hayatta kalmaya” devam etmekle birlikte kendi sonunu hazırlamayı da sürdürüyor. Kapitalizm hayatta kalmaya devam ettikçe krizini canlı yaşamın bütün hücrelerine taşıyor ve onları da nihai sonlarına doğru sürüklüyor. Fakat dünyanın dört bir yanında başkaldıran halk isyanları bu sürükleyiş haline karşı geliyor ve kriz halinin onlara sunduğu kefeni yırtmak için farklı biçimlerde mücadelelerini ortaya koyuyorlar. 

Bu mücadele biçimleri önemli oranda “modern” dönemin ve 21. yüzyılın mücadelelerinin deneyimleri ile yaşantılarından beslenmekle birlikte kaynağı uzun bir tarihselliğe dayanıyor. İnsanlığın çeşitli aşamalardan geçtiği bu tarihsellikte biriktirdiği dayanışma ve kolektif davranış biçimleri, hem geçmişte hem de günümüzde devrimci ve halkçı hareketlerine önemli katkılar sunmuş ve sunmaya da devam ediyor. Bu bağlamda geçmiş toplum biçimlerinin, özellikle komün toplumunun incelenmesi ve günümüz toplumuna etkilerinin tartışılmasının devrimci ve halk hareketlerinin toplumun geniş kesimlerine yayılmasını ve toplumdaki komünal dinamiklerin kapitalizm karşıtı mücadeleye katılmasını sağlamada önemli faydaları olacaktır.

Marx ve Engels’te Komün

Marksist yazının komün toplumlarını ele alışına baktığımızda belirli bir sınırlılıkla karşılaşmaktayız. Bunun nedenlerinin başında Marx ve Engels’in yaşadığı dönemde komün toplumlarına yönelik bilimsel araştırmaların oldukça sınırlı olması gelmektedir. Nitekim Marx ve Engels de bu sınırlı araştırmalar dolayısıyla eserlerinde sistematik bir yaklaşım geliştirmekten çok kimi noktalara değinmekle yetinmişlerdir. Öte yandan ölümlerinden sonra yayınlanan Grundrisse ile Etnoloji Defterleri’nde komün toplumlarını incelediklerini ve sınırlı bilimsel araştırmalar doğrultusunda kimi noktalara değindiklerini görmekteyiz. Fakat bu incelemeler defterlerde/taslaklarda kalmış, bütünlüklü bir esere dönüşmemekle birlikte diğer eserlerinin altyapılarını oluşturmuştur.

Marx ve Engels, Komünist Manifesto’nun “Burjuvalar ve Proleterler” başlıklı ilk bölümüne şu cümleyle başlamışlardır: “Bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.” Sonraki yıllarda Engels bu cümleye iki dipnot ekler ve dipnotlarda yapılan araştırmalar sonucunda tarihte ortak mülkiyete dayanan komün toplumlarının olduğunun kanıtlandığını belirterek, kendisinin de “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” isimli eserinde bu kanıtları izlemeye çalıştığını ifade eder. 

Dipnotlarda önemli olan kısım ise cümledeki tarih kısmının “yazılı tarih” olarak “düzeltilmesidir”. Böylece Engels sınıfsız toplumların yani komünal toplumların da bir tarihe, ama “yazısız” bir tarihe sahip olduğunu belirterek önemli bir tespitte bulunmaktadır. Nitekim Engels “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” kitabında, Morgan’dan edindiği bilgilere dayanarak, yazısız tarihi, tarihsel materyalizm çerçevesinde ele alarak ortaya koymaya çalışır. Bu çalışmanın gerek o zamanki bilimsel kaynakların yetersizliği gerekse de Engels’in ölümünden kaynaklı oldukça kısıtlı kaldığını belirtmemiz gerekiyor. Fakat bu kısıtlılığa rağmen Engels, yazılı tarih öncesi toplumun ortak mülkiyete sahip olan, farklı vahşet ve barbarlık aşamalarıyla çeşitli aile biçimlerinden geçmiş komünal bir yapı olduğunu ifade etmiştir. 

Engels, özellikle Cermenlerin Mark örgütlenmelerindeki ortak mülkiyetin kendi çağlarında da kimi yerlerde devam ettiğine değinerek “yazısız” tarihe sahip olan komün toplumunun “yazılı” tarihin sınıflı toplumuna etkilerinin sürdüğüne işaret etmiştir. 

Yine Marx da 1857-58 yıllarında yazdığı “Formen-Kapitalist Üretim Öncesi Biçimler”de komün toplumlarına sınırlı bir şekilde değinmiş, bu toplumların sınıflı toplumlara geçiş biçimlerini tartışmaya çalışmıştır. 

1884’te yayınlanan “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni”nden iki sene önce ise Komünist Manifesto’nun 1882 Rusça Baskıya Önsöz’ünde Engels ve Marx, ilkel ortak mülkiyetin olduğu Rus Obşina’sının komünist bir gelişmenin başlangıç noktası olabileceğini “bir şartla” belirtmişlerdir: Rus devriminin Batı’daki proleter devrimin habercisi olması ve bu iki devrimin birbirini tamamlaması şartıyla. Keza Vera Zasuliç’e yazdığı mektup ve bu mektubun taslaklarında da Marx’ın bu “şartı” sıklıkla vurgulamıştır. Burada da Marx ve Engels’in komün toplumunun modern sınıflı topluma proleter devrimler aracılığıyla etki edebileceğine değinmekle yetinmişlerdir.

Marx ve Engels Sonrası 

Engels’in ölümünden sonra ise Marksistlerin komün toplumuna yönelik araştırmaları ve analizleri yok denecek kadar az olmuştur. Zubritski, Mitropolski ve Kerov(ZMK) tarafından hazırlanan “İlkel Topluluk, Köleci Toplum, Feodal Toplum” (“La Communauté Primitive, La Société Esclavagiste, La Société Feodal”) adlı kitapta ise Engels’ten sonra komün toplumu belli bir sistematikle analiz edilmiş ve dünyadaki sosyalist hareketlerin tarihe bakışında büyük oranda etki etmiştir. 

ZMK’ya göre insanlar, hayvanlardan emeğin rolü aracılığıyla evrimleşmeleri sonucunda maddi mallar üretmeye başlamışlar ve böylece komünü oluşturmaya dair ilk adımları atmışlardır. Coğrafyanın etkisi, nüfusun artması, iş aletlerinin gelişimi, ateşin kullanılması vb. ilerlemelerle birlikte komün, Morgan’ın sistematiği çerçevesinde, vahşet çağından barbarlık çağına doğru “ilerlemiş” ve iş bölümü ile üretici güçlerin gelişmesi doğrultusunda sınıflı topluma geçmiştir. Sınıflı toplumun ilk biçimi ise köleci toplum olmuştur. Sonrasında bu köleci toplum yerini feodal topluma, feodal toplum da kapitalist topluma yerini bırakmıştır. Nihai olarak da kapitalist toplum yerini komünist topluma bırakacaktır ve böylece başlangıçtaki ilkel komünal topluluğun daha gelişkin biçimi olan komünist topluma ulaşılmasıyla tarihin son noktasına erişilmiş olunacaktır. 

Beş aşamalı toplum teorisi olarak da adlandırılan bu yaklaşım, tarihin belli bir çizgi doğrultusunda ilerlediğini ve sonunda mutlaka komünist topluma varılacağını ileri sürmüştür. Bu bakış açısı doğrultusunda da dünyadaki sosyalist hareketler, mutlak olan komünist toplumu kuracak işçi sınıfını “tek” siyasal özne olarak almışlardır. Buna ek olarak da ilkel komünal toplumun günümüze yönelik “maddi” etkileri yok sayılmış ve ilkel komünal toplumlar daha çok “tarihsel haklılık” doğrultusunda “insanın gerçek doğası” şeklinde “söylemsel” olarak ifade edilmiştir.

Hikmet Kıvılcımlı ve Komün

Komünlere yönelik bir diğer yaklaşımı ise Hikmet Kıvılcımlı geliştirmiştir. Kıvılcımlı ilk olarak, tarihin yönünü değiştirebilmek için tarihin gidiş kanunlarının bilinmesi gerektiğini söylemiş ve “Tarih Tezi” olarak bilinen yaklaşımını ortaya koymuştur. Tarih tezi çerçevesinde de komünün oluşumunu ve günümüze etkisini ifade etmiştir.

Kıvılcımlı da insanın emeğin rolü aracılığıyla hayvandan evrimleştiğini belirtir. Doğanın zorlamasıyla birlikte insanlar yaşamda kalabilmek için alet kullanmak zorunda kalmışlardır ve bu da zekânın gelişimini de sağlamıştır. Zekânın gelişimi aynı zamanda beynin gelişimini de sağlamış ve düşünme-öğrenme-duygulanım gibi yetiler de gelişmeye başlamıştır. Diğer yandan insanlar bir arada bulunarak bir “sürü” oluşturmuşlardır. “Sürü oluş”, komün olmanın ilk aşamasıdır. İlk aşamada insan, hayvan olmasının getirdiği dürtüler doğrultusunda davranmaya devam eder. Fakat ilerleyen zamanda hayatta kalabilmek ve doğada hâkim güç olabilmek için insan, başta cinsel ilişkiler olmak üzere davranışlarına yasaklar getirmeye başlamıştır. Bu yasaklar büyü, tabu, totem vb. ile tanımlanmış ve böylece ortak bir düşünce yani inanç yaratılmıştır. Bu ortak inanç topluluğun yani komün oluşmasında oldukça önemlidir. Fakat komünü yaratan inançsal ortaklık değil, hayatta kalabilmek için gerekli olan maddi yaşamın gereksinimlerini doğadan sağlayabilme dürtüsüdür. Dolayısıyla komünü yaratan inanç değil, maddi yaşam olmuştur.

İnsanların maddi yaşamı, cinsel yasaklar doğrultusunda bir biçime sokulmasıyla insanın bedensel gelişimi ve doğaya uyumu da artmıştır. Ayrıca cinsel yasaklar yaşama savaşında önemli bir etmen olan üremeyi de garanti altına almıştır. Böylece oluşan üreyim sistemi, insan ve üretici güçlerle diyalektik bir şekilde etkileşime girerek komünün temelini oluşturmuştur. Kıvılcımlı buna “Siklus temeli” demiş ve bu Siklus temelinin günümüze kadar kendisini geliştirerek ve toplum biçimlerine uyum sağlayarak devam ettiğini belirtmiştir.

Cinsel yasakların yanı sıra hayvancıl davranışlar da yasaklanmış, bu yasaklara uyan ve yasaklar doğrultusunda hareket eden topluluklar oluşturulmuştur. Maddi yaşamın gereksinimleri doğrultusunda üretici güçler geliştikçe yasaklar da gelişmiş ve kolektif emek ile komün yüceltilmesiyle topluluğun konsantrasyon ve soyutlama gücü artmıştır. Böylece oluşan komünün simgesi totem ortaya çıkmıştır. Totemle komün insanlarının sevdiği, korktuğu veya onu avlamakla iftihar ettiği hayvanı sembolize edilmiştir ve bu sembolize aslında kolektif emek sayesinde gerçekleşmiştir.

Öte yandan insanların komünde bir araya gelmeleri, üremenin gelişmesinin yanı sıra çocukların eğitimi ve yetişkinliğe kadar hayatta kalmalarını da sağlamıştır. Bu sosyal kolektivitenin oluşmasını da sağlamakla birlikte erkek ve kadın arasındaki işbölümünü de başlatmıştır. Burada insanın toplumsal varlık olduğu ve toplum dolayımıyla doğaya uyum sağladığını vurgulamamız gerekmektedir. Böylece doğanın kanunlarından ayrı toplum kanunları da oluşur.

Kolektif ruh ve kolektif emek toplum kanunlarının oluşumunu sağlamakla birlikte komünün gelişimini de gerçekleştirmiştir. Komünde kolektif emek aşırılaştıkça komünün dejeneransı (çözülme, parçalanma) gecikmiş ve komün dışarıya karşı direnç kazanmıştır. Kolektif emeğin artması, teknik ve coğrafya üretici güçlerinin gelişmesi sonucunda ise yukarı barbarlık konağında üretim üreyime baskın olmaya başlamıştır. 

Üretimin üreyime baskın olması, kendisini cinsel yasaklar doğrultusunda oluşturan komünün dağılmasına yol açmamıştır. Çünkü üreyim sistemi, insan ve üretici güçlerle diyalektik etkileşimde bulunan Siklus temeli komünün maddi şartlara göre uyum sağlamasına neden olmuştur. Fakat üretici güçlerin gelişimi komünde de sınıflaşmaların ilk nüvelerini oluşturmakla kalmamış, komünün medeniyete geçerek sınıflı bir toplum olmasını sağlamıştır.

Medeniyete geçilmesi, komün geleneklerinin sönmesine ya da yok olmasını sağlayamamış, tam tersine çoğu toplumda yaşamaya devam etmiştir. Diğer yandan komün toplumları, özellikle kapitalizm öncesi zamanda gerçekleştirdikleri tarihsel devrimlerle tarihin ilerlemesini sağlamıştır.

Medeniyete geçmiş ve sınıflaşmış toplumla karşılaşan komünal topluluklar genellikle savaşıma girişmişlerdir. Eğer medeni toplumdaki sınıflaşma derinleşmemişse, komün bu savaşımın sonucunda ya esir düşmüş ya da yok edilmiştir. Fakat medeni toplumda sınıflaşma derinleşmiş ve komün de yukarı barbarlık aşamasında ise, çürümüş medeni toplum “tarihsel devrim” ile yıkılarak yerine orijinal bir medeniyet kurulmuştur (Örneğin Roma, İslam vb.). Kurulan orijinal medeniyet yukarı barbarlık aşamasından gelen komünü de medenileştirip sınıflara ayırmış, ama bu sınıflaşma çöken medeni toplumdakine nazaran daha az olmuştur. Kurulan bu orijinal medeniyet, sıkışan ticaret yollarını açıp birleştirerek ekonomik ilerlemeyi ve böylece tarihin ilerlemesini de sağlamasından dolayı sınıflara bu sefer daha derinden bölünmeye başlamıştır. Ta ki yeni bir barbar tarafından yıkılana kadar. 

Kıvılcımlı’ya göre tarihsel devrimi sadece yukarı barbarlık aşamasındaki komün gerçekleştirmez. Orta barbarlık aşamasındaki göçebe, çoban toplumu da tarihsel devrimleri gerçekleştirir. Bu tarihsel devrimin gerçekleşmesi için de medeniyetteki sınıflaşmanın derinleşmiş olması gerekmektedir. Fakat orta barbarlık aşamasındaki komünün gerçekleştirdiği tarihsel devrim orijinal medeniyet yaratmaz, var olan medeniyete “Rönesans” yaşatır ve devam etmesini sağlar (Örneğin Osmanlı). Rönesans ile göçebe toplum medeni toplumdaki sınıflaşmayı olabildiğince azaltır ve medeni toplumda olabildiğince “eşitlik” yaratır. Buna karşın göçebe toplum, Engels’in fethedenin fethedilmesi olarak tanımladığı gibi, medeniyet tarafından asimile edilir. Asimilasyon sonucunda medeni toplumda sınıflaşma tekrardan derinleşir, yine bir barbar “aşısına” uğrayana kadar.

Kıvılcımlı, bu tarihsel devrimlerin antika tarih olarak tanımladığı dönemde gerçekleştiğini belirtir ve bu dönemde “basit yeniden üretimin” hâkim olduğunu ifade eder. Basit yeniden üretimde üretici güçler yeterince gelişmediği için sosyal sınıflar “sosyal devrim” yapamaz. Toplumları değiştiren dönüştüren “tarihsel devrimlerdir” ve bunu barbarlar yani komünal toplumlar gerçekleştirir.

Komünlerin tarihsel devrimler gerçekleştirebilmelerinin nedeni ise maddi yaşamları doğrultusunda oluşturdukları “asabiyet”tir. Komünler gerçekleştirdikleri tarihsel devrimlerin yarattığı birikimlerle insan ve tarih üretici güçlerinin gelişimini de sağlar.

İnsan üretici gücü, insanların birbirleriyle ve insanların doğayla olan ilişkilerinden doğan somut eylemlerdir. Tarihe yön veren, insanların bir araya gelerek oluşturdukları bir toplumun başka bir topluma karşı somut eylemde bulunmasını da sağlayan Kolektif Aksiyonu’dur. Bu kolektif aksiyon aynı zamanda insanların bir araya gelerek oluşturdukları kolektif emek gücünün bir başka görünümüdür ve insan üretici gücünün somutlaşmasıdır. Fakat insan üretici gücü, teknik üretici gücüne ve coğrafyaya oldukça bağımlıdır. İnsan, düşünüp yeniden yeni davranışlar geliştirerek diğer üretici güçlerin altında kalmamayı geliştirebilir. Fakat insanlığın gelişimi göz önüne alındığında insan üretici gücünün diğer üretici güçlere olan bağımlılığı görülmektedir. 

Kıvılcımlı’ya göre tarih, son derece somut, insan eylemidir. İnsan geleneklerle düşünüp davranır ve bu gelenekler bilinç yerine geçerler. Gelenekler, insanların kendileriyle çevrelerini yorumlama ve ona göre davranma biçimleridirler. Bundan dolayı nesiller boyunca, yüzlerce-binlerce yıl bu gelenekler terk edilemezler. Tarih üretici gücü de insanın geçmişten kalma gelenek-göreneklerle, içinde yaşadığı belirli coğrafya ve tekniğe dayanarak yaptığı yaşama eyleminde belirli seviyeye ulaşmış “Kolektif Aksiyonu”ndan doğar ve gelişir. 

Kıvılcımlı komünlerin geliştirdiği bu insan ve tarih üretici güçlerinin, geniş yeniden üretimin hâkim olduğu modern tarihte, yani kapitalizmde de etkisini sürdürdüğünü belirtir. Fakat bu etki modern tarihte esas belirleyici olan teknik üretici güce bağımlıdır. Özellikle makinenin gelişimi nedeniyle diğer üretici güçlerin önüne geçerek esas belirleyici olan teknik üretici güç, toplumu ve toplumsal ilişkileri değiştirmiştir. Bu değişiklik sosyal sınıflara sosyal devrim yapabilme olanağını sağlamakla kalmamış, tarihsel devrimci güçleri ve antika tarihe ait toplum biçimlerini “asimile” olmaya zorlamış ve zorlamaya devam etmektedir.

Günümüzde Komün 

Sermayenin komünün “asimilasyonunu” sağlama başarısı, komün toplumunun sahip olduğu insan ve tarih üretici kadar coğrafya üretici gücüne de bağlı olarak değişmiştir. Antika tarihin sınıflı toplumları kapitalizmin sınıflı toplumuna hızlıca geçiş sağlamışken, komünal topluluklar “Kolektif Aksiyon” ile kapitalizme karşı direnişe geçmişler ve sahip oldukları tarihsel devrimci güçleri diri tutabilmişlerdir. Kapitalizmin meta toplumu olma ve bireyselleşme dayatmasına karşı ürün toplumu olarak kolektif bir yaşamda devam etmeye ısrar etmelerinin bunda payı büyüktür.

Günümüzde çeşitli coğrafyalarda “kolektif aksiyon” ile tarihsel devrimci güç özelliğini koruyan komünal toplumlar bulunmaktadır. Bu topluluklar bulundukları coğrafyanın üretim tarzına ve siyasal yapısına göre farklılık göstermekle birlikte, maddi yaşamın zorunluluğundan dolayı kapitalizmle kurdukları ilişkiler nedeniyle tarihsel devrimci güç olma niteliklerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyalar. 

Öte yandan sermaye komünal toplulukların bulunduğu coğrafyalara yönelik saldırılarda bulunarak, doğayla bütünleşik bu toplulukların kendilerini güçlendirdikleri topraklardan kopararak hem onları yok etmek hem de sermaye birikimi için doğanın talanını gerçekleştirmek istemekte. Fakat buna karşılık başta Chiapas ve Bolivya’daki yerliler olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki yerlilerin doğalarına sahip çıkarak, kapitalizme ağır darbeler vurdular ve vurmaya devam ediyorlar. 

Komünal topluluklara yönelik bir diğer saldırının da despotik devletler aracılığıyla gerçekleştiğini görmekteyiz. Bu despotik devletler, komünal toplulukların kimliklerini inkâr ederek asimilasyon ve imha politikaları yürütmekteler. Türkiye’de Alevilik özelinde karşılaştığımız bu saldırıya karşı yüzyılı aşkın bir süreden beri verilen mücadele sosyalizm mücadelesine de önemli katkılar sunmuştur.

Bütün bunlarla birlikte komün toplumları, her ne kadar emperyalizme ve kapitalizme karşı gösterdikleri direnişle tarihsel devrimci güçlerini diri tutsalar da, Marx ve Engels’in yukarıda belirttiği üzere, ancak proleter devrimcilerle birleştikleri takdirde bu tehlikeyi bertaraf edebilirler.

Kıvılcımlı da geri ülkelerde sosyal devrimin tarihsel devrim gelenekleriyle melezleşerek çıktığını belirtmiştir. 

Diğer yandan proleter devrimciler de bu tarihsel devrimci güçleri “gericilikle” etiketlemeyip, onların yarattıkları anti-kapitalist alanla ilişkilenerek 21. yüzyıl sosyalizminin gerçekleşmesini sağlayabilirler. Proleter devrimcilerin önünde komünal toplulukların içinde bulundukları somut ve maddi koşullar doğrultusunda tarihsel devrimci güçler oldukları tespitini yapmakla kalmayıp bu güçlerin kendi alan örgütlenmelerini gerçekleştirmelerini desteklemek gibi bir görev bulunuyor.

Proleter devrimcilerin, komünal toplulukların kapitalizmin zor gücü nedeniyle gün geçtikçe kaybettikleri kolektif aksiyonlarını koruyabilmeleri için öz örgütlenmelerini sağlayacak alan örgütlenmelerine “gericilik” nitelendirmesiyle karşı çıkmaları onları önemli bir müttefikten yoksun bırakacaktır. Diğer yandan böyle bir nitelendirme diyalektik materyalist bir yaklaşımdan çok, tarihsel koşulları donuk bir şekilde ele alan idealist yaklaşıma işaret etmektedir. Dolayısıyla tarihsel devrimci güce sahip bu toplulukları kendi şarkıları eşliğinde dans edecekleri bir zemin sağlanması gerekir.

Sağlanan bu zemin, aynı zamanda içinde bulunulan zamanın şarkısının ve dansının da sergileneceği bir zemin olmak zorundadır. Tarihsel şarkının günümüzün şarkısıyla, yani tarihsel devrimci gücün komünist güç ile harmonisi sağlanmadığı taktirde ise komünist gücün “ütopik sosyalizm” zombisine dönüşmesi işten bile değildir. Komünist gücün kendi zemininde konumlanarak, tarihsel devrimci gücün yarattığı alan örgütlenmesini karşılıklı etkileşim içerisinde kapsayarak (asimile etmeye çalışmadan) bu harmoniyi yaratması 21. yüzyılın komünist partinin yaratılmasında da önemli bir eşik olarak karşımızda duruyor.

Bu minvalde tarihsel devrimci güçlerin yarattıkları anti-kapitalist alan, sınıf savaşımında işçi sınıfının önemli bir müttefik gücü olmaya devam ediyor ve edecektir. Mesele komünistlerin bu alanı kapsama ve günümüz şarkısında dans etmesini sağlama görevini başarmayı isteyip istememesindedir.