Çocuk İşçiler: Topraktan, Demirden, Bir de “Kâğıttan Hayatlar”

Çocuk işçilerin varlığı, geldiği boyutlara rağmen hala pek fazla konuşulmayan, istatistiklerde hesaba katılmayan hatta istatistikleri beş on yılda bir açıklanan gerçeklik. Gerçeklik evet. 

En yakın ve öfkelendirici halini geçen haftalarda yaşadık. 16 yaşında bir çocuk, çalıştığı işyerinden parasını istemeye gidince patronlar tarafından işkenceye maruz bırakılmıştı. 

Daha önceki birkaç yazıda çocuk işçiliğine kısaca değinmiştim, tekrara düşmek pahasına şunu söyleyerek başlayacağım-bu konudaki tekrarların da önemli olduğu fikrindeyim- çocuk işçiliği gerçekliği hâlâ bir biçimde romantize ediliyor, ufak tefek işlermiş ya da çocuklar oralarda “oyalanıyorlar”mış ya da en iyi ihtimalle meslek öğreniyorlarmış gibi görülüyor. Sokaktaki çocuklara herkes üzülerek bakıyor, içten içe onların ailelerini suçluyor, belki bir mendil alıp fazlaca da para verip yoluna devam ediyor. Ya da kâğıt toplayan, o çuvalları bağladıkları tekerlekli arabaları gün boyu çeken, yokuş aşağı inerken üzerine atlayıp eğlenen çocukları görüyoruz mesela. Bu “kâğıttan hayatlar”ı ne kadar süslerseniz, romantize etseniz de siz başınızı çevirdiğinizde onlar orada kalmaya devam edecekler. Kendi gerçekliklerinin içinde. 

Kimi zaman göze “sevimli” gelen halleri oluyor çalışan çocukların, öyle gösteriliyorlar medyada. Yaşı küçük yükü büyük sözleriyle sunuluyorlar. Ya da mesela “sosyal deney” videolarında görüyoruz onları. Bulundukları şehre, koşullara “rağmen”, ne kadar da “iyi kalpliler” mesajı veren videolar…

Bu Gerçeklik Yeni Değil

Çocukların çalışması kapitalizmle başlamadı elbette, ama kapitalist sistemle birlikte zor koşullarda, uzun saatler boyunca, düşük ücretle ve güvencesiz çalıştırılan çocuk işçiler ordusu oluştu. Zira çocuk emek gücünün sermaye için maliyeti çok daha düşük. Çocuklara hükmetmek ise daha kolay. Burada, eğitim politikalarının da çocuk emek gücü sömürüsünün döngüsünü besleyen unsurlardan olduğunu unutmamak gerekiyor. Çocuklar işçileştikçe yoksulluk da nesiller boyu sürüyor. Bunlar da sermayenin işine geliyor.

Kapitalizmin küreselleşmesi ile birlikte dünyanın her yerine yayılan çocuk işçiliği, bugün sistemin içerisinde olduğu yapısal kriz ortamında daha da vahşi bir hal almaya devam ediyor. 

Pandemi ile birleşen kapitalizmin krizi, sermayedarları, önceki dönemlerden daha da fazla biçimde ucuz emeğe yönlendiriyor. Zaten tam da bu yolla, yoksulların sayısı çığ gibi büyürken dünyadaki servet zenginlerinin de sayısı katlanıyor. Böyle dönemler, tıpkı savaşlar, afetler, salgınlarda olduğu gibi, çocuk işçilerin artmasına yol açıyor. Hem yetişkinle aynı işi, daha ucuza ve güvence gerektirmeyen şekilde yapacak olan “uysal” çocuk işçileri hangi patron tercih etmez ki?

2019 rakamlarına göre dünyada 150 milyondan fazla çocuk işçi var, her 10 çocuktan biri çalışıyor. Bunlar resmi rakamlar ama, çocuk işçilerin çoğunluğunun kayıt dışı çalıştırıldığını düşünürsek bu sayının en azından iki katına çıkacağını söyleyebiliriz sanıyorum. Bu çocukların çoğunluğu ağır ve tehlikeli işlerde çalışıyorlar ve daha az ücret alıyorlar. 

Marx Kapital’de, elleri ve bedenleri küçük olduğu için kibrit yapımı ve baca temizliğinde çalıştırılan çocuklardan bahseder. Yani aslında çocuk emek gücünün sömürüsü, bu yolla birikimin sağlanması, kapitalist üretim sisteminin en başından beri var. Onun içinden doğuyor. 

Bugün de bu işleri yapan çocuklar var. ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) raporuna göre kötü koşullar altında yaygın olarak çocuk emek gücü kullanılan en büyük sektör kahve endüstrisi. Kolombiya, Kenya, Uganda, Meksika, Honduras bu işin yapıldığı ülkelerin başında geliyor. Buralarda çocuklar, kahve çekirdeklerinin toplanması işinde çalıştırılıyorlar. 

Mesela çok değil, daha bir yıl önce, Starbucks ve Nestle’ye ait Nespresso’nun, Guatemala’daki kahve tarlalarında 13 yaşından küçük çocukları çalıştırdığı ortaya çıkmıştı. Bu çocukların bir bölümü 8 yaşın da altındaydı, günde 8 saat çalışıyor ve topladıkları çekirdeğin kilosu kadar ücret alıyorlardı. Haberi görmeyenler için söyleyelim: Çocukların bir gün için aldıkları ücret, ülkemizde satılan bir latte parası kadar bile değil. 

Bu sektör dışında özellikle tarımda, mesela pamuk tarlalarında çalışan milyonlarca çocuk var dünya genelinde. Afrika’nın kimi ülkeleri ile Özbekistan, Türkmenistan gibi ülkeler bunların başında geliyor. Çocuklar burada da topladıkları pamuğun kilosuna göre ücret alıyorlar. Ama bir yetişkinle aynı pamuğu toplasalar da ücretleri daha az oluyor. 

Madenler, tuğla ve çivi fabrikaları başta olmak üzere, tarımdan sanayiye oradan da inşaat ve hizmet sektörüne çocuk işçiler sermayenin en önemli artı değer kaynaklarından. Marx’ın Kapital’de söylediği hala en çıplak gerçeklik: “Burjuvazi çocuk kanından sermaye yaratıyor.”

ILO, çocuk işçiliğinin bitirilmesi için 2025 yılının hedeflendiğini açıkladı. Ancak pandemi ile birlikte katlanarak artan yoksulluk, varsıl ile yoksul arasında derinleşen uçurum göz önünde bulundurulduğunda bunun “pembe” bir hayal olmaktan öteye gitmeyeceği aşikâr. Bu bir yılda eğitime erişemeyen milyonlarca çocuk, sermayenin çarklarına çoktan kapıldı. Ayrıca çocuk işçiliği ile mücadele edileceğini söyleyen devletlerin sermaye güçleri, bizzat çocuk işçi çalıştıranlar olduğu için, bunların yalnızca söylemde kalacağını tahmin etmek güç değil. Avrupa’nın ışıltılı mağazalarının vitrinlerini süsleyen, tertemiz kıyafetler, aksesuarlar, mücevherler gelişmiş kapitalist ülkelerin yoksul ülkelerdeki emek gücünü sömürmesi ile var oluyor. Buradaki her bir metada çocukların da emeği, kanı var. 

Bu sorun sadece Avrupa, Asya ya da Afrika ülkeleri ile ilgili de değil elbette. Yukarıda çocuk işçi çalıştıran sektörleri, nerelerde daha yaygın olduğunu sıralamıştık. Çocuk işçilik, ekonomik kriz ve yoksullukla doğrudan ilişkili. Bu bağlamda elbette Türkiye’nin de çocuk işçilerin fazla olduğu ülkelerin başında geldiğini söylemek mümkün. 

Türkiye: “Ucuz İşgücü Cenneti!”

Türkiye, uzun zamandır kapitalizm için “ucuz iş gücü cenneti”ne dönüştürülmüş durumda. Ticaret odalarından iktidara kadar, bu iş gücünün üzerinden zengin olan herkes bunu açıkça dillendiriyor. Hatta Avrupalı yatırımcılara çağrı yapılıyor: Gelin burada fabrika kurun, bizde iş gücü ucuz, asgari ücret düşük. Hâlihazırda süren bu durum pandemi koşullarında biti kanlanan sermayenin iştahını daha da kabarttı; yapısal krizini uzun zamandır aşamayan kapitalizm, pandemiyi fırsat bilip sömürüyü arttırdı. Devlet de bu noktada patronların ihtiyaç duyduğu tüm desteği verdi. Ucuz, esnek, güvencesiz çalışma daha da yaygınlaştı. 

Enflasyon yükseldikçe alım gücü düştü, maaşlar daha market kapısında erir oldu. Yoksulluk, ülkenin orta yerinde durmadan yanan bir alev topuna döndü. Bu alev topu, her eve düşüyor, can yakıyor evet. Diğer taraftan, kapitalizmin varlığının işsizlik ürettiği gerçeği var. Bu koşullarda, 10 milyonu geçen işsizin olduğu ülkemizde, “ne iş olsa” yapacak olanlar, “hiç yoktan iyidir” miktarına çalışmak zorunda kalanlar arttı. 

Bütün bu yoksullaşma süreci, düşük gelir, açlık sınırında yaşamlar çocuk işçiliğine doğrudan etki ediyor. TÜİK en son geçtiğimiz yıl nisan ayında çocuk işçiler ile ilgili verileri açıklamıştı. Buna göre ülkede 720 bin civarında çocuk, başta tarım olmak üzere çalışıyordu. Elimizde resmi kaynaklar dışında net veriler yok ancak bu sayılarda mevsim etkisinin olduğunu (özellikle tarımda etkili bir değişken), kayıtsız çalışanların bu verilerde yer almadığını ve son yıllarda özellikle de Suriye ya da Özbekistan’dan göç eden mülteci çocuklarının, yani çoğunlukla nüfusa kayıtsız çocukların çalıştığını düşünecek olursak bu rakamın aslında açıklananın en az iki katı olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi buna bir de 1 yıldan uzun zamandır devam eden pandemi koşullarını, derinleşen yoksulluğu ekleyelim! En az 4 milyon çocuk işçi var ülkemizde. 

Yoksulluğun nedeni tabii ki kapitalist üretim ve bölüşüm ilişkileri. Bu sistem içerisinde işçi ve emekçi çocukları, hane içine giren gelir azaldıkça daha fazla çalışmak zorunda kalıyorlar, çalışmaya yönlendiriliyorlar. Bu onlar için bir zorunluluk oluyor. Zaten çocuk işçilerle yapılan anketlerde çoğunlukla “aileye destek olmak için çalıştıkları”nı söylüyor çocuklar. Sermaye de ucuz ve “uysal” iş gücünü daha fazla tercih ediyor. Hal böyle olunca çocuk işçilik katlanarak artıyor.

Savaşlar, göç, afetler de en az ekonomik kriz kadar doğrudan etkili oluyor çocukların işçileşmesinde. Özellikle köyden kente göçler sonucunda işçileşen, giderek yoksullaşan ailelerin çocukları küçük yaşlarda, en iyi ihtimalle henüz lise çağındayken ağır işlerde çalışmak zorunda kalıyorlar. Türkiye’de son birkaç yıl öncesine kadar kentlerde özellikle yoksul Kürt ailelerin çocukları çalışmak zorunda kalıyordu. Şimdilerde mülteci çocuklar da buraya eklemlendiler. Resmi belgelerde kayıtları bile olmayan çok fazla mülteci çocuk sokakta, fabrika ya da atölyelerde çalışıyor. Bu çocukların çoğunlukla herhangi bir güvencesi olmuyor. Başlarına bir şey geldiğinde gidip hesap sorulabilecek bir yasal mevzuat da yok. Yani mülteci çocuklar, bu geniş piramidin en altında yer alıyorlar.

Ne İş Yapıyor Bu Çocuklar?

Mevsimlik tarım işçisi çocukları konuşarak başlamak yerinde olacaktır. Özellikle Kürt illerinden yoksul ailelerin baharla birlikte yaşadıkları yerlerden ayrılıp, çalışmak için tarım alanlarına gelmeleri ile birlikte en az bir milyon çocuk da çalışma sahasına çıkmış oluyor. Bu çocukların bir kısmı, ailelerinin tarlasında çalışırken büyük birçoğu başkalarının tarla ya da bahçesinde çalışıyor. Ülkenin güneyindeki illerde tarlada çalışılırken, Karadeniz illerinde çocukların daha çok fındık toplayıcılığı yaptığını görüyoruz. Aileleriyle birlikte çalışmaya giden çocuklar, okuldan erken ayrılmak zorunda kalıp, akranlarından daha geç dönebiliyorlar. Pandemiden önce çocukların buralarda çalışma aralığı görece daha kısa iken pandemi ile birlikte bu süre uzadı. Okulların kapalı olduğu süre boyunca daha fazla çocuk tarımda çalışmak zorunda kalmakla birlikte çalıştıkları aylar da uzamış oldu. Ne de olsa okula gönderip göndermeme “tercihi” aileye bırakıldı!

Mevsimlik tarım işlerinde çalışan çocuklar, Türkiye’de çocukların çalıştığı işlerin başında geliyor. Pamuk toplamaktan, çapalamaya kadar pek çok işi, yetişkinlerle aynı koşullarda yapıyorlar. Çocukların, iş cinayetlerinde hayatlarını en fazla kaybettikleri alan da burası oluyor. Her yıl en az 10 çocuk tarımda çalışırken su kanalına düşerek ya da bir tarım aletinin altında kalarak hayatını kaybediyor. Bunun dışında çocuklar bu çalışma alanında çok fazla kimyasala maruz kalıyor, böcek sokmalarından etkileniyor, güneş altında çalışmaktan kaynaklı çeşitli hastalıklara yakalanıyor ya da yüksekliklerden düşerek yaralanıyorlar. 

Türkiye’de çocukların çalıştığı ikinci alan sanayi. Çocuk işçiler organize sanayi bölgelerinden üretim fabrikalarına ve atölyelere kadar pek çok alanda, yetişkinlerle aynı süre ve koşullarda çalışıyorlar. Sanayide işçi olan çocuklar ağır işler yapıyor ve uzun saatler çalışmak zorunda kalıyorlar. Bu süre boyunca tehlikeli makinelerin arasında geziyor, kimyasal boya ya da malzemelere ve yüksek gürültüye maruz kalıyor, ağır yükleri taşıyorlar. 

Burada çıraklık konusuna girmek iyi olacaktır. Çünkü sanayi dendiğinde akla çıraklar gelir; bu çocuklar genellikle bir ustanın “eline” verilir, “eti senin kemiği benim” denir ve meslek öğrenmeleri sağlanır, aynı zamanda harçlıklarını çıkarırlar. Boş durmamış olurlar. Kapitalizmin gelişmekte olduğu dönemler ve daha öncesi için bu böyle olabilirdi elbette, hala da bu örnekler vardır illa ki. Ama gelinen aşamada çıraklık işçileşme sürecinin bir parçası, içinde yoğun emek gücü sömürüsü, ihmal ve istismarlar barındıran bir iş. Çıraklık eğitimi alan çocukların, eğitimlerine ve sosyal aktivitelerine devam edebilecekleri biçimde çalışması gerekirken durum hiç de öyle olmuyor. Sanayide, atölyelerde çıraklık yapan çocuklar en ağır işlere koşturuluyor, ustalar, kalfalar ve diğer yetişkinler tarafından duygusal ve fiziksel şiddete maruz bırakılıyor, istismara uğratılabiliyor, gelişimine uygun biçimde beslenemiyor ve uzun saatler çalıştırılıyor. Ve çoğu zaman çok çok az bir ücret alıyorlar; neden? Çünkü onlar çırak! Aynı şey meslek liseleri için de çoğunlukla geçerli oluyor. Buralardaki gençler staj adı altında ucuz emek gücünü karşılıyorlar. Böylece hızlıca işçileşip, sermayenin sömürü döngüsüne giriyorlar. Şimdilerde meslek liselerinin sanayi bölgelerine yapılması buralarda eğitim gören gençlerin aynı anda işçileştirilmesi tesadüf değil aksine, sermayenin ihtiyaçları ile şekillenen ve yoksulluğu, işçiliği kalıcılaştıran bir eğitim olduğunu gösteriyor.

Tarım ve sanayinin yanındaki üçüncü alan da hizmet sektörü. Bu sektörde çalışan çocukların sayısı da oldukça fazla. Çocukların bir kısmı aynı anda hem okuyup hem kuaförde, kahvehanede, kafe ya da bakkalda çalışıyor. Bir kısmı da okulu bırakmak durumunda kalıyor. Hizmet sektöründeki çocukların büyük bir bölümü otellerde çalışıyor. Çocuklar buralarda çoğunlukla “ayak işlerini” yapmakla birlikte yoğun bir gücü sömürüsüne maruz kalıyorlar. Genellikle bir tanıdığın yanında bu işlerde çalışıyor oluyorlar ama buralarda da çok fazla şiddete ve hak ihlaline maruz bırakılıyorlar.

Şimdilerde, pandemiden kaynaklı yoksulluğun derinleşmesi ve işsizliğin artmasıyla birlikte motokuryelik yapan çocukların sayısı da katlandı. Aynı durum inşaatlarda çalışan çocuklar için de böyle. 

Bu alanlar dışında da çocukların işçilik yaptığı, ama çok da görünmedikleri yerler var. Daha doğrusu görünüyorlar ama orada çalıştırıldıkları, düşük bir ücret karşılığında sömürüldükleri görülmüyor. Mesela sokakta çalışan çocuklar. Sokak çocukları mı diyorsunuz onlara? Bence bunu bir kez daha düşünün. Çünkü sokakta gördüğümüz çocukların bir bölümünün aslında akşam dönebileceği bir evi var, çalışmak zorunda oldukları/bırakıldıkları için sokaktalar. Bir kısmı da sokakta yaşıyor, evet. Ama yine çalışıyorlar, çalıştırılıyorlar. Sabahın erken saatlerinden karanlık çökene kadar otobanlarda geziyor, mendil, su satıyor ya da cam siliyorlar. Bir kısmı kâğıt topluyor bir kısmı da elindeki bir aletle müzik yapıyor. 

Sokak, çocuklar için en güvensiz alanlardan biri. Sokakta çalışan çocuklar her türlü şiddete açık hale geliyorlar. Arabaların çarpma tehlikesi ya da bir yerlerden düşerek yaralanmaları belki akla ilk gelenler. Ama o çocuklar çoğu zaman etraftaki yetişkinlerin ve hatta çoğu zaman “görevini yapan” zabıtaların fiziksel şiddetine maruz bırakılıyorlar. Fiziksel, ruhsal ya da cinsel istismara maruz bırakılıyor, beslenme ve sağlık sorunlarıyla karşılaşıyorlar. Aynı zamanda suça sürüklenmeye açık pozisyonda oluyor. Tüm gün çalışıp kazandıkları parayı çoğu zaman doğrudan ailelerine ya da yönlendirmesi altında oldukları yetişkine veriyorlar. Eğitimden, çocukluğu özgürce yaşamaktan oldukça uzak kaldıklarını söylememe gerek yok…

Çocuk emeğini sömüren bir diğer iş kolu ise madencilik. Marx Kapital’de madenlerde çalıştırılan çocuklardan, bedenleri daha küçük olduğu için yeraltındaki ince maden damarlarına girdiklerinden bahseder. Dünya genelinde milyonlarca çocuk hala madenlerde çalışıyor. Bu durum Türkiye’de de farklı değil maalesef. TÜİK’in 2014’te yayımladığı bir araştırmaya göre kömür ve linyit madenlerinde çalışanların en az yüzde 5’i çocuk işçi. Diğer madenleri de kattığımızda sayısal olarak 5 binden fazla çocuğa denk gelen oranın aradan geçen zamanda azalmayıp artmış olması muhtemel. Burada çalışan çocukların çoğunluğu 15-18 yaş arasında ve yüzde 85’i kayıtsız çalışıyor. Özellikle kaçak madenlerde çok fazla çocuk çalıştırılıyor. 

Çocuk İşçiliğini Bitirmek Mümkün 

Evet, çocuk işçiler bir gerçek. Hem de acı bir gerçek. Bu gerçekle mücadele adına pek çok uluslararası sözleşme var. Başta Çocuk Hakları Sözleşmesi olmak üzere birçok sözleşme aslında belli yaşlarda çalışmanın yasaklanmasını söylüyor. Burada sözleşmelere göre yaşlar değişebiliyor. 

Türkiye’de çocuk işçilerin çalıştırılmasına ilişkin mevzuat 4857 sayılı İş Kanunu ve Çocuk ve Genç İşçilerin Çalıştırılma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelikle düzenlenmiş. Hukuki çerçeve temelde 14 yaşını doldurmuş çocukların okullarını aksatmaması koşuluyla güvenli iş ortamında hafif işlerde çalıştırılmasına izin vermekle birlikte çok açık bir biçimde maden ocakları, kablo döşemesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi alanlarda çalıştırılmasını yasaklıyor. 

Gerçeklik yasalardaki gibi değil. Çocuklar, hem de 14 yaşından da küçük çocuklar, ağır işlerde çalıştırılıyor ve sadece çocuk oldukları için daha az ücrete mahkûm ediliyorlar. Bu alanda yeterli istatistiki araştırma yapılmıyor. Denetleme mekanizmaları çok az ve yasak olduğu halde çocuk işçi çalıştırıldığı tespit edildiğinde cezai yaptırım neredeyse hiç uygulanmıyor. Çocuk işçilerin çalışırken yaşadıkları hak ihlallerine karşı dayanabilecekleri bir güvence sağlanmıyor. 

Yazının başında verdiğim en yakın örnek, muhtemel cezasızlık ve yargı sisteminin gerçekliğini bize gösterebilir. 5 saat boyunca bir çocuğa işkence edip, cinsel istismara maruz bırakan patronlar, çocuğun para çaldığını iddia ettiler. Savcılık durur mu, çocuğa da bu suçtan dava açıldı. Cinsel istismara uğradığına dair “yeterli delil” olmadığı için o iddia da düşürüldü. Tüm bunlar, çalışıp hak ettiği 200 TL parasını istediği için oldu. İki seçenek var: Ya çocuğun yararı gözetilip suçlar onaylanacak, iki patrona da ceza verilecek ya da patronlar korunacak. Mahkeme sonucunu hep birlikte göreceğiz ama bu olay, çocuk işçilerin nelere maruz kaldıklarının, kalabileceklerinin ve bunun yargıda nasıl karşılandığının en çıplak örneği.

Çocukların çalışması yeni değil demiştik. Onların çalışması ile işçileşmeleri aynı şey değil. Çocuklar, bedensel, ruhsal ve psikososyal gelişimlerini, eğitimlerini engellemeyecek ve çocukluk dönemlerinden, oyunlarından çalmayacak biçimde, gelişimsel dönemlerine uygun, hafif ve güvenli işleri yapabilir, ailelerine yardım edebilir, öğrenebilir, buralardaki işlere katılıp toplumsal yaşama dâhil olabilirler. Yalnızca şu iki şeyin altını çizmek gerekebilir ki, ev işlerinin ve genel olarak tüm işlerin cinsiyet temelli bölüşümü çocuklara da yansıyor. Kız ve oğlan çocukları ayrı işlere yönlendiriliyor. Bunlarla da ayrıca mücadele etmek ve dönüştürmek gerekiyor. Ve diğer konu da bu işler için de geçerli olan kuralın çocukların çocukluklarını yaşamaları gerekliliği. Çocuklar her şeyden önce, potansiyellerini açığa çıkarmalarını, özneleşmelerini sağlayacak haklara kavuşmalılar.

Yasaklanmasını istediğimiz, karşı çıkmamız gereken ise kapitalist üretim biçimi içerisinde çocukların işçi olarak çalıştırıp sömürülmeleri. Sermayenin çarklarına dâhil edilip çocukluklarını hızlıca yitirmeleri. Sırf çocuk oldukları için daha kolay, hızlı ve ucuza işçileştirilmeleri. 

Çocuk işçiliğini bitirmek mümkün. Çünkü çocuklar özgürce, eşit biçimde çocukluklarını yaşamalı.