Futbol Sermayesi Doyar mı?

Sermayenin doğası ona doymak bilmez bir iştah verir. Bu öyle bir iştahtır ki önüne çıkan her şeyi yer ve yedikçe büyür. Bu durum sermayeye dayalı ekonomilerin var olduğu her alanda böyledir. Futbol da bunun dışında değil. 

 

Geçtiğimiz günlerde Real Madrid Başkanı Florentino Perez’in yaptığı açıklama ile İngiltere, İtalya ve İspanya’nın en zengin 12 takımının bir araya gelerek Avrupa Süper Ligi’ni oluşturduklarını öğrendik. Yıllardır gündemde olan bu konu en nihayetinde ciddi gibi bir girişimle fiiliyata döner gibi oldu. Ve ne olduysa da ondan sonra oldu. Bir pazar gecesi açıklanan Avrupa Süper Ligi projesi haftanın ortasını göremeden, ortaya koca bir pislik bırakarak çıktığı yere geri döndü. Esasında bu geri dönüş çok da önemli değil, söz konusu lig hayata da geçebilirdi. Ne yaşanırsa yaşansın bu derece büyüyen bir sermayenin bıraktığı pislik ile ortalığı nasıl batırdığı esas konu. 

 

19. yy’de asillerin burun kıvırdığı ve yoksul yığınların gözdesi olan bu oyunun, günümüze gelen tarihsel yolculuğu içinde oldukça farklılaştığı görünüyor. Son dönemde konuyla alakalı çıkan pek çok yazıda da kullanılan o tribün pankartı futbolun bu tarihsel yolculuğunu çok güzel özetliyor: Yoksullar tarafından yaratıldı, zenginler tarafından çalındı!

 

Yakın geçmişe kadar birçok yıldız futbolcunun birbirine benzeyen yoksulluk içinden yükseliş hikâyeleri oyunun önemli bir parçasıydı. Dünyanın birçok yerinde ardı ardına kurulan işçi takımları artık bu işe sevdalanmış futbol romantiklerinin bile tekrarlamaktan bıktıkları bir gerçek. Ne yazık ki futbol dünyasında yoksulluk hikâyelerinin yerini zenginlik hikâyeleri alır oldu.

 

Futbol artık topla değil parayla oynanan bir oyundur ve oyunun ana taktiği paraya daha fazla sahip olma üzerine kuruludur. 19 Nisan Avrupa Süper Ligi kalkışması da paraya daha fazla sahip olma mücadelesinde 12 kulübün geliştirdiği bir atak olarak tarihe geçti. Fakat karşısında yükselen savunma, çok da iyi hazırlanılmadan çıkılan bu atağı sonuçsuz bırakmış gözüküyor. 

 

Hem bu kalkışmayı hem de güçlü savunmayı yapan iki taraf için de ortada dönen mesele farklı değil esasında. Tarafların hiçbirisinin ne oyunun saflığına ne de mücadelenin esaslarına dair bir yaklaşımı bulunuyor. Hatta Avrupa Süper Ligi’ni kuran fikir, sorunun para olduğunu o kadar net bir biçimde ifade ediyor ki insanın bu dürüstlük karşısında gözleri yaşarıyor. İşin özeti: Bize para yoksa size futbol yok!

 

İçinden çıktığı düzene karşı mücadelesini kazandıktan sonra devrimci özelliğini kaybeden sermaye, kimseye sömürü dışında bir gelecek sunamıyor. Bu, hayat için de futbol için de geçerli bir gerçek. Avrupa Süper Ligi denen sirk tam da böyle bir geleceksizliğin çözümü. Daha doğrusu çözümsüzlüğü. Ekonomisi büyüdükçe futbol burjuvazisi kârını artırmak, pazardaki payını büyütmek için her türlü yolu deniyor. 

 

Sermaye Futbolu Büyütmez, Pazarı Büyütür

 

“Bu proje işe yaramadıysa, bir başkası yarayacak. Unutmayın, 12 kulüp bağlayıcı bir sözleşme imzaladı. Juventus ve Milan ayrılmadı, Barcelona düşünüyor. Belki biraz değiştirebiliriz. İngiltere ve İspanya’dan en büyük 4 takım girer. Önemli olan büyüklerin oynaması, böylece çocuklar bu maçları izleyecek.”

 

Yukardaki alıntı, başarısız kalkışma sonrası girişimin başkanı pozisyonundaki Florentino Perez’in yaptığı basın toplantısından. Sözleri futbol sermayesinin niyetlerini gizlemeyecek kadar açık. Hayalleri “büyüklerin” oynadığı “küçüklerin” izlediği bir lig süslüyor. Bunu, kalkışmanın her iki tarafındakileri birbirinden ayırmadan okumakta fayda var. Bugün bu kalkışmaya karşı gibi duran UEFA, zengin kulüplerin çıkarlarına göre hareket ederek futbolu bu noktaya getiren baş aktördür. Gücü gücüne yeten bir organizasyon olan Şampiyon Kulüpler Kupası’nı Şampiyonlar Ligi formatına çevirip formatı da büyükleri koruyacak şekilde düzenleyerek hem çeşitliliği yok etmiş hem de rekabeti güçlünün daha da güçlenmesi üzerine inşa etmiştir.

 

1992 yılına kadar Şampiyon Kulüpler Kupası şeklinde eleme usulü organize edilen turnuvanın finallerine 13 farklı ülkeden 33 farklı takım çıkmayı başarabilmişken bu 33 takımın 8 tanesi bugünkü Avrupa Süper Ligi’ni oluşturan takımlardı. Yani bu takımlar dışında 25 farklı takım finalde yer alabilmişti. 1992 sonrası Şampiyonlar Ligi formatında ise 7 farklı ülkeden 20 farklı takım finale erişebilmişti. Avrupa Süper Ligi bileşenlerini çıkardığımızda ise karşımızda 9 farklı takımı görmekteyiz. Son 15 senede Avrupa Süper Ligi’ni oluşturan takımlar dışında 3 takımın finalde yer alması ve bu takımların da (PSG, Bayern Münih, B. Dortmund) bir şekilde o ligde olamayan takımlar olması, gücün nasıl bu merkezde toplandığını görmek açısından oldukça çarpıcıdır. İki format arasında ülke sayısı nerdeyse yarıya düşmüş ve ASL dışında kalan takım sayısı da yaklaşık üçte iki oranında azalmıştır. 

 

UEFA’nın yarattığı bu düzende son on yılda Şampiyonlar Ligi gelirlerinin yarısı bu 12 takıma dağıtılmış ve organizasyonda yer alan diğer kulüplerin rekabeti kalan kısmı paylaşmak üzerine kurulmuştu. İşte UEFA, Avrupa Süper Ligi ve sermayeye dayalı futbol düzeninin eşitlikten, çeşitlilikten ve adaletten anladıkları tam da böyle bir düzendir. Daha az takımın her şeye sahip olacağı bir düzen. 

 

Sermayeyi Burjuvazi Yönetir

 

Bugün karşımıza çıkan kulüp yönetimlerinin çoğu şirketlerin yönetim kurullarını aratmayacak kadar çok iş insanından oluşuyor. Spora yatırım yapan sermaye işini şansa bırakmıyor. Ticaretten anlamayan spor kökenli kulüp yöneticisi bulmak neredeyse imkânsız. Profesyonel spor yöneticiliği yapabilmeniz için spor ile tek alakanızın onun nasıl pazarlanacağını bilmek olması yetiyor. Sportif başarı bu pazarlamanın gücünü destekleyen ana unsur olarak konumlanıyor. Paraya döndürülemeyen çabanın bu düzende yeri de olmuyor.

 

Geçmişin paralı başkanları ve yönetim kurulu üyeleriyle bugünküleri birbirine karıştırmayalım. Ahir zamanlarda para futbolun emrindeyken şimdi futbol paranın emrinde, iliklerine kadar sömürülen bir proleter gibi çalışıyor.

 

Bu karakter değişiminin belli momentleri var tabii.  1992 yılında UEFA’nın Şampiyonlar Ligi formatı ile beraber İngiltere’de ligin Premier Lig olarak yeniden yapılandırmasını bu işin miladı olarak kabul etmek mümkün. Fakat 2003’te İngiliz kulübü Chelsea’nin Rus oligark Abramoviç tarafından satın alınmasıyla başlayan büyük sermayenin futbola yönelimi ile işin boyutunun tamamen değiştiğini söyleyebiliriz. Bu girişim sonrası futbol, tüm dünyada ilk elden Rus, Amerikan, Çin, Katar, BAE sermayeleri ve ardından da farklı sermaye gruplarının eline geçiverdi. 

 

Bu ele geçirme hamleleri yerel liglerin kendi kuralları gereği her yerde aynı düzeyde olmasa da global ölçüde futbolda söz sahipliği ağırlıklı olarak sermaye grubunun oldu. İşte bugün Avrupa Süper Ligi ile kendi ligini kurmaya soyunan da bu sermaye grubunun bir kısmının girişimiydi. Her ne kadar başarısız olmuş gibi görünseler de tüm payı başkalarına kaptırmamak için ne kadar kararlı olduklarını ısrarla tekrar ediyorlar: “Süper Lig projesi ölmedi, hayatta. Sadece askıya aldık.”

 

Sermayenin Federasyonları

 

Ulusal ve uluslararası futbol federasyonlarından hiçbirisi sermayeye dayalı bu futbol düzeninin dışında değildir. Avrupa Süper Ligi’ni bu federasyonlar elleriyle beslemiş büyütmüştür. Her tür lig ve kupa formatı (birkaç istisna dışında) sermayenin ihtiyaçlarına göre düzenlenerek, risk teşkil eden sporun kendine has sürprizleri olabildiğince elimine edilmiştir. Her bir düzenleme yayın ve bağlı gelirlerin arttırılmasını en başa koyan futbol dışı düzenlemelerdir*. Avrupa Süper Ligi’ni oluşturan ana fikir de işte budur. 

 

UEFA’nın açtığı bu yoldan ABD, BAE, Rus, İtalyan sermayeleri bir adım öteye gitmeye çalışmıştır. Bu sermaye gruplarının Katar sermayesi ile çatışması bugün bu girişime izin vermemiştir ama yönelimler hep burayı işaret etmektedir. Sermaye ister de federasyonlar farklı davranabilir mi? Yoksa FİFA’nın Dünya Kupası’nı Katar’da hem de kupa tarihinde ilk defa kışın düzenlenecek olmasını nasıl açıklayabiliriz?

 

Sermaye ile federasyonlar ilişkisine değinmişken Patrice Motsepe’ye de bir parantez açalım. Mart ayında yapılan seçimde Afrika Futbol Federasyonu başkanlığına gelen Afrika’nın en zengin on insanından biri olan Patrice Motsepe, sermayenin futbol sahalarına en son transferlerinden biri. Dünyanın en büyük altın madenciliği şirketlerinden birinin de CEO’luğunu yapan Motsepe’nin birçok madeni de bulunuyor. Kendisi her ne kadar Güney Afrika’da bir kulüp sahibi olsa da sermayedar olarak bu düzeyde bir göreve gelmesi oldukça dikkat çekici. Böylesi bir varoluş önümüzdeki dönem sermayenin doğrudan federasyonların yöneticiliğine soyunmasına kapı da açabilir.

 

Futbolu Kurtarmak Sermayeye Karşı Mücadele Etmektir

 

Halen saf oyuna inanan pek çok taraftar grubu son gelişmeye dair tepkilerini ifade ederek kulüplerine sahip çıktı. Sürecin durdurulmasında taraftar gruplarının tepkilerinin önemli bir etken olduğu ifade edilse de bu birliği parçalayan esas durum UEFA’nın aldığı sert ve kararlı tutumdu. Bu kulüplerde oynamış eski futbolcuların açıklamaları oyunun içinde bulunduğu vahim duruma parmak basarken girişim kamuoyunda çok fazla taraftar da bulamadı.

 

Bu kalkışmadan UEFA güçlenerek çıkmış gözükmesine rağmen diğer sermaye gruplarının gücünden bir şey kaybetmesi söz konusu değildir. Bu mini paylaşım savaşından şimdilik bir taraf üstün çıkmıştır. Rövanşı farklı biçimlerde ve hatta farklı ittifaklarla gerçekleşecektir. Ne de olsa sermaye diğerlerine rağmen büyür.

 

Bilet fiyatlarının pahalılığından maçlara gitmenin, şifreli yayınlardan dolayı televizyondan izlemenin, top oynayacak alan bulmanın zorlaştığı çağda futbol ile kitleler arasında büyük engeller bulunuyor. Halen futbolun Avrupa’da en popüler spor olmasını tarihsel köklerinden başka bir yerde görmek imkânsız. Futbola erişim sağlamak için kendinizi bir müşteri olarak sunmanız gerekiyor. Bu duruma karşı çıkmadan futbolun kurtuluşundan bahsetmenin çok imkânı yok. Oyunun tekrardan top ile oynanması taraftarlardan, futbolculara kadar oyunun tüm bileşenlerinin hep beraber sermayeye dayalı futbol düzenine karşı mücadele etmesi ile mümkün gözüküyor. Geleceği kazanmak için sermayeyi sahanın dışına atacak o güçlü vuruşa acilen ihtiyaç var.

 

 

 * Türkiye gibi ülkelerde alınan siyasi kararlar da vardır elbet. Burada siyaset ve sermaye arasındaki kopmaz bağları ve uyumu göz önünde bulundurmak faydalıdır. Son dönemde ligi kendine göre dizayn eden iktidar futbol sermayesine de gollük bir pas vermiştir: Daha fazla maç, daha fazla yayın, daha fazla bahis, daha fazla gelir.